İstanbul
19 Eylül, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

“TEK KAYNAK SÖZLÜ GELENEK” YALANI ÜZERİNE

27 Kasım 2023, Pazartesi 01:58

Alevi Kaynakları Yokmuş, Peh Peh!

Alevi/-lik mevzubahis olununca, farklı kafalardan farklı yorum ve tanımlamalar da kişinin algısıyla beraber ideolojik taraftarlığına göre şekillenebiliyor.

Aleviliğin ne olduğu, ikrar ve itikadi baz alınacağına, daha çok akılları dahi zorlayan, tarihsel süreci inkâr edilerek ele alınmakta.

Bunda şüphesiz bazı “haklı” sebepler olduğunu kısmen kabul edebiliriz, fakat her inancın da kendine has bir felsefi ve dogmatik anlayışla geldiği kökene bakış açısını yorumladığı bir diğer gerçekliktir.

Alevi, yani “Alî evlatları/soyu” günümüzdeki tabiriyle “Ali yanlıları” geldiği inancı İslam içinde “Hakk Muhammed Ali” diyerek tanımlamış ve ehlibeyt erkânı üzere felsefik söylemlerini esas almış ve onların öğretileri üzerine itikatla yürütmüşler.

İnanç önderleri olarak Hz. Muhammed ve al-i ehlibeytine olan ikrarı kalben zikretmiş ve “yolundan döneni lain hain”, ikrarından döneni “münkir münafık” diyerek kendinden ayırmıştır.

Tarihte farklı Alevi zümreleri zuhur etmiş ve birçoğu günümüze değin ulaşmıştır.

Birbirinden, bazı ufak farklı erkân yapıları olsa da özünde taşıdığı fikir aynıdır. Ki bütün bu temel inanç ve düşünce unsurlarını günümüze aktarılan bir çok eserlerde gözlemleyebiliyoruz.

Bu bazen divan, bazen erkânname, bazen buyruk, bazen makalat ve diğer eserler gibi yazmalara konu edilmiştir.

Sadece inançsal konularda değil, bilimsel birçok alanda da eseri miras bırakmışlardır.

İbn Cahiz, İbn Miskeveyhs, Nasireddîn-i Tusî, İbn Cahz el Kimya, İbn-i Sinâ, Demirî Baba, Odman Baba vesaire alimlerin bilimsel ve itikadi yönlerini anlatan çalışmalar ulaşmıştır günümüze.

Kendi tarihinde ve halen günümüzde aydın bir toplum olmayı hedefleyen, kendi çağının ötesine inancını ulaştırmaya çabalayan bir inanç toplumunun ardından hiç bir eser bırakmaması sizce mantıklı bir varsayım mı?

Eserlerimiz yok edildi” yalanının arkasına ne kadar saklanabilirsiniz?

Bunca alim, aydın, kanaat önderi tarihinizde yaşamış, fakat bunların size bir mirası olmayacak, öyle mi?

Bu kadar mı düşünememişler?

Yazık…

Sizin atalarınız tarihte devlet kurmuş, kurumsallaşmış bir dönem, ama hiç bir devlet kayıdı olmayacak, mümkün mü?

Hz. Ali, insanın kendini ebedileştirme arzusuna verdiği cevap “öldükten sonra yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız” olmuştur.

Sizin yarınınıza bırakacağınız, evlatlarınıza miras bırakabileceğiniz en güzel hediye kitaptır.

Tarihsel süreçte bunu en iyi kavramış toplum Aleviler olmasına rağmen, günümüzde kendi mirasını/tarihini red eden toplumda Aleviler olmak üzere…

Maalesef, bazı sözde “araştırmacı-yazar”, “akademisyenler” ve geldiği soyunu dahi inkâr eden sözde “dedeler” inkâr kalesinin komutanlığını üzerlerine almışlar.

Gittikleri yerlerde, katıldıkları sempozyumlarda veyahut muhabbetlerde insanlarımıza yazılı kaynaklarımızın var olmadığı yönünde ifadelerle anlatmaktalar.

Var olan kaynaklarımızı ise “asimilasyon” amaçlı yazılmış eserler olarak nitelendirilip inkâr etmekteler.

Halbuki, hiç değilse bir çok dede, talip veyahut dervişin en azından bir not defteri vardır.

Bu işin kolay yönünü seçmektir. Art niyetli yapılmış, planlı ve bilinçli bir söylemdir.

Naif bir söylem olmadığını her geçen gün daha iyi idrâk etmekteyiz. Bir toplumu yok etmek istiyorsanız var olan tarihi mirasını yok etmelisiniz, tarihsel izlerini silmelisiniz.

Bir toplum ancak bu yöntemlerle yok edilir. Silemiyorsanız da kendi kaynaklarına şüpheli bir hale getirirsiniz ki kendi ulularının öğretilerine yabancılaşsın ve güven duygusunu yitirsin.

Bir yalanı ne kadar tekrarlarsanız o kadar inandırıcı olur. Bu yalanı bir de kendi içinden çıkan popülist çıkarcı cahillere söylettirirseniz bir o kadar daha etkili olursunuz.

Bazı gönül dostlarımızla beraber yaptığımız araştırmalarda, dünyanın dört bir tarafında alimlerimizce kaleme alınmış nice yazma eserin varlığını tespit edebilmiştik.

Hemen hemen bütün ülkelerde Aleviler’e ait yazmalarının olduğu artık bilinen bir hakikat.

Sadece bizden evvel gelenlerle kısıtlı değil, zamanında yaşamış seyyahların notlarında ve devletlerin resmi kayıtların da izlerimizi takip edebiliyoruz.

Yapılması gereken asıl olgu, komşunun yanlışlarına kızarak yeni bir din yaratmak amaçlı inkâr olmamalı, aksine bugünümüze ulaşan bu eserleri, kayıtları analiz ederek “NEDEN FARKLIYIZ” sorusunu cevaplamak.

Bu iş meşakkatli bir iş, zahmet gerektiriyor, kafa yormak gerekiyor, sabır istiyor.

Ve elbette biraz masraf istiyor. Maalesef maddi durumumuz, Aleviler olarak, diğer inançlara göre daha kısıtlı. Bu da zamanla aşılabilecek bir durum.

Alevilik inancı ve tarihi öğrenmek asıl hedefimizse, kaynaklarla beraber Arapça, Farsça, Osmanlıca (eski yazı) gibi dillerin de önemi büyüktür. Çünkü Alevilere ait yazma eserlerin dilleridir.

Maddi konuda size şöyle bir örnek vereyim:

Balkanlarda bulunan Bektaşi, Kadiri, Karabaşi, Aleviyye ve Rifailer bir dergah kurdular. Büyük bir kompleks inşa edildi. Karabaş Kadiri Alevilerin cem ayinlerine katılmıştım. Sohbetimizde kendi cemaat mensuplarından sadece kaynak kitaplar için yaklaşık 2 Milyon Avro topladıklarını söylediler.

Bu toplanan bağışla Irak, İran, Arabistan, Suriye, Yunanistan gibi ülkelerin arşivlerinde bulanan “Alevi” eserlerini satın alarak kendi anadillerine tercüme ettirdiklerini ifade etmişlerdi.

Bu yaklaşımlarına gıpta eyledim ve bir o kadar da tebrik ettim. Yapılması gereken ve izlenmesi gereken doğru yol bu.

Bu çalışmaları yürütecek kafiyeli eleman gerekiyor. Bütün bunları düşünmüş olmalıki bazı kurumlarımız, işin kolayına kaçıyorlar.

Sil baştan, saçmalıklarla dolu ne idüğü belirsiz, her çağırdığı sempozyumcusuna göre değişen bukalemun misali don değiştiren bir “Alevilik tanımı” var.

Bazı üniversitelerde “Alevi kürsüsü” var, anlatımları ve analizleri içler acısı. Bu kürsülerin başlarına getirilenlerin bazılarının tarihsel sürece yaklaşımları ise bir facia. Sorsanız ama “öncü” rolündelermiş, “TARİH” yazıyorlarmış.

Aleviliğin dogmasını yazmanın onurunu yaşıyorlarmış. Anlattıkları inanç doktrinlerinin gerçeklikle alakasının ve hiçbir bilimsel kaynağının olmaması ise bir “kral çıplak” hikayesi.

Ayrıca bu kürsülerin başına getirilen bu şahısların kendi iddialarına hiçbir kaynak vermemeleri ve kendi söylemlerini kayıt altına aldırmamalarını bir kendi kendinize sorgulayın derim, neden?

İnsan hiç kendi anlattığına dahi bu kadar güven duymaz mı ki, kendi anlattığını dahi sansürler?

Bizim yol inancımız, Hakikat kapımızda kişinin bedelinin ne olursa olsun “gerçeği söylemesi” emir kabul edilir.

Gerçekler demine Hû!

Sahi, Alevi kurumlarımız neden var?

Niçin bu kurumsal yapılar oluşturuldu?

Birileri bize yalanlı dolanlı inanç tarif etsin, sürekli gömlek değiştirir misali inanç tarif etsin diye mi varlar?

Son söz olarak, bu yolun bir hizmetkârı olarak naçizane tavsiyem “KAYNAĞIMIZ YOK DİYEN ŞAHIS, AKADEMİSYEN ve KURUMLARA İNANMAYIN / GÜVENMEYİN” derim.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum