SERÇEŞME HACI BEKTAŞ VELÎ -1
25 Eylül 2024, Çarşamba 11:20“Veli Hacı Bektaş’ın, ana baba tarafından Arap olmadığı ortadadır. Onun Türkler arasında, Türk kültürü ile yetiştiği gerek yaşantısından gerek düşüncesinden anlaşılıyor. Buna karşın, Hacı Bektaş’ın soyunun İmam Ali’ye çıkarılması; gerçekte İmam Ali’nin manevi mirasına sahip çıkmaktan kaynaklanır. Hacı Bektaş’a Veli unvanının verilmesi de işte bu yüzdendir. Hacı Bektaş, yaşadığı dönemde, Anadolu’da “serçeşme” pınarların başı (asıl kaynak) olarak görülmüştür.
Hacı Bektaş ile İmam Ali arasında kan bağı olmasa bile ilim (bilgi) bağı vardır ve çok güçlüdür. Bu bağ gerçektir. Bu nedenle, onun soyunu imamlara ulaştıran soy kütükleri doğru sayılabilir… Sıradan insanlar, işte bu manevi bağlantıyı bilmedikleri için, Hacı Bektaş’ı bir Arap gibi görme yanılgısına da düşmüşlerdir.”1.
Oysaki, Bektaşi inancı yetmiş iki millete bir nazarla bakmaya düstur olarak kabul ettiğinden, “Belden gelen değil, yoldan gelen Bektaşi’dir.” Düşüncesini esas aldığını vurgulamakla evrensel bir bakış açısına sahip olunduğunu da ortaya koymaktadır.
“Dede Garkın, Baba İlyas, Emiîrci Sultan ve Hacı Bektaş Velî gibi sûfiler, o dönemde konar-göçer çevrelerin hem dinî önderliğini hem de yöneticiliğini yapmışlar; ama kırsal kesimde yaşadıklarından dolayı, şehirlerde kaleme alınan dönemin kaynaklarına neredeyse yansımamışlardır.”2
Ancak, Türk tarihi, kültürü ve inançsal ritüelleri irdelendiğinde karşımıza özgün bir milli Türk “töresi” çıkar.
“Töre; eski Türklerin yazısız hukukudur. Sonradan yazılı kaideler de eklenmiştir. Kelimeyi ilk defa yazılı şekilde Orhun Kitabelerinde görüyoruz. Eski Türk yazıtlarında. “Törü” şeklinde geçmekte ve “kanun, nizam, anane ve türemek” anlamlarına gelmektedir. Daima “El (il) törüsü” şeklinde geçmekte ve “Devletin, milletin, vatanın töresi”ni ifade etmektedir.”3
Bu törel öngörü Hacı Bektaş Veli tarafından da Alevi-Bektaşiliğin Anayasası; “eline, diline ve beline sahip ol” inançsal bir temel ilke olarak benimsenmiştir. Bu ilkeden hareketle Anadolu’da yurt tutulmuştur.
“Berriyecik, Viranşehir’in doğusundaki yörenin adıdır. Resulayn, Berriyecik’in güneyinde, Ceylanpınar yöresidir. Bozova ise günümüzde Şanlıurfa’nın bir ilçesidir. Bu yöreler, Alevi erenlerinin ilk yurdu ve ilk merkezidir.
Alevi erenlerinin birinci merkezi olan Berriyecik’ Bektaş adlı bir topluluk vardı. Bu topluluk, yörede en az üç ‘göçebe-kışlak köye’ ad vermişti. Bu köylerden biri, Bektaş-ı Büzürk (Büyük Bektaş) idi. * Öteki ikisi ise, resmi adı Fiddan-ı Süfla olan (Aşağı Fiddan) Aşağı Beğdeş ve Yukarı Beğdeş köyleri idi. Bu iki köy Harran’da idi. * ”4
“Hacı Bektaş Veli’nin Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesindeki dergâhın içerisinde bulunan türbesinin yanı sıra, Şanlıurfa Viranşehir ilçesine bağlı Sergen (Barut) köyü yakınlarında bulunan TİGEM arazisi içerisinde bir ziyareti mevcuttur. Söz konusu ziyaret bilim camiası tarafından 2000’li yılların başlarında tespit edilmiştir. Sergen köyü halkı Arap olup Şafii mezhebine mensupturlar. Yörede gerçekleştirdiğimiz saha çalışmalarında, diğer köylerin de Arap ve Kürt aşiretlerinden müteşekkil ve Sünni inancına mensup oldukları tespit edilmiştir. Bunun yanında, ziyaretin adının günümüzde halen yöre halkı tarafından Hacı Bektaş olarak bilindiği ve yörede çocuklara yakın zamana kadar da Bektaş ya da Hacı Bektaş isminin yaygın olarak koyulduğu görülmüştür.
Sergen köyü yakınlarındaki Hacı Bektaş Veli Ziyareti, düz ve geniş bir arazideki büyük bir meşe (pelit) ağacı ve bu ağacın yaklaşık 1 km. ilerisinde bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi’nden oluşmaktadır. Sergen köyü ve ziyaretin yakınlarında bulunan diğer köylerde yerleşik topluluklar tarafından buradaki Hacı Bektaş Veli ziyaretinin nasıl oluştuğu hakkında yaygın olarak anlatılan menkıbevi bir anlatma mevcuttur. Buna göre Hacı Bektaş Veli, burada meydana gelen bir savaşta kendisini ve dervişlerini takip eden askerlerden kaçarken önce asasını yere saplamış ve asa yeşererek bugün ziyaret edilen meşe palamudu (pelit) ağacına dönüşmüştür. Ardından ağacın az ilerisinde mezarlıktaki türbesinin olduğu yerde ise dervişleriyle birlikte sır olmuştur.
Menkıbeye göre Hacı Bektaş Veli’nin asası ağaca dönüşürken sır olduğu yer ise kendisine ait türbenin de içerisinde bulunduğu bir mezarlık olarak günümüze kadar gelmiştir. * Mezarlığın ortasında bulunan türbenin tavanı ve duvarlarının üst kısımları yıkık haldedir. Türbe etrafındaki mezarların ise izlerinin kaybolmaya yüz tuttuğu ve az sayıda mezarın konumunun tespit edilebilir durumda olduğu görülmüştür. Ayrıca gerek türbe gerekse türbeye yaklaşık 1 km. uzaklıkta olan Hacı Bektaş Ağacı geniş bir düz ovada yer almaktadır. Hacı Bektaş Ağacının ovadaki tek ağaç olması da ayrıca dikkat çekicidir.”5
Yukarıdaki Hacı Bektaş Veli, burada meydana gelen bir savaşta kendisini ve dervişlerini takip eden askerlerden kaçarken önce asasını yere saplamış ve asa yeşererek bugün ziyaret edilen meşe palamudu (pelit) ağacına dönüşmüştür. Söylencesi aslında tarihsel olarak 1240 Amasya Kıyamına gitmek için, çift sürmede kullandığı meses (asa) onun sığır güttüğü ve toprağı işerken kullandığı iş aracıdır. Buradan onun sığır çobanı olduğuna işaret edilmektedir ki, onun ispatı da Hacı Bektaş (Sulucakarahöyük) Beştaşlar mevkiinde sığır güttüğü (çoban) gerçeği ile örtüşmektedir.
Bu bağ o kadar güçlüdür ki Urfa Kısas köyünde; “Misafir olunan bütün evlerde bir Hz. Ali tasviri, bir Hacı Bektaş veli tasviri bir de Atatürk’ün resimleri bulunmaktadır. Hatta, Mustafa Kemal’i bir Mehdi olarak görmektedirler. Bazılarının deyimiyle Anadolu Alevileri için “Mustafa Kemal” olsa olsa Hz. Ali’nin, Hacı Bektaş Veli’nin don (elbise) değiştirmiş halidir, Mehdidir.”6
Ancak, buna bu er kişilerin yaşamı, milli ve kültürel kimlikleri ve söylemlerinden önce adından başlamak üzere birçok değişik ifadelerle adı, sanı ve kimliği konusunda benimsenmiş unvan ve sıfatları üzerinde durmak gerekmektedir.
Beğ-deş; Beğ seviyesinde, Bek-taş; berk taş, Hâce; Efendi, Hünkâr; Sultan, Pir; Mürşit, Seyyid, Hacı; ‘Kerbelâ ve yöresini ziyareti’, Velî; Velâyet, Serçeşme; sıfatlarına uygun olarak Dede Garkın ocağı ile Şah İbrahim ocağı taliplerinin taktıkları “geyik derisi tac” ihtilafını (Geyik Derisi tac takma sorununu barışla sonuçlandırması) ve Alevi-Bektaşiliğin Anayasası’nı; “İline, diline, beline sahip ol” sözcük, deyim veya kavramını üç sözcükle ifade ettiğinden her çevrede sevilip, benimsenerek “serçeşme” olduğuna işaret etmektedir.
Bu belirsizliğin nedeni ise, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Türkmenlerin, kurdukları devlet yönetimi ile kısa sürede dil, inanç ve törede ters düşmeleri yanında bu devletlerin zamanla kendi öz kültürel değerlerinden soyutlanarak, kendi tarihlerini kendilerinin kaleme almayarak, tarihlerini yabancılara yazdırmaları, Türk dilini bir tarafa bırakarak, Anadolu Selçuklunun Farsçayı, Osmanlı’nın ise Arapçayı yazı dil olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle olsa Fransız Tarihçi Claude Cahen;
“Türklerin Batı Asya’ya girişi, dünya tarihinde, Müslümanlar için olduğu kadar Hırıstiyanlar için de çok önemli bir yer tutar. Ancak, derinliğine bir inceleme yapılmamış olan bu konu üzerinde çalışmalara yeni yeni başlanmaktadır. Çok uzun süre Türk tarihi, kamuoyunu ve hatta bilim adamlarını ancak Avrupa tarihiyle münasebetleri ölçüsünde ilgilendirmiştir. Netice itibariyle, batılı kaynaklardan istifade edildiğinden bu konuda Avrupalıların bakış açılarına bağlı kalınmıştır.
Şüphesiz, İslam araştırmacıları, Türklere yolları üzerinde rastladılar, fakat bir taraftan Arapça ve Farsça kaynaklarının Hrıstiyan kaynaklarına nazaran daha az araştırılmış olması, diğer taraftan İslam tarihçilerinin Türk tarihini kendi bütünlüğü içinde ayrı tutmaya pek titizlik göstermemeleri ve Yeniçağ Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çalışan bazı tarihçilerin, Ortaçağ Türklerinin menşelerine inmek için büyük bir meraka sahip olmamaları gibi sebepler yüzünden bugün hâlâ gerçeklere uygun, mükemmel bir Türk tarihi mevcut değildir.”7 der.
Prof. Cons Mol ise, “Anadolu Devlet-i Selçukiyesi’ne Osmanlı namı verilirken, Türk milliyeti unutuldu. Türk an’aneleri tekmelendi. Türk fikri istihkar (hor, hakir görme) edildi. Bu tahribat Osmanlı hükümetinin menşe ve gayesi edildi.
Türkmenler ki, bunlar, merkez-i Asya Türklerinin en halis ahfadıdırlar (torunları). Bulundukları mıntıkaları, henüz tamamiyle takviye edilemediğinden, adet-i hususiyetleri malum değildir. Yalnız şu cihet düşünülmelidir ki, bunlar İslâm iseler de İslâmiyet’in teceddüt (yeni) mezheplerinden Bektaşi ve Kızılbaş mezhebine mensupturlar. Hatta bu alakadarlıkları o kadar şöhret bulmuştur ki, Sünni mezhebine mensup olan Türk, kendisine Türk kelimesini izafe etmekten nefret ediyor.
Çünkü hocalar ona öğretmişlerdir ki Kızılbaşlar Türk’tür. Burada Türkmenlerin böyle bir mezhebe mensup olmaları belki de bu isim altında bir din temsil etmeleri, büyük bir ehemmiyet kesp ediyor.”8
Oysaki, “Uygurlar hariç, diğer bütün Türk kavimleri kuvvetle, İslam medeniyeti tesiri altına girmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu yüzden eski Göktürkler tarafından millî bir Türk geleneği haline getirilen tarih yazma, millete hitap etme, halka hesap verme gibi necip duygular büyük ölçüde terk edilmiştir.
Ancak, Türkler hakkında ihtiyatlı davranmayı onların suyuna gitmeyi, en çıkar yol olarak ettirmiştir. Bundan dolayıdır ki Arap aleminin en kuvvetli bilginlerinden Câhiz, Türkleri “İslâmiyet’in cevheri” veyahut “temeli” olarak tasvif etmek mecburiyetinde kalmıştır. Türk-Arap aydınları ileride baş gösterecek olan anlaşmazlığı bertaraf etmek için de: “Kalpleri ayrıldıkları yerde kuvvetlendirmek” gibi iltifatlarla Türkleri teskine çalışmıştır.
Kâşgarlı naklettiği bir diğer hadiste, Buhara bilginlerinden bir zatla Nişaburlu diğer bir zatın Peygambere isnad edilerek söylenen bir hadisini daha eserine eklemiştir. Bu hadise göre: “Peygamber aleyhisselam kıyamet alametlerinden, âhir zaman fitnelerinden ve Oğuz Türklerinin zuhurundan bahis açarken Türk dilini öğreniniz, çünkü onların, uzun sürecek pâdişahlıkları vardır.”9. Demiştir.
3- Hacı Bektaş Velî’nin kadem bastığı Güneydoğu Anadolu’da saliklerine ait virane Mezar Taşı
*****
1- Rıza Zelyut, “Türk Aleviliği (Anadolu Aleviliğinin Kültürel Kökeni)” Kripto Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti., Ankara, 2013, s.312
2- Prof. Dr. Harun Yıldız, “Geleneksel Algıdan Gerçekliğe Hacı Bektaş Velî”, Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, s.82;*Ocak, ortaçağ Anadolu’sunda İki büyük Yerleşimci (Kolonizatör) Derviş”, s.7,43-64, 77-107.
3- Prof. Dr. Mehmet Eröz, “Millî Kültürümüz ve Meselelerimiz”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1887, Ankara, 1996, s.7; * Atatürk “eline, diline ve beline sahip ol” düsturunu, işgal altındaki yurdu ve milletini kurtararak, “dil”ini ise “Ali Okulu” projesi ile başlatmış olduğu, harf inkılabı ile hayata geçirmiştir.
4- Hamza Aksüt, “Anadolu Aleviliğinin Sosyal ve Cografi Kökenleri”, Art Basın Yayın Kültür Hizmetleri, Ankara, 2002, s.37-46; N. Göyünç, 16. Yüzyılda Mardin Sancağı, s.2002
5- Dr. Bülent Akın, “Ritüelleri ve Anlatımlarıyla Kutsal Mekanlar (Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği- 1”, Paradigma Akademi, Çanakkale, 2020, s.90-91-92
6- Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, “Alevi-Bektaşi Kimliği (Sosyo-Antropolojik Araştırma)”, Timaş Yayınları, İstanbul, 1995, s.315
7-Claude Cahen, “Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi”,Çvr. Y. Yücel-B. Yediyıldız, TTKY.,Ankara,1992,s.1
8- Prof. Cons Mol, “Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı? Yaşamayacak mı?”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık: 316, İstanbul, 2008, s.16-60-61
8- Haz: Ahmett Caferoğlu, “Kâşgarlı Mahmut”, Milli eğitim Bakanlığı Yayınları: 3185, İstanbul, 1999, s.19-20-34-35
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum