İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

SERÇEŞME HACI BEKTAŞ VELÎ -4

04 Kasım 2024, Pazartesi 15:10

Araştırmacı yazar Hamza Aksüt, “Mezopotamya’dan Anadolu’ya Alevi Erenlerin İlk Savaşı (1240) adlı eserinde kitabının girişine şu notu düşer: “Alevi erenlerinin ilk savaşı ve Alevi tarihinin önemli bir parçasıdır. Baba Resul olayı, 1240 yılında kadın, erkek kitleler halinde Mezoputamya’dan Orta Anadolu’ya akan bu inanç selinin kahramanları kimdir?

Şimdiye kadar çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Baba İshak, Baba İlyas ve Dede Garkın kimdir?

Bu kitapla öğreniyoruz kim olduklarını, yurtlarını, boylarını, obalarını… Bu kitapla öğreniyoruz onların Mardinli, Urfalı, Diyarbakırlı olduklarını…”1

“Alevi-Bektaşi geleneğinde Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya metaforik olarak “güvercin donu” nda geldiği kabul edilir. Güvercin, bilindiği gibi, barış, kardeşlik ve hoşgörüyü simgeler. Bu durum, Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya barışçı amaçlarla geldiğinin özellikle Alevî-Bektaşî çevreler tarafından kabul edilmiş ve sözlü kültürde nesilden nesile aktarılmış biçimidir.

Yine aynı çevrelerde Hacı Bektaş Velî’nin bir elinde geyik, diğer elinde aslan tutan portresinin de çok yaygın olarak kullanılması aynı şeyi ifade eder. Yine Hacı Bektaş Velî, Alevîlik içerisindeki önemli bazı ocakların kendisine bağlandığı büyük bir pîr-mürşid olarak bilinir. O’na sürekli Hz. Pîr diyen Alevî-Bektaşîler, başta cem âyinlerinde olmak üzere gündelik ve sosyal yaşamlarında onu daima yüceltirler. Belli peryotlarla icra ettikleri cemlerde sürekli ismini anarak ona “hünkâr” derler ve bu yüzden dergâhın eşiğine sürekli yüz sürerler.

O, Horasan’da Ahmed Yesevî ocağından aldığı feyz ve maneviyat ışığını Anadolu’da Hacı Bektaş Dergahında daha da olgunlaştırarak Anadolu insanının anlayacağı ve özümseyeceği bir şekle dönüştürmüştür. Bu yüzden ocakzâde dedeler ile bu gelenekten gelen ozanlar, onu “yolun serçeşmesi” olarak görür, yani yolun kaynağı, tüm erenlerin önderi, bu yüzden de örnek alınacak önemli bir model olarak kabul edilir.

Böylece Hz. Ali’nin don değiştirmiş hali olarak da kabul edilen Hacı Bektaş Velî’nin sıcak ve sevgi dolu dünyası ölümsüzleşmiş ve sunmuş olduğu evrensel mesajlar, çağlar ötesinden gelerek insanlığı aydınlatmıştır.”2

“Eline, diline, beline sahip ol”: Alevi-Bektaşilerin üç önemli ilkesi… Bu sözün değişik açıklama ve yorumları yapılmaktadır., Elinle koymadığını almayacaksın, yani hırsızlık yapmayacaksın, Gözünle görmediğini söylemeyecek, yalancı tanıklık etmeyeceksin. Kendi eşinden başkasıyla çiftleşmeyecek, yani başkasının ırz ve namusuna göz dikmeyeceksin.

Bu yorumdan başka yapılan ise şöyledir: El gerçekte il demektir. Öyleyse üzerinde yaşadığın, kültürünü bıraktığın ve yaşadığın öz yurdunu, toprağını koru.. Yurduna sahip olmasını bil. Diline sahip ol: Öteden beri kullanıp geldiğin ana, öz dilini de toprağın, yurdun gibi koru. Türkçeyi yaşat ve egemen kıl. Dilinin bozulmasına, başka dillere karışmasına ve yozlaşmasına olanak tanıma. Beline sahip ol: Senin belinden geldiğin ataların ve köklü bir soyun var. O soyun süreğen kılınması için çoğal. Çoğaldıkça soyun da genişleyecek ve toprağınla, dilinle, halkınla yaşayacaksın. Bunlardan hiçbirine sahip olamazsan başkalarının tutsağı olursun. Genelde bu ata sözünün yakın açıklaması birinci biçimiyle yapılmaktadır.

Her ikisi de oldukça usa yatkındır. Ama ikincisini de hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Özünde, bu sözün açıklamasının böyle olması da gerekmektedir. Bu söz., dikkat edilirse kendi içinde, kendine özgü bir uyak ve güçlü bir öğüt olduğunu göstermektedir. Görüldüğü gibi burada üçleme vardır ki Allah-Muhammed-Ali ile simgelenmektedir. Bunlardan herhangi birini yerine getirmemek, bu üç önemli unsura hakaret etmek demek olacaktır.”

Bu yol Velayenâme’ye göre Hacı Bektaş Veli’nin Rum’a (Anadolu’ya geliş güzergahı:

“Âşıkpaşa-zâdenin verdiği bilgilerin dışındaki bilgiler, Bektaşi Menakıb-nâmeleri ve Velayetnâmedeki bilgilerden ibarettir. Buna göre Hâcı Bektâş-ı Velî’nin Anadolu’ya gelişi şöyle bir seyir tâkip etmiştir: Horasan’dan Türkistan’a (velâyetle) giden Hâcı Bektâş-ı Velî, mürşidi Ahmed-i Yesevî tarafından Rûm’a gitmekle görevlendirilir. Önce hacca gitmeye niyetlenen Hâcı Bektâş Necef’e gelir. Hz. Ali’yi ziyaret eder ve orada bir erba’in çıkarır…

Hâcı Bektâş-ı Velî Kadesa’llâhuu sırrahu’l-‘aziz bir cema’at-ı kavmla seyrân iderken bir ırmağa geldiler anun balıkları fi’l-cümle sudan taşra çıkup fasih dille selâm virdiler Hünkâr Ululuğuna karşu dizilüp istikbâl eylediler Hazret-i Hünkâr anları esinleyüp eyitdi sağ olun varun tesbihîhünüze meşgul olun didi dahi bu nev’a niçe dürlü remz ü rumuzlar gösterüp ol yirün halkın kendüye muhibb eyledi şimdi ol kavme Hünkâriler dirler andan dahı gidüp Necaf deryasına geldi Şâh-ı Necefi ziyaret idüp biraz vakt müvâvir oldu erba’in çıkardı andan dahı revâne olup Beytu’llâha irişdi rivâyet şöyledür kim Hazret- Hünkâr Hâcı Bektâş-ı Velî Kaddesa’llâhu sırrahu’l-‘aziz İmâm Muhammedi Bâkırî seccadesi kurbunda karâr idüp üç yıl Beytu’llahun mücâverrattin eyledi andan Medine-i Münevvere geldi Hazret-i resulün hem merkad-i şerifini ziyâret idüp bir erba’in çıkardı andan Beytü’l Mukaddes Halîlü’r-Rahmâna geldi biraz mücâvir olup erb’ain çıkardı…”4

Aslında Harran ve yöresinin Alevi Bektaşilikle ilgisi sadece bunlarla sınırlı değildir. Horasan erenlerinin Anadolu’ya gelmeden önce buralar hakkında bilgi sahibi oldukları gibi bu topraklar onlar için hac faraziyesi olarak kaçınılmazdır, çünkü Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilince, kesik başı ve kafilesi develere yüklenerek önce Nusaybin’e sonra Harran’a ve daha sorası ise Yezit’e sunulmak üzere Şama’ götürülme duraklarıdır.

“Rivayet ederler ki kafile yürüyüş halinde iken her konak yerinde türlü keramet vukua gelirdi. Bu kerametlerden biri de şudur: Harran’a vardıkları sırada Yahya adında bir Yahudi, halktan bir kısmının kesik başları seyretmek üzere alayı karşılamağa koştuklarını görerek o da kendilerine katıldı ve Hazret-i İmam Hüseyin’in başına yakın bir yere geldikte dudaklarının kımıldadığını görerek şu âyet kulağına geldi:

- Ve seya’lemülleziyne zalemû eyye münkalebün yenkalibûn.

Yahya hayrete kalıp:

-  Bu kimin başıdır? Diye sordu.

Cevap verdiler:

Ali oğlu Hüseyin’in başıdır ki, dedesi Muhammed Mustafa ve büyük annesi Hadice-i Kübra, babası Ali Murtaza, anası Fâtıma-i Zehra’dır!

Gördüğü bu kerâmet Yahya’nın kalbine tesir ettiğinden derhal imana geldi ve evine dönüp Ehl-i Beyt haremindeki kadınlar ve Hazret-i İmam Zeynel’Abidin için elbise ve yemek gibi münasip hediyeler hazırlatıp ayrıca kendilerine bin dirhem de gönderdikte, “Padişah düşmanlarına muhabbet, fesada sebeptir!” diyerek katline kasdettiler. Fakat Yahya da korkudan eser yoktu. Onlara karşı durdu ve kaderi iktizası vuruşup şehid oldu. (Allah rahmet eylesin) kabri Harran’da olup hâlâ “Şehid Yahya” adiyle tanınan meşhur bir mezarı vardır.”5

“XVII. yüzyılın ortalarında Harran’ı ziyaret eden Evliya Çelebi Şeyh Hayat’ın türbesinden şu şekilde bahsetmektedir. “Şeyh Yahya (Hayat) ziyaret yeri Harran dibindedir. Kutupluğu ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesi’nin yanında çöl tarafında büyük bir kubbe içinde mefdundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta Araplar arasında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse ta Basra, Lahsa, umman, Cezayir, Kur’nadan gelip bu sultanın üzerine “Yahya Hayati’nin başı için” deyip duvara el sürse Allah’a yemin etmiş gibi sayarlar.”6

Günümüzde bu şehit Yahya türbesi ve mezarı bu adla bilinirken, yakın zamanda yapılanlar tadilatlarla “Hayat-i Harrani” adlı bir mutasavvıfın ismi ile yorumlanarak, Tabelalar ve tanıtım bu yönde yapılarak, Şehit Yahya bilinmezliğe itilmiş durumdadır. Eğer Fuzuli ve Evliya Çelebi olmasa bizde bu bilmezliğe dahil edilecektik. Şöyle ki:

“Harrân’da yetişen evliyanın büyüklerinden, âriflerin ileri gelenlerinden. Nesebi; Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harranî’dir Urfa’ya bağlı Harrân kazasında doğup yetiştiği için “Harrânî” nisbeti ve “Şeyh-ül-Kıdve” lakabı ile meşhurdur. (Kitabın yazarı 14. Sayfada bu bilgileri verir, 22. Sayfada ise)

Şeyh Yahya Hayât El-Harrânî, XII. Yüzyılda Harran’da yaşamış ve 1185 tarihinde burada vefat etmiş büyük bir İslâm alimi ve mutasavvıfıdır.”7

Tabıi, bu çarpıtma, yanlış yorumlama ve tarihsel tutarsızlıklar bununla da sınırlı değildir. Aynı yazar ve diğer araştırmacılar da tarihsel yanlışlıklar yaparak belli bir hâkim Sünni zihniyeti hâkim kılmaya çalışıyorlar.   

İmam Bakır Türbesi’ne gelince aynı yazar şu ifadeleri kullanmaktadır, ancak burada tarihi tutarsızlığı okurun görmemesi için Hicri takvimi kayda geçiriyor ki, bunu bir diğer araştırmasında vurguladığı tarihte tarihi şahsiyetlerle ilgili verdiği tarihler göz göre göre yanlış!    

Bu türbe: “Harran’ın 3 km. kuzey doğusundaki İmam Bakır Köyü’nde 12 İmam’dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a atfedilen bir türbe ve yanında yine O’nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır.

Anne ve baba tarafından Hz. Fatıma’nın (R.A.) torunu olan ilim, irfan ve takvasıyla herkesin saygısını kazanan ve geniş bilgisinden dolayı “BAKIR” lakabıyla anılan Ebu Cafer İmam Muhammed H. 57 (m.676-677) senesinde Medine’de doğmuştur H. 103 (m.730) senesinde Hamime’de vefat edince naaşı Medine-i Münevvere’ye getirilerek baki mezarlığına defnedilmiştir.

Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran’ın fethi savaşına katılan (m.639) Ebu Cafer İmam Muhammed’in şehit düşen parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin yapıldığı ve köye “İmam Bakır” adı verildiği köylüler tarafından söylenilmektedir.”8.   

Burada verilen bilgilerde Hz. Ömer ile ilişki kurulması tarihsel olarak mümkün değildir. Bu kadar dikkatsizlik olamaz. Çünkü Ömer’in öldürülme tarihi 644, Bakır’ın doğum tarihi 676 bu mümkün değildir. İkincisi İmam Bakır’ın şehit düşen parmağı da inancı değil, ancak, burada ölümü sonucu defnedildiği bu köyden sonradan Abbasiler devrinde çıkarılıp götürüldüğü de neden düşünülesi değil!                                                                                                           

Alevi-Bektaşi inancının kültürel yönden zenginliğini ortaya koyan bu gerçeklere paralel olarak, maddi yaşamla ilgili bu menzildeki rozetleri de yüreklerde taşındı Horasan Erenleri’nin geçtikleri dereleri, aştıkları dağları ve konakladıkları ovaları ünlü romancımız Yaşar Kemal adeta şöyle dile getirir;

“… Anadolu’da da karşımıza çıktı Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Seyhan, Ceyhan suyu…/…/ Ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara, Anadolu’nun her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk …/…/ düşürdüler bizi tozlu yollara, aşırdılar bizi karlı dağlardan, düşürdüler bizi halden hallere… “Birdenbire değil, binlerce yıldan bu yana azala azala, ufalana, küçüle, her toprakta bir parçamızı bırakarak tükendik…

Bir aydınlık su gibi bu toprağın üstünden aktık. Geldik Anadolu’da karşımıza çıktı Kayseri dağı. Ulu, temiz, alımlı, yakışıklı, ışığa batmış, kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımız… Harran ovasında, Mezopotamya’da yüz bin ulu kartal konmuş gibi kıl çadırlarımız. Binlerce kişi, binlerce ceylanla birlikte semah tuttuk üç gün üç gece, kırk gün kırk gece…”9.

İşte bu coğrafya da Türkmen tarihinin ayak bastığı izleri, inanç olarak (ocak kültü)) ise ozanların yüreklerinde taşıdıkları duygu düşünce ve inançları gönüllerinde taşıyarak günümüze kadar, ancak bu kadar getirilmiştir.

KAYNAKLAR:

1- Hamza Aksüt, Mezopotamya’dan Anadolu’ya Alevi Erenlerin İlk Savaşı (1240)”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2006, s.115; * Adnan Çevik, XI-XIII Yüzyıllarda Diyar-ı Bekr Tarihi, s.173-175,180

2- Prof. Dr. Harun Yıldız, “Geleneksel Algıdan Gerçekliğe Hacı Bektaş Velî”, Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, s.174-175.

3- İlhan Cem Erseven, “Alevilerde Semah”, Ekin Yayınları, Ankara, 1990, s.56-57-59

4- İlhan Cem Erseven, “Alevilerde Semah”, Ekin Yayınları, Ankara, 1990, s.56-57-59

4. Yrd. Doç. Dr. Hamiye Duran, “Velâyetnâme”, Hacı Bektaş-ı Velî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 369, Ankara, 2014, s.30-169

5- Fuzuli, “Saadete Ermişlerin Bahçesi”, Maarif Matbaası, İstanbul, MCMLXV, s.522-523

6- Ramezan Şeşen, “Harran Tarihi”, Türk Diyanet Vakfı Yayın matbaacılık ve ticaret İşletmesi, Ankara, 1993, Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.435

7- Müslüm Abacıoğlu, “Hayât bin Kays El-Harrânî ve İmam Bakır Hazretleri”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl kültür ve turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s.14-22

8- A. Cihat Kürkçüoğlu, “Harran Yolların Buluştuğu Kent”, Şanlıurfa Valiliği Kültür Yayınları, Nurol Matbaacılık ve Ambalaj San. A.Ş., Ankara, 2000, s.40-41

9- İlhan Cem Erseven, “Alevilerde Semah”, Ekin Yayınları, Ankara, 1990, s.59; Bekir Yıldız, “Harran”, s.93

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum