İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

SERÇEŞME HACI BEKTAŞ VELÎ: 2

28 Eylül 2024, Cumartesi 15:18

Hacı Bektaş Velî’nin “Serçeşme” olmasının asıl ve esas bir nedeni de adı ve sanının Türk milli kültürel karakteristik özelliğinden kaynaklanmasıdır. Bu durum bilinir, ancak pek üzerinde durulmaz. Oysaki, “Beğ+deş” adı, Beğ+deş; beğ seviyesinde. Beğ demektir.

     “Horasan erenlerinin “Dede” unvanı ile, ayrıca boy beyi konumunda oldukları için “Beyler” diye tanınırlar. Anadolu halkı köy ağaları ile beyi tanımlarken: “Ağalık varlıkla olur, beylik soydan gelir.”1 diye ifade ederler ki, Bey asalet, güven ifade eden bir sözcük veya sıfat olarak, karakteristik bir anlam içerir.

      “Anadolu’da ilk Selçuklu beylerinin Sünni anlayışa fazla riayet etmedikleri, Sünni anlayış doğrultusunda politikalar ortaya koymadıkları görülmektedir.

      Türkmen babaları, aynı zamanda, bazı eski Türk Şamanları gibi, mensubu oldukları kabilelerin hem reisleri hem de dinî liderleri idiler.”2. diğer bir ifade ile hem şah hem de padişah (hem bey hem de eren) idiler.

      Burada sözü edilen karakteristik özellik, kişilik yapısı ile evrensel bir dünya görüşünü ifade etmektedir. Bu bir kültürel kimlikle olarak da ifade edilir, ancak, Hacı Bektaş Veli bu görüşü inançsal bir temel ilke yapmıştır.

      “Ertuğrul’un yanında birkaç yüz yarar yoldaş varidi. Ertuğrul eyitdi: “Hey yârenler, cenge tuş geldük. Yanımızda kılıç götürürüz. Avret gibi geçüb gitmek erlik değildür. Elbette şunlarun birine mu’âvenet itmek gerek. Gâlibe mi mu’avenet idelüm, yoksa mağluba mı? Eyitdiler: “mağluba mu’avenet ‘asârdür. Âdemimüz azdur ve hem yeğine kuvvet demişlerdür” dediler. Ertuğrul eyitdi: “Bu söz merdâneler kelâmı değildür. Erlik oldur-kim mağluba yardım idevüz. Hızır gibi bun deminde bîçârelere medet yitişe. Dest-gîr olavuz”3 didi.

     İşte bu özellik Alevi-Bektaşiliğin de ana prensiplerinden ilkidir, Hacı Bektaş Veli bu duygu, düşünce ve inancı, özellikle Hazreti Hüseyin’e yapılan zulme karşı “Tavella ve Taberra” (zalime karşı, mazlumdan yana) kuralı olarak genel prensip olarak öngörmüştür.

     “Anadolu’ya göç yoluyla gelen sufî dervişlerin bazıları, Horasan’da iyi bir eğitim görmüş olmalarına rağmen Anadolu’da göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasına yerleşmiş, dinî ve dünyevî konularda onlara yol göstermeye çalışmışlar, onların sevgisini ve saygısını kazanmışlar, şehre yerleşen Horasan menşeli veliler gibi düşüncelerinde insan sevgisini ön plana çıkarmışlar, “baba” veya “dede” sıfatlarının yanında halkımız tarafından Horasan erenleri sıfatıyla da taltif edilmişlerdir.

     VII. (XIII.) yüzyılın başlarında Horasan ve Maveraünnehr, Belh, Semerkant’a, Harzem’den Nişabur’a kadar Sultan * Muhammed Harzemşah’ın (596-617/1200-1220) yönetimi altında bulunuyordu.”4

      “Harzemşahlar Türk kültür çevresinin bir hazinesi olan Mukaddemet ül-Edeb’de, alp sözü, yiğit ve yiğitlik ile karşılanıyor; alplık kıldı anlayışı da yine böyle yorumlanıyordu. Alp kişinin yanında ve içinde, daha birçok özleri olmalıydı. Alp Erenler sözünde de erenlerin ruh ve heyecan yapıları, alp sözünü tamamlıyordu.

