Kitap
İstanbul
25 Nisan, 2025, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

TÜRKLERİN İSLAMA GİRİŞİ VE TÜRK TASAVVUFUNUN ÖZELLİKLERİ

03 Nisan 2023, Pazartesi 16:29

TÜRKLERİN İSLAMA GİRİŞİ VE TÜRK TASAVVUFUNUN ÖZELLİKLERİ

 

M.S. IX. Yüzyıldan itibaren Türkistan'dan Batıya doğru bir kültür dönüşü başlamıştı . Türklerin önemli bir bölümü Batıya doğru göç ederek 

Sırderya ve Zerefş an havzalarına yerleşiyorlar.

 

Türklerin İslam'a geçişi, Türklerin İslam dininden önce mensup oldukları Tengricilik inancından vazgeçip dinlerini değiştirmeleridir. 

 

Yaklaşık 10. yüzyıla kadar Tengricilik dini Türkler arasında en yaygın din olmuştur. Türklerin İslam diniyle ilk teması Şii ve Alevilerin dördüncü İmam olarak kabul ettikleri İmam Zeynel Abidin'in Türkler tarafından Kerbela'da koruma amaçlı Horasan'a götürmeleriydi. İslamiyet öncesi Türkler ile Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yüzyıl döneminde Hilafet-İmamet çekişmeleriyle gerçekleşmiştir.

 

Peygamberin ardından meydana gelen Siffin savaşının ardından başlayan Emeviler döneminde İslam daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekte olan bir dindi. İslam Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Alevilerin ve Şiilerin Türk desteğiyle yerleştikleri Maveraünnehir'e kadar ulaşmıştır.

 

Türklerin önemli bir bölümü de M.S. 920-960 yılları arasında Islâmiyeti kabul etmiştir. Böylece Türkler daha önce etkisinde kaldıkları Buddha, Mani, Hıristiyan ve Şaman dinlerinin yarattığı kültürden islam kültürüne yönelmişlerdir. İslam mezheplerinden özellikle Şiilik, Türkler üzerinde daha kolay etki yapmıştır. 

 

8. yüzyıl 700'lü yılların başında cihat ilan ederek Türklerin yaşadığı şehirlere giren Arap-İslam devleti Emevîlerin komutanlarından olan Kuteybe bin Müslim, saldırı düzenlediği yerlerde Müslüman olmayan Türklere karşı oldukça sert mücadelelere girişti. Çok sayıda insanı öldürüp şehirleri yağmaladıktan sonra elde ettiği ganimetlerle ilerleyen Kuteybe bin Müslim, her ne kadar ölümüne değin faaliyetlerini sürdürmüş ve İslam'ı tanıtmış olsa da onun yaptıkları Türklerin topluca İslam'a geçmeleriyle sonuçlanmadı.

 

Ömer bin Abdülaziz'in her tarafta kervansaraylar, hastaneler meydana getirme ve adil bir idare kurma fikri tatbik edilseydi Türkler İslamiyete daha hızlı girecekti. Yağma ve ganimet içgüdüsünden dolayı cihat anlayışının ikinci plana atılması ve öncelikli olarak zulme başvurulması, Arap zulmünün Emeviler üzerinden devam ettiğinin delili olmuş ancak bu gibi hadiselere rağmen Türkler İslamiyete dolaylı yoldan girmeye başlamıştır.

 

Hazar Türkleri

 

İslam'ı kabul eden ilk Türk devleti olarak, Hazarlar da gösterilir. 723 yılında Hazar Türkleri, Müslüman Arapları yenilgiye uğratınca büyük bir ordu ile Hazarların üzerine yürüyen Emeviler, Halife Hişam Bin Abdülmelik döneminde (724-743) Hazarları Kafkasların ötesine kadar atmayı başardılar.

 

Türgeş Boyları

 

Türgeş boylarının direnişi ise 745 yılında Göktürk Devleti'nin yıkılışına kadar sürdü. Bu tarihten sonra Türk toprakları doğudan Çin, batıdan Arap işgali ile karşı karşıya kaldı. Araplara karşı savunma görevini ise Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri üstlendi.

 

Abbasiler dönemi

 

750 yılında Emevîler yıkılıp Abbasiler gelince Arap olmayan azınlıkların durumunda iyileşme görüldü. Bu nedenle Türkler de Abbâsîler'e sıcak baktılar. Daha önce orduda yararlanılmakla beraber hor görülen İranlılar ve Türkler Abbasi ordusunda ve yönetiminde önemli yerlere gelebildiler.

 

Talas Muharebesi

 

Aynı esnada Karluk Türkleri doğudan Çin işgali tehdidi altında idiler. Karluklar Çinlilere karşı Abbasilerden yardım talebinde bulundular. Abbasi yönetimi Türklerin aradan çıkmasının Çin tehdidini kendi kapılarına getireceğini görerek bu teklifi kabul etti. Türkler ile Müslüman Araplar tarihte ilk kez ittifak oluşturdular. 751 yılında Talas Irmağı kenarında gerçekleşen savaşta Arap ve Türk orduları Çinlileri ağır bir yenilgiye uğrattılar. Talas Muharebesi, Türk-Müslüman ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında bir dönüm noktası olmuştur.

 

İlk Müslüman Türk Devletleri

 

Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle 10. yüzyılda hız kazandı. Karluk'tan sonra, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devletlerinden olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1037) kurdular.

 

Peygamberin amcasının oğlu Ali'nin çocuklarına Emevilerin zulmetmesi, daha sonrada hilâfete geçen Abbasilerin taht tasas ı yüzünden onları tedirgin etmesi, devlet gücünün ula şamadığı yerlerde Şilliğe ilgiyi artırıyordu.

 

Daha sonra Alevili ğin de do ğmasma neden olan bu akım, Şamanlık,Buddha ve Mani dinlerinin kalıntılarını töre halinde ya şatan Türklerin Psikolojisine uygun geliyordu.

 

 Böylece Türkler, Sünnet Ehli'nin sıkı

kuralları yerine raksa, musikiye, şiire ve kadın özgürlüğüne olanak veren tasavvufa ve özellikle Şii düşüncelere daha çok yakla şıyorlardı . Dervişlerin eski kamlarm yerini alarak bir takım ince sözlerden ve gizlerden

söz etmeleri de Türk toplumunun dinsel ve dii şünsel yapılarını geniş ölçüde etkiliyordu. 

 

Böylece halk kitleri arasında dervişlere karşı saygı son derece yaygın hale gelmişti.

Demek oluyor ki Arabistan'da bir yandan Hint, Iran ve Yunan felsefesinin, öte yandan islam zühdünün etkisiyle IX. yüzy ılda başlayan

tasavvuf akımları Türkler aras ında kolayca yayılıyordu. 

 

Üstelik Türk toplumuna Mani, Buddha ve Saman dinlerinin de etkisiyle daha içli,

daha derin bir biçimde giriyordu. Bir tak ım tanınmış dervişler toplumu etkiliyor ve öncülük yapıyordu. Bu dervişlerden en etkilisi ve Türk düşünce tarihinde büyük yeri olan zat Ahmet Yesevi'dir.

 

Ahmet Yesevi'den önce Herat, Ni ş abur ve Merv dolaylar ında IX. Yüzyılda, Buhara ve Fergana dolaylar ında da X. Yüzy ılda bir çok mistik kişilerin isim yaptığına tanık olmaktayız. Bunlar aras ında Muhammet Maşuk Tusi ile Emir Ali Ebu Hayr'ı zikredebiliriz 1 .

 

Fergana'da kendilerine Bab yahut Baba ad ı verilen şeyhler yeni birbir anlayışla Islamiyeti halka anlatmışlardır. Hz. Muhammed'in söy-

lenti halinde Ashab ından olduğu ileri sürülen Arslan Bab, ozanların piri Korkut Ata, Çoban Ata, halk aras ında Ahmet Yesevi'nin çıkışından önce tasavvufu yaymışlardı . 

 

Ahmet Yesevi Türkistanda, Sayram'da 1050

tarihi dolaylarmda doğmuştur. Onun görüşleri bir kaç yüzy ıl sonra doğmuş olan Bektaşilik, Mevlevilik ve Nakşbendilik akımlarım etkile-

miştir. Yesevi H. 53—M. 1140 da ölen Ş eyh Yusuf Hemedanrnin öğrencisi olmuştur. 

 

Yesevi Arapça ve Farsça bildi ği halde Do ğuya ait bir Türkçeyle ahlaki ve tasavvufi manzumeleri içeren Divan- ı Hikmet'i

yazdı2 . Görüşlerinde ve tap ınma kurallarında eski Türk dinlerinin kalıntıları görülür. 

 

Hoca Ahmet Yesevi, H. 562—M. 1167 de ölmü ş ve fakat görüşleri yüzyıllarca Harezm, K ıpçak, Horasan, Maveraünnehir. Azerbaycan ve Anadolu'yu etkilemiştir.

 

Alevîlik inancı, Anadolu’nun Müslümanlaşması sürecinde önemli izler bırakan, Hoca Ahmed Yesevî, Ebu'l Vefâ, Kutb’ûd-Dîn Haydar, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Taptuk Emre, Yunus Emre ve Abdal Musa gibi önemli dînî şahsiyetlerin fikirleriyle yapılandırılmıştır. Ayrıca Alevîlik, Hallâc-ı Mansûr, Seyyid Nesîmî, İsmâ‘il Safevî (Hatai) ve Pir Sultan Abdal ile Hubyar Sultan’a da ayrı bir ehemmiyet vermektedir. Şah İsmâ‘il Safevî, Alevîlik inancının Anadolu’da yayılmasında çok önemli ve etkin bir rôl oynamıştır. Alevîlik inancının, Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli sayesinde ve ozanların nefesleriyle hayat bulduğuna inanılmaktadır.

 

“Hânedan-ı Âlevîyye” sevgisi ve Ali bin Ebâ Tâlib’e bağlanan Sünnî tarikât silsileleri

 

Ali bin Ebâ Tâlib ve Ehl-i Beyt’e karşı olan muhâbbet duyguları sebebiyle Mevlevîlik ve Kadirîlik gibi aslen Sünnî kimlik gösteren bâtınî-tarikât te kendi silsilelerini Cüneyd Bağdâdî, Serî-i Sekatî, Ma'ruf-u Kerhî’den sonra sırasıyla ya “Davud-u Taî”, “Hâbib-i Acemî”, “Hasan-ı Basrî” ya da Şiîliğin resmen İmâm olarak tanıdığı On İki İmam’dan sekizi olarak bilinen “İmâm Ali er-Rıza”, “İmâm Mûsâ el-Kâzım”, “İmâm Câʿfer-i Sadık”, “Muhammed el-Bakır”, “Ali Zeyn el-Âb-ı Dîn”, “Hüseyin bin Ali”, ve “Hasan el-Mûctebâ” aracılığıyla Ali bin Ebâ Tâlib ile Muhammed Mustafa’ya bağlanmaktaydılar. Ayrıca, yine Sünnî-Bâtınî Tarikâtı olan Halvetiyye ve Bayramiyye de kendi silsilelerini “Cüneyd Bağdâdî”, “Serî-i Sekatî”, “Ma'ruf-u Kerhî”, “Davud-u Taî”, “Hâbib-i Acemî”, “Hasan-ı Basrî” aracılığıyla, Rufâîlik ise “İmâm Mûsâ el-Kâzım”, “İmâm Câʿfer-i Sadık”, “Muhammed el-Bakır”, “Ali Zeyn el-Âb-ı Dîn”, “Hüseyin Seyyid eş-Şühedâ” aracılığıyla Ali ile Muhammed’e bağlanmaktaydılar. Bunlardan başka Sühreverdiyye ile Üveys’îyye silsileleriyse Ali el-Mûrtezâ ve Ömer ibn Hattab aracılığıyla Muhammed Mustafa’ya bağlanmaktaydılar.

 

Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin çıkardığı yeni tarikât ve mezhepler

 

Batı İran ile Anadolu’da yedinci hicrî asırdan itibaren dört yüzyıl süresince aralıksız süregelen dinî karışıklıklardan dolayı ortaya birçok tarikât ve zümreler çıkmıştı. Horasan Melâmetîliği’nin kurulduğu yer olan, ve üçüncü hicrî asırdan itibaren birçok mutasavvıfın vatanı olarak bilinen Nişâbur’da Hamdun’el-Kassar’dan sonra daha birçok hulûl inancı ihtivâ eden ve dinîn zâhirî ahkâmına muhalefet eden “İbahiyye” mensûbu “Şîʿa-i Bâtın’îyye” toplulukları çoğunlukla Melâmîyye’nin içerisine dâhil oldular. Şeyh Cemâl’ed-Dîn Sâdî’den itibaren Suriye, Mısır, Irak, Hindistan, Orta Asya sınırlarına kadar genişleyen ve “İbaha” i’tikadı gereği birçok tavır, tutum ve ibâdetin zâhirî hükümlerinin yerine getirilmesi mevzuunda göstermiş oldukları kayıtsızlıklarıyla dâima şiddetli kınanma ve eleştirilere mâruz kalan Kalenderîler[45] ile eski yazarlar tarafından “Tâife-i Abdalan ve Cevâlika” olarak isimlendirilen çeşitli tarikât mensuplarının, Osmanlı yazarlarınca abdal, âşık, torlak, şeyyâd, Hâydarî, Edhemî, Câmî, Şemsî[4][5] gibi aynı mânaları taşıyan ifadelerle anıldıkları görülmektedir. Bunların hepsi de ortak kanallardan süzülenen benzer i’tikatların çeşitli parçalarını barındırmaktaydılar.[6]

 

Kalenderîler’in Anadolu’da Bâtınîlik hareketlerine yaptıkları katkılar

 

Kalenderîler en koyu Alevîler olmaları nedeniyle Suriye, Halep Bâtınî merkezinden aldıkları kuvvetlerle, Anadolu’da bulunan ve diğer Bâtınî merkezlerinden ayrı ve bağımsız yaşamakta olan Bâtınîleri takviye ettiler. “Kalenderî – Haydarî” unvanı taşıyan ve dış görünüşleri itibarıyla tasavvuf kisvesi altında Türkmen boyları arasına yerleşen babalar Anadolu’daki Bâtınîlik hareketlerine olanca güçleriyle destek oldular.

 

Haydarîler’in Şîʿa-i Bâtın’îyye mezhebini tâkviyesi

 

Haydarîler, Kûtb’ed-Dîn Haydar’a mensup oldukları gibi “Haydârnâme” adıyla şeyhinin nâmına bir de eserî bulunan meşhur Pendnâme yazarı “Ferîdüddîn-i Attâr” da onun başlıca hâlifelerindendi. Altıncı hicrî asrın sonlarında büyük şöhreti sayesinde pek çok Türk’ü kendi intisabına almaya muvaffak olan Kûtb’ûd-Dîn Haydar’ın bizatihi kendisi de aslen Türk ırkındandı. Konya’da Mevlânâ Celâl’ed-Dîn’in şöhretinin afâkı tuttuğu bir devirde bile Kûtb’ûd-Dîn Haydar’ın hâlifeleri bağımsız zâviyelere sahiptiler. Mevlânâ Celâl’ed-Dîn’in yanında “Hacı Mûbârek Haydârî” adında bir Haydârî hâlifesinin de pek büyük bir hâysiyet ve itibâr sahibi olduğunu Eflâkî kaydetmektedir.[7]

 

TÜRK TASAVVUFUNUN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ 

 

1— Vahdeti Vücut kimi sufilerce temel ilke olarak kabul edildiği görülmektedir. Bu ilkeye göre gerçekte varlık, Tanrı'dan ibarettir. 

 

Canlı ve cansız öteki varlıklar Tanrının güzelliğini ve varlığım yansıtan ve fakat Tanrı'dan da ayrı olmayan nesnelerdir.

 

2- İnsan, benliğini başka bir deyimle nefsini yok ettikçe Tanrı'nın varlığımn bilincine derin bir biçimde varır.

 

3— İnsan için mutluluk, gönlünde ilâhi a şkı duyarak yaşamaktır.Tanrı'ya âşık olan kimse dünya makina değil, insan ve doğa sevgisine

yönelir. Eşitliği, adaleti ve güzel davranışları gerçekleştirme ğe çalışır.

 

4— Müzik dinlemek ve topluca sohbet etmek insan ı ruhsal açıdan inceltir ve Tanrı'ya yaklaştırır.

 

5— Tapınmak için yap ılan toplantılarda kimi Türk tarikatlarmda raks edildiğini görmekteyiz.

 

6— Kimi Türk tarikatlarında eski Türklerde oldu ğu gibi kadınlarında tapınma toplantılarına katıldığına tanık olmaktayız.

 

7—Türk tasavvufu, medrese mensuplar ına nisbetle geniş bir hoşgörünün ve insan sevgisinin de öncülüğünü yapmıştır.

 

8— Türk tasavvufunun bir özelliği de toplumda dinsel ayrım yüzünden kin beslemeğe karşı çıkarak kardeşlik münasebeti kurulmasını

amaç edinmesidir.

 

9— Türk tasavvufu sanata uygun ortam hazırlamıştır. Özellikle yazın sanatı tasavvufta gelişmiştir. Böylece ortak bir kültür ve dayanışma gelişmiştir. 

 

Bu nedenledir ki gerek Haçlı seferlerinden muztarip olan, gerek Moğol istilâsından etkilenerek batıya göç eden toplumlar Anado-

lu'da zamanla kayna şmışlardır. Tasavvufun getirdiği kardeşlik, sevgi ve adalet düşüncesi yurt savunmasını da kolaylaştırmış , yeni bir Anadolu toplumunun doğmasına neden olmuştur 3 .

 

Aşk ile 

 

Derleyen Araştıran: Mehmet Özgür Ersan 

Abdal Yesari

 

Dipnotlar:

 

1 )Bak: Fuat Köprülü, Türk Edebiyat ında Ilk Mutasavvıflar, s. 13 Ankara 1966. Dr. Rami

Ayas, Türkiye'de ilk Tarikat Zümrele şmeleri üzerine Din Sosyolojisi Açısından Bir Araştırma

(Basılmamış doktora Tezi 1970).

2 )Bak: Fuat Köprülü, Anılan yapıt, s. 101-124

3 )Bak: Hilmi Ziya -etken, Türk Tefekkür Tarihi, C. 2, s. 81-93, 1st. 1934.

4)Celâl’ed-Dîn Süyûti, Câmi’ûs-Sagir.

5)İbn-i Asâkir.

6)Nûr’ûl-Hüdâ.

7)Tezkire-î Eflâkî. [Selim Ağa Kütüphanesi, Üsküdâr-İstanbul, Farsça yazma nüsha].

 

Kaynaklar:

[1]

Alevi Devletleri - Muharrem Uçan, Horasan'dan Anadolu'ya Horasanlı 90.000 Alevi Türkmen Erenleri ve Tarihi, Can Yayınları, 2. Baskı

[2]

Kerbela Vakası ve Kerbela'nın İntıkamı - Ebu Müslim Horasani, Zaarif Kütüphanesi, 2. Cilt, "Emeviler devrinde Alevilerin Maveraünnehir ve Horasan'a sürgün edilmesi"

[3]

Türkler, Cilt I, Editörler: Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, s. 67.

[4]

Zekeriya Kitapçı, Türkistan'ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, Yedikubbe Yayınları, s. 185-186.

[5]

"Namık Kemal Zeybek, "Neden İslam düşmanlığı", Radikal, 7 Mart 2009". 17 Haziran 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Nisan 2016.

[6]

Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 13.

[7]

YILDIZ, Hakkı Dursun. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi. İstanbul: Çağ Yayınları. ss. 27,28,29,30,31,32,33,34 Altıncı Cilt.

 

[8]Balcıoğlu, Tahir Harimî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları – Tasavvufun Şiîlikle münasebeti, Sayfa 268, Ahmet Said Baskısı, 1940.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum