İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

SON KIZILBAŞ: ŞAH İSMAİL

25 Şubat 2024, Pazar 22:38

Bir bilim adamı ve tarihçi olarak tanıdığımız Prof. Dr. Tufan Gündüz’ün “Son Kızılbaş-Şah İsmail” isimli kitabını merak ederek okumak istedim. Kitabı okuyup bitirdiğimde, bir bilim insanından beklenen “tarafsız” ve “objektif olma” ilkelerini göremediğimi hemen belirtmeliyim. Tufan Hocanın kitabını, Kızılbaş düşmanı İdris-i Bitlisinin gözüyle yazdığını söylersek abartılı olmayacağı kanaatindeyim. Kitapla ilgili eleştirilerimizi maddeler halinde sunduğumuzda konumuz daha iyi anlaşılacaktır.

TUFAN HOCA ÖNYARGILI

1. Tufan Hoca Alevi-Kızılbaşlar ve Şah İsmail hakkında ön yargılıdır. Daha kitabın ilk sayfasına Şah İsmail’e ait olduğu belirtilen şu beyitleri koymuş.

Ali İsmail’em geldim seyran eyledim.

Zülfikar durmaz kınında yüz bin kan eyledim.

Bu beyitleri ilk okuyan ve Hz. Ali’nin cengaverliğini bilmeyen birisi, Şah İsmail’i kan emici ve kan dökücü olarak algılar. Oysa, bu beyitlerde anlatılmak istenen Hz. Ali ile sembolleşen Zülfikar kılıcının keskinliği ve Hz. Ali’nin yiğitliğidir. Hz. Ali’nin cengaverliği sayesinde, İslam toplumu birçok kez katliamlara ve yenilgiye uğramaktan kurtulmuştur. Bunlardan bazıları Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber kalesinin fethindeki kahramanlıklarıdır. İslam tarihini az çok okuyan herkes bunu bilir. Şah İsmail de kendi soyunu Hz. Ali’ye dayandırdığı için, bir benzetme yapmış. Sonuçta bu bir şiirdir. Şairler bu tür benzetmeleri sık sık yaparlar. Dolayısıyla, Şah İsmail’in yüzlerce şiirinden yukarıdaki beyitleri seçerek kitabının baş sayfasına koymasının anlamlı olduğu kanısındayım. Tufan Hoca için pek şık olmamış.

2. “KIZILBAŞLAR DİNİ FANATİZMLE YOLA ÇIKMIŞLARDI.”

Tufan Hocanın sanırım orta çağdan haberi yok. Orta çağdaki hemen hemen bütün savaşlar “din” adına yapılmıştır. Arap orduları İran’ı, Horasan’ı, Orta Asya’yı ve kuzey Afrika’yı hangi gerekçeyle fethetmişlerdi? Ya da Sasanilerle, Türklerle ve Bizanslılarla “din” adına savaşmadılar mı? Haçlı orduları hangi gerekçeyle Anadolu’ya ve Kudüs’e kadar gelmişlerdi? Burada yapılan savaşlar “din” adına yapılmadı mı? Osmanlı da Avrupa’daki fetihleri ve savaşları “din” adına yapmamış mıydı? Yavuz Sultan Selim’in de Şah İsmail’e karşı açtığı savaşın gerekçesi Safevileri “İslam dışı-din dışı” gören anlayışına dayanmıyor muydu? Sayın hocam, Siz Osmanlı’daki dini ulemanın bu konudaki fetvalarını hiç okumadınız mı?

Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki savaşın esas nedeni bölgenin ele geçirilmesi ve ticaret yollarını kontrol etme mücadelesidir. Yani, kısaca ekonomik çıkarlara dayanmaktadır. Şah İsmail’in amacı, Akkoyunlu devletinin mirasını devralıp, onu bir imparatorluğa dönüştürmektir. Aynısını Yavuz da düşünüyordu. Üstelik saldıran taraf da Osmanlı ordusudur. O tarihte Sivas’tan sonra gelen bölge Dulkadiroğulları ve Safevilerin hakimiyetindeydi. Çaldıran savaşı hangi devletin toprağında oldu sayın Tufan Hocam? Neden olaylara tek taraflı bakıyorsunuz? Siz bilim adamı mısınız, yoksa İdris-i Bitlisinin tarihçi başı mısınız? Eğer bilim insanı değilseniz sizin yazdığınıza bir şey diyemem. Okuyup geçerim. Ama, bilim adamı sıfatıyla yazıyorsanız itiraz ederim.

3. “KIZILBAŞ’LARIN BAZILARI ŞAH İSMAİL’İ TANRI OLARAK GÖRÜYORDU”

Tufan Hoca bu iddiaları da Venedik'li bir tüccarın anlattıklarına dayandırmaktadır. Hoca, burada da kendisine malzeme aramış ve bulmuş! Kızılbaşlar Şah İsmail’i hem Şeyh hem de Şah olarak görüyorlardı. Yani hem dini bir lider hem de siyasi bir önder olarak kabul ediyorlardı. Bunu hoca bilmiyor mu? Biz bilmediğini varsayarak anlatmaya çalışalım. Kendisinin Alevi ve Kızılbaş kültürüne vakıf olmadığı anlaşılmaktadır. Zira, Şah İsmail soyunu Ehli Beyt’e dayandırmaktadır. Bu nedenle, Kızılbaşlar Şah İsmail’e tanrı gözüyle bakmazlar. Ancak, tanrı tarafından kendilerine bir lider olarak gönderildiklerine inanabilirler. İkisi birbirinden çok çok farklıdır. Üstelik Şah İsmail’in böyle bir iddiası da söz konusu değildir. Şiirlerinde Allah, peygamber ve peygamber ailesine (Ehlibeyt) karşı sonsuz bir sevgisi vardır. Aşağıdaki iki dörtlük de bunu açık bir şekilde görebiliriz:

Evvel ol Allah adı söylenir.

Cümle ibadetin başıdır tevhid.

Pirim şeyh Safi’den bize kalmıştır.

Sofi kardeşlerin kanıdır tevhid.

x x x x x x x x x x x x x

Şu aleme bir nur doğdu.

Muhammed’in doğduğu gece.

Yeşil kandilden nur indi.

Muhammed’in doğduğu gece.

Tufan Hoca sanırım Şah İsmail’in şiirlerini pek okuyamamış. Ya da işine geleni cımbızla seçerek alıntılamakla yetinmiş. Amacının farklı olduğu anlaşılıyor.

SAFEVİ DEVLETİNİN KURULUŞUNA KATILAN TÜRKMENLER

4. “Safevi devletinin kuruluşuna Osmanlı’daki Türkmenlerden fazla katılan olmamıştır.

Tufan Hocanın bu iddiası kendi yazdığı kitaptaki bilgilerle çelişmektedir. Kitabın 60. sayfasında şöyle demektedir:

Osmanlı merkezi yönetiminin İran’a göç edenler konusunda teyakkuz halinde olduğu görülmektedir. II. Bayezid’in sancaklara gönderdiği fermanlarda meselenin özüne dair herhangi bir değerlendirme yapılmayıp sadece İran’a giden Erdebil sufilerinin yakalandıkları yerlerde idam edilmeleri ve mallarının müsaderesi (el konulması) emredilmiştir.

... II. Bayezid’in böylesine katı bir tutum sergilemesinin nedeni halk arasındaki İran’a göç etme eğilimlerini sert bir şekilde bastırmak olduğu açıkça bellidir. Bununla birlikte fermanların sık sık yenilendiğine bakılırsa bu hususta da tam bir başarı elde edilmediği, bazı idarecilerin sufileri yakaladıktan sonra ya rüşvet alarak ya da mallarına el koyarak onları serbest bıraktığı anlaşılmaktadır.“ 

Sayın hocam, bu yazdıklarınızla çeliştiğinizin farkında mısınız?

Tufan Hoca, Faruk Sümer Hoca’nın Safevi devletini kuran esas unsurun Anadolu’dan ve Osmanlı hakimiyetindeki bölgelerden gittiği görüşüne de karşı çıkmaktadır. Faruk Sümer Hoca “Oğuzlar-Türkmenler” adlı eserinde İran’a göç eden Türkmenler hakkında şöyle yazmaktadır:

Safevi hareketi Anadolu’da altıncı, fakat en devamlı ve en kalabalık bir göç hareketine sebep olmuştur. .... Doğu Anadolu Safevi idaresinde kalsaydı, bir müddet sonra burada TÜRKÇE'den başka bir dil konuşulmayacaktı. Osmanlı idaresi bu bölgedeki göçebe Türk unsurunu yerinde tutamadı.