     Hacı Bektaş Menakıbında verilen şu tanıtmayı da sunmadan geçemeyeceğiz: Uluların adına, Ay-Doğmuş Alp derler; bunlar Oğuz Ata isimleridir. Alp demek Oğuz dilince pehlivan, demektir.”5

     Burada öne çıkan Alp misyonu ki; “Alp: yiğit, cesur, kahraman”, İslam tarihinde ise “Ali” (Allah’ın Aslanı) sıfatı ile özdeşleştirilerek zalim zulmüne son verecek, Hz. Ali, Ebu Müslim-i Horasanî, Hz. Hamza’nın İslam önderi olarak benimsenmesi Türklerin İslam’ı kabullerinde önceliklerden biridir.

     Hacı Bektaş Velî ve diğer Horasan erenlerinin Anadolu’daki hayatları hakkında günümüze kadar yeterli olmasa da birçok araştırma olmasına rağmen ne yazık ki, Güneydoğu Anadolu’ya gelişi ve kadem bastığı ilk yurdu hakkında yeterli araştırma ve incelemeler yapılmamıştır.

      İşte bu yazımızda kısa da olsa bu konu hakkında tarihî, dinî, edebî ve kültürel açıdan bu konuya ışık tutmaya çalışacağız. Horasan doğan güneş memleketi, Alevi-Bektaşi Dede ocaklarının kaynağı da Horasan ocağının kıvılcımları ocak kültü “ışık” aydınlatma simgesi olarak Alevi-Bektaşilikte “Gün Muhammet, Ay Ali, Yıldız Hünkâr Hacı Bektaş Veli” deyimiyle simgeleştirilmiştir.

     “Osmanoğulları’nın kaçınılmaz başarıları daha başlamadan, bütün kutsallıklar Osmanlılığın Politik ve Askercil örgütlenişi uğruna ılgar ettiler. Bu ılgar edişin en büyük ve köklü iki sembolü Şeyh Üdebâli ile Hacı Bektaş oıldu.”6

      “Elvan Çelebiye göre Hacı Bektaş Velî, Şeyh Edebalı başta olmak üzere pek çok erenin piri * olmasının yanında büyük orduların da komutanıdır.”7

      “Claude Cahen, Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya muhtemelen Harzem’in Moğollar tarafından işgalinden sonra sığınacak bir yurt arayan Harzemşahlar ile birlikte 1230 yılına doğru gelmiş olabileceğini söyler. * Ethem Ruhi Fığlalı, onun Anadolu’ya gelişinin, Kayseri’de Battal mescidi’nde Evhaüddin Kirmânî (635-1238) ile görüşmesi dikkate alındığında, en geç 1220’li yıllarda olacağını söyleyerek Cahen’e muvafakat eder. *”8. Oysaki hiçbir araştırmacı İbrahim Kafesoğlu’da dahil Harzemşahlar’ın ilk devrine ilişkin bilgi veremedikleri için ilk devir Harzemşahla’ı Şahı Urfa Kısas köyünde türbesi bulunun Harzem Şah Mehmet hakkında bilgi vermemektedir. Oysaki Harzemliler’in Urfa’daki tarihleri 11-12. Yüzyıla dayanır. Horasan erenlerinin bölgeye gelişi bu açıdan tesadüfi değildir.

     “Bu taifenin bir kısmı Fırat’ı aşarak Suriye arazisine girmiş, bir kısmı da Tatar takibinin durduğunu görerek geriye dönmüş… Elcezire’nin Fırat’a kadar olan bir kısım sahasına yayıldıktan sonra geriye dönmüş olan Kayıhanlılarla, Harzemlilerden bir kısmı Urfa, Harran ve Rakka toprağında yerleşerek buralarda Melikşah zamanından beri yerleşmiş olan Türkleri teksif etmiş olduklarından şüphe edilmemelidir.

     Sivereğin batısında ve Sivereğin 38-40 km. yakınında Harzem’in adını muhafaza eden büyük bir şehir harabesi vardır. Harzem Türklerinin en kesin merkezlerinin bu şehir olduğu korumakta olduğu isminden kuvvetle tahmin edilebilir.”9

      “Hacı Bektaş Veli’nin tarihi kervan yolu olan ipek yolunu kullanarak Anadolu’ya geldiği anlaşılmaktadır. Burada Esra Doğan’ın da ifade ettiği gibi, Hacı Bektaş Velî Nişâbur’dan sonra Horasan caddesini takip ederek Irak’a gelmiştir. Zira Emeviler ile Abbasilerin hakimiyetleri döneminde en önemli yol olan “Cadde-i Horasan”, Buhara’dan başlayarak İran’ın güneybatısında yer alan Nişâbûr, Rey, Sâve, Hemadan, Hangiyn, Kirmanşah, Kâzımiyye, Bağdat, Kerbela, Kûfe ve Necef’e giden yoldur.

     Burada belirtmemiz gereken bir husus, Velâyet-nâme de İmam Muhammed Bakır’ın Türbesinin Mekke’de bulunduğu, Hacı Bektaş Veli’nin burada üç yıl ibadet ettikten sonra Medine’ye geçtiğinin belirtilmesidir.”10 *

     Ali ile Muaviye arasındaki savaş, “Tarafların ilk sıcak temasları Sıffın savaşından kısa bir süre öncedir. Hz. Ali’nin el-Cezîre bölgesine vali olarak atadığı Eşter, görev yerine giderken Harran ile Rakka arasındaki Merc’te Muaviye’nin bölgedeki görevlisi ed-Dahhâk b. Kays el-Fihrî ile karşılaşınca taraflar arasında çatışma meydana geldi.”11

      Bütün bu verilen bilgilerde özellikle “Harran” gibi bazı yerleşim yerleri ile ilgili bilgiler “ehlibeyt” ileri gelenleri ve Horasan erenlerinin “hac” addettikleri beldelerdir.

    “Örneğin, İslam’ın temel kurallarından biri olarak kabul edilen “hac” farzını hiçbir Osmanlı padişahı ve halifesi de yerine getirmemiştir.”12

      Yukarıda sözü edilen İmam Bakır adına Urfa-Harran’da bir türbe de vardır, Kısaslılar her yıl bu türbeyi ziyaret eder ve kurban keserler.

     Bu türbe: “Harran’ın 3 km. kuzey doğusundaki İmam Bakır Köyü’nde 12 İmam’dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a atfedilen bir türbe ve yanında yine O’nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır.”13.

     “Selman bulunduğu yerden ayrıldıktan sonra Harran’a gelir. Su ihtiyacını gidermek için arayıp da bulduğu suyun önünde duraklar ve elini yüzünü yıkarken ansızın bir ejderha çıkar karşısına. Ejderhadan kurtulmanın yolunu ararken ya Ali imdadıma yetiş beni bu ejderhadan kurtar der. O anda bir atlı çıkıveriyor kılıcını ejderhanın ağzına dayıyor ve ejderhayı ikiye ayırıyor.”14

     Bu mistik-mitolojik ifadelerin coğrafi bölgesini ise Evliya Çelebi görmekle şöyle anlatır: “Bu Harran civarında ‘Aynırez’ ziyaretgâhı vardır. Harran toprağında “Dihdaniye Irmağı’ derler bir akarsu vardır ki Rakka Kalesi civarında ‘Belih Irmağı’ ile bir olup Fırat’a dökülür. İkisi de hayat suyu gibidir. ‘aynırez’, Arapça ‘pirinç gölü’ demektir Hazreti Ali burada Muaviye ile Sıffın savaşını yaparken pirinç ekip suyunu içerek kandığından hâlâ onun kerametiyle kendiliğinden pirinç hasıl olan bu göle ‘Aynırez’ derler. Türkmanlar girip yıkanır. Herkesin, Arapların ve Türkmanlar’ın ziyaretgâhıdır.”15

        Sözü edilen bu göl muhtemelen Selman-ı Pâk’ın bu gölde yıkanırken gelen bir atlının ki, bunun Hz. Ali olduğu söylenen Ayn el-Arus gölüdür. Yani su üzerinde kök salarak çiçek açan Kısas yerel şivesi ile nitelendirilen “Aynaruz Çiçeği”dir. Ayrıca Urfa ili Suruç ilçesinde de bir Şeyh Salman Türbesi’nin varlığı bütün bu anlatılanların Urfa bölgesi ile ilgisini ortaya koyması açısından önemli ipuçları vermektedir.

     “Hz. Ali’nin atı, ön ayaklarını batıya, araka ayaklarını da doğuya uzatarak, tüm dünyayı kaplamış. Bu dağdaki ayak izlerini atın batıya uzattığı, ön ayaklarının izleriymiş.
 

     Ali Dağı’nda açan bir çiçeğe de “Makam Çiçeği” denir. Bu çiçek Hz. Ali’nin atının terinin damladığı yerlerde açarmış. Kutsal sayılan bu “Makam Çiçeği” toplanarak, kurutulup saklanır.”16

    “Bir toprağın vatan olması için oraya insan oğlunun canı ve kanı gibi kendisine bağlı destanları, düşleri, türbeleri ve mezarları sinmeli. Coğrafyayı ordular kuşatır., fakat vatanı halk yaratır. Bu toprağın gerçek fatihi ve sahibi onun türbeleri, yatırları, şiirlerinin omuzuna yaslanan destanlarıdır.”17

 

1- Hacı Bektaş Veli’nin 1240 yılında mesesini toprağa gömerek, kuru ağaç sonradan yeşererek ağaç olduğuna inanılan ağaç görüntüsü Amasya Türkmen Kıyamına gidişi, Meses, çift sürerken karasabana yapışan toprağı düşürmek için sıyırmaya ve koşum hayvanlarını sürmek için kullandığı, kuru ağaçtan yapılma uzun asa.

 

*****

1- Hüseyin Dedekargınoğlu, Dede Garkın Süreğinde Cem”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2010, s.63

2- Doç Dr. Harun Yıldız, “Anadolu Aleviliği”, Ankara Okulu Yayınları: 175, Ankara, 2014, s.48-49-60

3- İbn-i Kemal, “Tevârih-i Âl-i Osman I. Defter”, Haz: Şerafettin Turan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.16

4- Prof. Dr. Mürsel Öztürk, “Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan (Moğol İstilasına Kadar)”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 2740, Ankara,2001, s.IX-30-31; * günümüzde ilk devir Harzem Şah Mehmet adına Urfa Kısas köyünde bir türbe vardır.

5- Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonları)”, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982, s.246; (ME, 97b, 200a);* (TS, I 111).

6- Sadık Göksu, “Sokrat ve Eflatun’dan Günümüze Ahilik”, Polat Kitapçılık, İstanbul, 2000, s.20

7- Prof. Dr. Harun Yıldız, “Geleneksel Algıdan Gerçekliğe Hacı Bektaş Velî”, Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, s.37

8- Edt. Tolsson, E. Özdallga, C. Rauvere, “Alevi Kimliği”, Türk Tarih Vakfı Yayınları: 70, İstanbul, 1999, s.4

9- Hasan Açanal, “Urfa Tarihi (M.Ö. 2000-M.S.1400)” Şurkav Yayınları :17, Ankara, 1997, s.112-113

10- Haz. Atsız, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, C.2, İstanbul, 1972, s.223;

11- Doç. Dr. Adnan Demircan “Ali - Muaviye Savaşı”, Beyan Yayınları, İstanbul, 2002, s.110

12- Baki Öz, “Alevilik Tarihinden İzler”, Can Yayınları: 69, İstanbul, 1997, s.30

13- A. Cihat Kürkçüoğlu, “Harran Yolların Buluştuğu Kent”, Şanlıurfa Valiliği Kültür Yayınları, Nurol Matbaacılık ve Ambalaj San. A.Ş., Ankara, 2000, s.46

14- Dr. Ömer Uluçay, “Alevi Nusayrilik İtikat-Folklor (Selman-ı Farısi)”, Bedran Matbaacılık İstanbul, 2013, s.142

15- Aşir Kayabaşı, “GAP Bölgesinde Horasan Erenleri”, Cem Vakfı Kısas Kültürel Miras Geliştirme Projesi, GAP Bölgesinde Alevi-Bektaşi Yerleşmeleri ve Şanlıurfa Kültür Mozayığınde Kısas” Sempozyum Bildirileri, 25-27 Mayıs 2007, Şanlıurfa, s.120;

16- Muhsine Helimoğlu Yavuz, “Diyarbakır Efsaneleri”, Doruk Yayınları: 31, Ankara, 1990, s.183.

17- Prof. Dr. Cahit Tanyol, “Beynimizdeki Vatan Coğrafyası ve Düşmanları”, Cem Aylık Siyasi Kültürel Dergi, Yıl: 5, Sayı. 56, İstanbul, 1995, s.6; “Aşir Kayabaşı, “Urfalı Alevi-Bektaşi Şairleri, s.245

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum