YOKSUL ANADOLU’NUN ZENGİN GÖNLÜ: FAKİR BAYKURT
10 Ekim 2023, Salı 13:18Dumanı bitmeyen Madran dağını solunuza, yiğidi ve söğüdü bol Bozdoğan’ı da arkanıza aldığınızda, Nazilli’ye doğru uzanan inciri, üzümü, armudu, tütünü, buğdayı ile sanki hiç bitmeyecek bir bereketin fışkırdığı koca bir ovanın ortasına düştüğünüzü anlarsınız.
Menderes nehrine ulaşmak için aceleyle akan Akçay size eşlik ederken, koca koca ayıların insanlara dostluk kurduğu Madran dağının dünyanın en eski ve en verimli ovalarından birisini yüzlerce yıldır izlediği noktadan, ismini duyduğunuz anda sizi Asya’nın ateşi ile buluşturacak bir köyü gösterir: Alamut!
Türkmen Yörüklerinin 20. yüzyılın başında yerleşik hayata geçmeye karar verdiklerinde, Rum ağalardan peşin parayla satın aldıkları ve alır almaz ilk iş olarak ismini değiştirdikleri bu köyde tanıdım Fakir Baykurt’u.
Sıcak bir yaz günü, tatil sessizliğini sadece benim gibi öğretmen çocuklarının bozabildiği okul bahçesinde oynarken Hasan Özkan’ı sorduğunda aklıma ilk gelen kasabadan “büyük” bir adamın gelmiş olabileceği idi.
Hoş, Fakir Baykurt da, ilköğretim müfettişi olarak onlardan daha az yetkili değildi. Ancak, Alamut’a geliş sebebi bu değildi. Türkiye Öğretmenler Sendikası genel başkanı olarak, Ege öğretmenlerinin örgütlenmesinde babama daha fazla iş düşüyordu. Kısa bir konuşmadan sonra görevi kabul eden babamla bu bıyıksız, tuhaf görünüşlü ama oldukça sevimli “amca”nın geçmişe dair sohbetleri sanırım dünya, ülkemiz, düşmanlarımız ve görevlerimiz hakkında duyduğum ilk cümlelerdi.
Fakir Baykurt gittikten sonra, babamın bize büyük bir disiplin içerisinde okuttuğu kitaplardan bazılarının yazarı olduğunu da öğrendik.
Efkar Tepesi, Amerikan Sargısı, Irazcanın Dirliği, Onuncu Köy…
Her akşam yemekten sonra kardeşlerimle babamın çevresine toplanıp yüksek sesle okuduğumuz ve her 5-10 sayfadan sonra babamın mutlaka özet geçip dikkatimizi sınavdan geçirdiği kitaplar!
BİZİM DÜNYAMIZIN KALEMİ: BAYKURT
Ülkemizde yaşayan ve bize emirler verebilen yabancılar, yoksul ama onurlu insanlar, bizim gibi görünen ama küçücük bir çıkar uğruna en yakınlarını satan kalleşler…
Yani, “dünya ahvali” Fakir Baykurt’un kalemiyle gözlerimizin önünde canlanıyordu. Irazca anayı hafızamda kendi anam gibi capcanlı hatırlarım, hâlâ.
Fakir Baykurt konuşurken de, yazarken de kuşkuya yer vermeyecek netlikte ifadeler bulur, öylesine renkli sözcükler çıkarırdı ki, domatesi tüm kırmızılığı ile, patlıcanı tüm tombulluğu ve morluğu ile gözlerinizin önünde canlandırabilirdiniz. Çocukluğumu Fakir Baykurt gibi bir yazarın eserleri eşliğinde yaşamış olmam nedeniyle çok şanslı olduğumu söyleyebilirim.
Uzun süren bir yolculuk sonrasında, bir tarlanın ortasında arabadan indiğinizde üstünüze gelen tazeliktir, Fakir Baykurt.
Siz ne kadar büyük kentlerin doğaya aykırı çoğalan kütlesinin parçası olsanız da, Baykurt’un kaleminden çıkmış sözcüklerle karşılaşır karşılaşmaz, köklü ve derin bir bağın aranızda olduğunu hemen fark edersiniz: Türkçe’dir o!
Sanki, yüzlerce yıldır birlikteymişiz gibi, gelir gönlümüzün en güzel köşesine kıvrılıverir. Çünkü, bizim gibi hisseder. Bizim gibi kızar. Bizim gibi sever. Bizim gibi düşünür.
KÖYLÜ ROMANI OLUR MU?
Fakir Baykurt ile beraber Talip Apaydın, Mahmut Makal, Dursun Akçam gibi yazarlara “köylü yazar” dediler.
Bu “köylü”lük aslında onları kente kabul etmeyen, hatta yazarlıklarına da itiraz eden bir “kulp” görevi üstleniyordu.
Daha sonra bu daha da yaygınlaştı. İbrahim Balaban köylü ressam, Süreyya Duru köylü yönetmen gibi…
Köyü anlattığı için bir sanat eserinin üslup, içerik vs. hiçbir benzeşik yanı olmasa da diğer eserlere aynı başlık altında değerlendirilmesi, her şeyden önce sanatın sınıflandırılması ile uyumsuz.
Zaten burada amaç, sanatsal bir kategori yaratmak değil, tersine “köylü” damgası ile bu eserleri ve yaratıcılarını “yüksek sanat” çevresinin dışında tutmaktı.
Belki, kendi aralarına almadılar ama, Fakir Baykurt’la kendi hayatına, varlığına ayna tutan, sorgulayan benim gibi milyonlarca kişi bu sanatçılarımıza evlerinin de yüreklerinin de en güzel köşesini ayırdı.
Kendilerini “kentsoylu” olarak sınıflandırıp yeteri kadar komikleşen küçük burjuva eleştirmenlerin yaftalamalarının aksine, Fakir Baykurt köyü anlatmaz.
19. Yüzyıl Avrupa’sının romantik bir köy/doğa yazarlığının çok uzağındadır, o. Baykurt köy ile kent ayrımı da yapmaz. O’nun öyküleri dönüşen sınıf ilişkilerini, proleterleşen köylüleri, ülkemizi örümcek gibi saran emperyalizmi ve bir tarlanın bir ucunda, bir arığın başında başlayan direnişi, kavgayı, “ateşi ve ihaneti” anlatır.
Bu haliyle, Baykurt’un öyküleri evrenseldir. Dünyanın herhangi bir yerinde karşılaşabileceğiniz hikayelerdir hepsi. Bir yanında Cengiz Aytmatov varsa, diğer yanında Miguel Ángel Asturias vardır.
GENEL ÖĞRETMEN BOYKOTU
Türkiye’nin o güne kadar gördüğü en büyük emekçi hareketlerinden birisi olarak tarihe yazılan “Genel Öğretmen Boykotu”, Fakir Baykurt’un Gaziantep-Fevzipaşa’da sürgün-memur statüsünde tutulmasına rağmen, el birliği ile örgütlendi.
Öğretmenler sadece kendi özlük hakları için greve gitmiyorlardı. Hatta, daha da fazlası olarak, öğretmenler aslında milli bir eğitim için greve gidiyorlardı!
TÖS Genel Yönetim Kurulunun kararı şöyledir :
“Bugüne kadar yapılan her uyarı ve düzeltici her uygulamayı, türlü - çeşitli iftira ve bühtanlarla boğan iç ve dış çıkarcılar, bu bakımsız ve perişan devlet eğitimini halkın çocuklarına bırakıp kendi öz çocukları için özel okullar açmışlar ve açtırmışlardır. Yöneticilerimiz, kendi öz çocuklarını çoğunlukla dış ülkelerde okutmakla, oradan diploma aldırmaktadırlar. Sömürgeci ülkelerin yolladığı uzman, barış gönüllüsü ve üretim artığı bayat süt tozlarıyla ve bugünkü genel işleyiş ve görünüşleriyle böyle bir eğitim, «millî» bir eğitim olma niteliğini yitirmiştir.
…
Bundan sonra öğretmenlerimize düşen, başlarını kaldırmak, tarihin ve Türk milletinin önünde son sözünü söylemektir.
Çünkü :
Öğretmen yalvarmaz,
Öğretmen boyun eğmez,
Öğretmen el açmaz.
Öğretmen Almanya'ya, Hollanda'ya işçi çöpçü gitmez.
Öğretmen dövülmez,
Öğretmen yakılmaz,
Öğretmen kıyılmaz,
Öğretmen sürülmez,
Öğretmen DERS verir.
Öğretmen eline teslim edilen çocukları ve milletin kendisini EĞİTİR.
Öğretmen horlanmaz, öğretmene SAYGI duyulur...”
15-19 Aralık 1969’da bütün yurtta öğretmenlerin genel greve gitmesi 15-16 Haziran 1970’de İstanbul’da patlayacak işçi direnişinin de habercisidir, sanki.
Ülke çapında 109 bin öğretmen greve katılır. Bunlardan 50 binine adli kovuşturma açılır. 45.200 öğretmene “maaş kesim cezası” uygulanır.
Daha 5 ay önce, Kayseri’de yapılan TÖS Genel Kongresi gericiler tarafından yakılmak istenmişti. Dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın sadece seyretmekle yetindiği saldırı, kongrenin düzenlendiği sinema salonunu kuşatan gericilerin “komünist öldüren cennetlik olur” kışkırtmasıyla kundaklanmış, ancak erken farkına varılmasıyla can kaybı olmamıştı.
Yıllar sonra Sivas’ta Pir Sultan Şenlikleri sırasında da aynı tezgah tekrar piyasaya sürülecek ve bu kez ülkemizin en kıymetli aydınları bir otelde katledileceklerdi.
Fakir Baykurt roman, öykü, şiir yanında toplum ve eğitim yazıları da kaleme aldı.
Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği, Kaplumbağalar’ın da aralarında olduğu 13 romanı, Çilli, Efendilik Savaşı, Onbinlerce Kağnı, Sınırdaki Ölü gibi 14 öykü kitabı, 2 şiir, Yandım Ali, Sakarca, Saka Kuşları gibi 6 çocuk kitabı ve Efkar Tepesi, Kale Kale gibi 5 toplum ve eğitim hakkındaki görüş ve yorumlarını içeren kitabı yayınlandı.
Gürcüce’den Çince’ye kadar dünyanın pek çok diline eserleri çevirildi. Yabancı ülkelerde yayınlanan kitapları oralarda ödüller aldı. Ülkemizde ise, Yunus Nadi, Orhan Kemal, TDK gibi yazarın edebi yetenekleri yanında toplumsal olayları yansıtma derinliğine de önem veren kurumlardan aldığı pek çok ödülü vardır. Ayrıca 7 ciltlik hayatını anlattığı “özyaşam” dizisi, 11 Ekim 1999’da pankreas kanserine yenik düşmesi ile yarım kaldı.
NOT: Okuduğunuz makale, 10 Ekim 2014 tarihinde Aydınlık gazetesi kitap ekinde özeti yayınlanan yazımın tam metin halidir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Süleyman Yağız
10-10-2023 20:21Harika bir yazı. Fakir Baykurt, edebiyatımızda çok özel yeri olan bir yazarımızdır. Sadece köyü değil, köyden kente göçü, oradan yaban ellere gidişi de yazmıştır. Ali Rıza Özkan dostumuzu, Fakir Baykurt'u harika bir yazıyla anımsattığı için yürekten kutluyorum.