İran’a giden Türkmen aşiretlerini göç ettiren gerekçelerden biri inanç olmakla birlikte, ekonomik nedenleri de bulunuyordu. Osmanlı bürokrasisi TÜRKMENLERİ ikinci sınıf vatandaş olarak görüyordu. Oysa, Safevilere katılan Türkmenler orada asil ve asıl unsur olarak kabul edildiler. Ordu komutanı ve eyaletlerde yönetici olarak görevler üstlendiler. Safevi devletini bir imparatorluk devletine taşıdılar. Başta Prof. Dr. Faruk Sümer olmak üzere, tarafsız olan tüm tarihçiler de bu görüşe katılmaktadır. Ama, Tufan Hoca Osmanlı yönetimini savunmak adına tarihi gerçeklere karşı çıkmayı içine sindirebiliyor. Ayrıca, kendi kitabındaki bilgilerle çelişmeyi de göze alabiliyor. Hem “Osmanlı’dan Safevilere katılım azdı” hem de “Katılanlar hakkında sık sık ölüm fermanları çıkarılıyordu” diyor. Tufan Hoca, yine kendi yazdığı kitapta “Şehzade Ahmet’in oğlu Murat 10 bin kişilik ordusuyla Nur Ali’ye (Safevi komutanı) katıldı” diyor. Hangisi doğru hocam?

5. PARA SİKKELERİNDEKİ YAZILAR VE ÜÇ HALİFE’YE LANET OKUNMASI

Tufan Hoca kitabındaki görüşlerini Şah İsmail’e ve Safeviler’e muhalif ve düşman olan çevrelerin yazmış olduklarına dayandırmaktadır. Safevi kaynaklarını ise, çok az kullanmış. Örneğin para sikkelerinde “La ilaha illallah Ali Veliyullah” yazıldığını belirtmiş. Bunu da yine Safevilere muhalif olan tarihçilere dayandırmaktadır. Oysa Şah İsmail’in bastırdığı paralarda “La ilaha İllallah, Muhamed’en Resullah, Ali’yi Veliyullah” (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın Elçisidir, Ali Allah’ın dostudur) yazılmıştı. (Prof. Dr. Oktay Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Devieti Tarihi, sayfa, 58)

Bu paralardan başta British Museum’da (İngiltere) olmak üzere birçok müzede orijinalleri bulunmaktadır. Tufan Hoca’nın bunu bilerek kullandığını tahmin ediyorum. Çünkü, Osmanlı uleması ve bürokrasisi Şah İsmail’i, Hz. Ali’yi, Hz. Muhammed’den üstün tutmakla itham ediyor ve bu yalanı Çaldıran savaşına gerekçe olarak kullanıyordu. Oysa gerçek böyle değildi. Yukarıda Şah İsmail’e ait beyitlerde bunu açıkça görebiliriz. Sanırım Tufan Hoca da bunların etkisinde kalmış. Osmanlı’nın resmi kayıtlarını kendisine esas kaynak olarak almış. Bunun sonucunda da objektif tespit ve yorumlardan mahrum kalmış.

Safevilerin hutbelerde üç halifeye lanet okuduğu iddiası da tamamen bir kara propagandadır. Tufan hoca da bunu aynen kitabına koymuş. Hutbelerde, sadece Kerbela katliamında halife olan Yezid ve onun ordusunda görev alan üst düzey komutanlara lanet okunuyordu. Şah İsmail’in üç halifeye lanet okutması da mümkün değildir. Zira Şah İsmail, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin üç halifeden kız alıp-verdiğini bilen birisidir. Yani, Hz. Ali’nin üç halifeye düşmanlık yapmadığını bilecek kadar bilgi ve donanıma sahip bir liderdir. Üstelik ordusunda üç halifenin ismini taşıyan komutanlar da bulunuyordu. Örneği de Tufan Hocanın kendi kitabında vardır. Sayfa 131 de Çaldıran savaşında ölen Safevi komutanlarını sayarken Pir Ömer Bey’in ismini de vermektedir.

6. “KIZILBAŞ KATLİAMI ŞÜPHELİDİR”

Tufan Hoca kitabında Şah İsmail’in ve Safevilerin “katliamlar” yaptığını sık sık belirtmektedir. Ona inanmaktadır. Ancak, sıra Osmanlı’ya gelince “Bu katliamlar şüphelidir” “Katliam olsaydı kayıtlarda belli olurdu” gibi kendisinin de inanmadığı iddialar ileri sürmektedir. Osmanlı ordusunda bulunan ve Çaldıran savaşının baş kışkırtıcısı olan İdris-i Bitlisinin yazdıklarına da inanmamaktadır. Oysa, İdris-i Bitlisi “Selim-Şahneme” adlı eserinde kırk bin Kızılbaş’ın katledildiğini övünerek anlatmaktadır. Üstelik, Osmanlı din ulemasının Kızılbaşlar hakkındaki “Katli vacip, malları helaldir” fetvasını da herhalde şüpheli görmektedir. Tufan Hoca, belge ve itirafları yok sayıyor. Bu nasıl bir tarihçilik anlayamadım. Tufan Hocaya yine kendi yazdığı kitabından alıntılar yaparak cevap verelim:

Buna karşın Osmanlı kaynakları ısrarla Şiiliğin yayılmasını İslam memleketleri için büyük tehlike arz ettiğine vurgu yaparlar. Celalzade, Safevilerin İslam’ın esaslarını ortadan kaldırıp yeryüzündeki inanç sahiplerini saf dışı ettiklerini, küfürden daha kötü ve sapık bir yola girdiklerini kayd ettikten başka, Sultan’ın (Yavuz Selim) “Mademki o topluluk bu yola gidip sapıklık yolundan dönüp tövbe etmiyorlar, her yönüyle kafirden daha kötüler” diye düşündüğünü belirtiyor. Keza, Hoca Sadettin Efendi’de Safevilerin dinsiz ve sapık oldukları için bertaraf edilmelerinin bir mecburiyet şekline dönüştüğünü bildirir.” (Sayfa, 117)

Tufan Hoca da Safeviler ve Şah İsmail hakkında aynen yukarıdaki şahıslar gibi düşünmektedir. Osmanlı din adamlarının yukarıdaki sözlerinin gerçekle bir ilgisinin bulunmadığını Tufan Hoca bilmiyor mu? Tufan Hoca, tarihi olaylara bir bilim adamı olarak değil, bir mezhebin savunucusu gözüyle bakmış. Mezhepçi bakış açısı Tufan Hocayı kör etmiş. Yavuz Sultan Selim Safevi topraklarında bin kilometre yol alıp savaşmaya gidiyor, ama bütün suç Şah İsmail’de oluyor. Oysa, Şah İsmail Osmanlı’yı bir kardeş devlet olarak gördüğünü ve savaşmak istemediğini Yavuz Sultan Selim’e yazdığı mektuplarda dile getirmektedir. Tufan Hoca bu mektupları okumadı mı? Mezhepçilik ve “Osmanlıcılık” insanın ruhunu sarınca, objektif ve tarafsız olma ilkesi ortadan kalkıyor. Ve tarihi olayları analiz etmekten yoksun bırakıyor.

Makalemizin sonuna gelirken, kitabın başlığı olan “SON KIZILBAŞ” sözüne de değinmek istiyorum. Sayın Tufan Hocam, Şah İsmail son Kızılbaş değildir. Türkiye’deki Alevi Türkmenler Kızılbaşların ta kendisidir. Bilginiz olsun.

Sonuç olarak, “Son Kızılbaş-Şah İsmail” kitabını okuduktan sonra hayal kırıklığına uğradım. Bir bilim adamı, bir tarihçiden, özellikle de ünvanı Prof. Dr. olan birinden bunu hiç beklemezdim. Tufan Hocaya ve tüm tarihçilere olayları gerçek bir bilim adamı gözüyle analiz etmelerini öneriyorum.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum