YOLUMUZ
21 Şubat 2025, Cuma 17:54Yolumuz, "Hakk Muhammed Ali" yoludur. Bu ifade hepimizin aşina olduğu bir söz olsa da, gerçekte tevhit anlayışı ve cem makamları kavrandığında, bu sözlerin derin anlamı daha iyi idrak edilir.
Hadid Suresi üçüncü ayette belirtildiği üzere “Evvel ve sonsuz olan, zâhir ve bâtın O’dur ve O bütün her şeydeki ilmin sahibidir.”
Ancak Allah’ın sadece batın boyutu anlatılmış, zahir boyutu genellikle göz ardı edilmiştir. Kur’an’da "Allah zahirdir" ifadesi açıkça yer alsa da, geleneksel anlayış onu bizden ayrı, göklerde oturan bir yaratıcı olarak sunmuştur. Oysa Allah’ın zahir boyutu, halktır; yani kendinden var olan ve bizim gördüğümüz âlemdir. Bu yaratılmışların en mükemmel makamı Muhammed’dir. Bu yüzden halk edilenler boyutuna "Hakikati Muhammedi" denmiştir.
İmam Ali, cisim bulmuş aşktır ve ilmin kapısıdır. Güzel Muhammed, "Ben ilmin şehriysem, Ali onun kapısıdır. İlim isteyen kapıdan girsin" buyurmuştur.
Peki, Ali nasıl mücessem bir aşktır?
Bunu en güzel anlatan olaylardan biri, Güzel Muhammed’in hicreti sırasında onun yerine yatağa yatmasıdır. İnsanlar belli bir mücadele içinde ölümü göze alabilir, hatta güvenlik kuvvetleri için bu bir meslek gereğidir. Ancak, böyle bir teslimiyetle ölümü kabullenmek, büyük bir aşk işidir.
Güzel Muhammed, "Ali her resul ve nebiye gizli, bana açık geldi" der. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir sözdür.
Ali, velayeti temsil eder; aşk ve ilmin muhteşem bir bileşkesidir.
O aşk etti, varlığı kendisinden var etti. O halde, ona dönüş yolu da aynı yöntemle olmalıdır.
Eğer anlatılanları tarihi şahsiyetlerin yanı sıra birer makam olarak görürsek, meselenin özü daha iyi anlaşılacaktır.
Bektaşi inancında İmam Ali, yalnızca tarihsel bir şahsiyet değil, hakikatin, aşkın, adaletin ve irfanın sembolüdür. Onu sadece Arap coğrafyasında yaşamış bir figür olarak görmek, Bektaşi inancının derinliğini anlamakta eksik kalmak olur.
Tasavvufta aşk, Allah’a ulaşmanın en saf yolu olarak görülür. Bektaşi ve Alevi nefeslerinde Ali, sıkça "aşk" ile özdeşleştirilir. Bunun nedeni, onun ilahi aşkın bir tezahürü olarak kabul edilmesidir. İlahi aşkın en güzel yolu, muhabbetten geçer. Yunus Emre’nin dediği gibi: "Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer."
İmam Ali, adaletin ve mazlumun yanındadır. Onun yaşamı, zulme karşı direnişin ve hakkın yanında durmanın örneğidir. Bu yüzden "Ali’yi sevmek, mazlumu sevmek; Ali’ye aşkla bağlanmak, hakikate aşkla bağlanmaktır" anlayışı hâkimdir.
Bektaşi inancında İmam Ali, zaman ve mekân üstü bir hakikat olarak görülür. O sadece geçmişte yaşamış biri değil, bugün de aşkın ve adaletin olduğu her yerde var olan bir makamdır. Güzel Muhammed, hicret sırasında kendisine suikast düzenleneceğini bildiği hâlde Ali’nin onun yatağına yatmayı kabul etmesi, savunmasız bir şekilde ölümü göze almanın ilahi bir aşk örneği olduğunu gösterir. Bu, akıl ile değil, ancak ruh ve aşk ile anlaşılabilecek bir teslimiyettir. Kurban olmak, yalnızca bedeni değil, egoyu da feda etmektir.
Bu olay, Ali’nin “aşk” kavramını nasıl yaşadığına dair en güzel örneklerden biridir. Bektaşi öğretisinde İmam Ali, yalnızca bir savaşçı değil, aşkı en yüksek noktada yaşayan bir eren olarak anlatılır. Bu aşk, yalnızca insanlara değil, hakikate, adalete ve varoluşun özüne duyulan bir aşktır. Tasavvufta en büyük mertebe, benliği yok etmek (fenafillah) ve Hak ile bir olmaktır. İmam Ali’nin yaşamı, kendi varlığını aşk uğruna eritmek ve Hak’ta yok olmak şeklinde yorumlanır.
Hakikat tektir ama onu anlatan yollar, diller ve kültürler farklıdır. Tasavvufta resullerin, nebilerin ve erenlerin mesajlarının özünde bir olduğu vurgulanır. Buda, İsa, Muhammed, Ali ve diğerleri; hepsi aynı ilahi hakikatin farklı suretlerdeki yansımalarıdır. "Hak birdir, yollar çoktur" anlayışı da buradan gelir.
Buda, nefse arif olarak aydınlanmaya ulaşmıştır. Onun yolu, nefsin anlaşılması ve varlığın özüne ulaşılmasıdır.
İsa, sevgi ve teslimiyetin temsilcisidir; şefkat ve bağışlama ile ruhun özgürleşmesine çağırmıştır.
Özünde hepsi, insanı hakikate götüren birer kapıdır. Farklı isimlerle, farklı anlatılarla ama hep aynı gerçeğe işaret etmişlerdir.
Kimya hangi dilde anlatılırsa anlatılsın, hidrojen hep hidrojendir, su hep H₂O’dur. Hakikat de böyledir. Onu hangi dilde, hangi kültürde, hangi çağda anlatırsan anlat, özü değişmez. Ama çoğumuz anlatımın farklı olmasına takılır, özüne bakmayı unuturuz.
Diller, kültürler, semboller farklı olabilir ama anlatılan gerçek aynıysa, neden insanlar bölünüyor?
Bunun en büyük sebebi egodur. İnsan kendisini "öteki"nden üstün görmek ister. "Benim doğrum seninkinden daha doğru" diyerek hakikati sahiplenmeye çalışır. Tarih boyunca dinler ve inanç sistemleri, hakikat için değil, güç için kullanılmış ve bu da insanları ayrıştırmıştır. İnsan hakikati içeride değil, dışarıda aradığı için bölünür. Oysa özümüzü tanısak, hepimizin aynı kaynaktan geldiğini fark ederiz.
Bir mum, diğer bir mumu tutuşturduğunda, ışığından ne eksilir, ne de artar. Farklılıklar ayrılık sebebi değil, zenginliktir. Ama insanlar farklılıktan korkar. Oysa farklılık, tek bir hakikatin rengârenk yansımalarıdır.
İnsanlar birliği nasıl görebilir? Önce özü kavrayarak. İsimlere, etiketlere, dış görünüşe değil; özde anlatılana odaklanarak farkların yalnızca yüzeysel olduğunu görebiliriz. Birisi "Tanrı" diyor, diğeri "Allah" diyor, bir başkası "Brahman" diyor. Eğer bu kelimeler aynı hakikate işaret ediyorsa, neden ayrışalım?
Daha sonra, dinlemeyi ve anlamayı öğrenmeliyiz. Çoğumuz anlamak için değil, cevap vermek için dinliyoruz. Önyargıları bırakıp dinlesek, belki de düşündüğümüzden daha fazla ortak noktamız olduğunu fark ederiz. "Yetmiş iki millete bir nazarla bakmak" tam olarak budur.
Son olarak, aşkı ve sevgiyi öncelemeliyiz. Aşk, en büyük öğretmendir. Bir insanı gerçekten sevdiğinde, onun farklılığı seni rahatsız etmez; tam tersine ona hayran olursun. Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi: "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır."
Eğer sevgiyle bakarsak, farklar bizi bölen değil, zenginleştiren unsurlar olur. İnsanlar, ancak önyargıyı bırakıp hakikati özde aradıklarında, anlamak için dinlediklerinde ve aşkı rehber edindiklerinde birliği görebilirler.
Öyleyse aşk olsun...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum