İstanbul
09 Ocak, 2025, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

SEMPOZYUMA BAK: ŞAH İSMAİL ZALİM, ALEVİLER SAPKIN!

07 Ocak 2025, Salı 16:42

Alevi Bektaşiler açısından 2024’ün en önemli gelişmesi, 1524 yılında Hakk’a yürüyen büyük Türk hakanı, şairi ve devlet adamı Şah İsmail Hatâî’nin 500. ölüm yıldönümünü anmak amacıyla çok sayıda etkinlik düzenlenmesiydi.

Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı öncülüğünde düzenlenen ve üniversitelerimizle birlikte çeşitli devlet kurumlarımızın da katıldığı anma etkinlikleri, ülkemizin mezhepsel ayrılıkları bir kenara iterek, ortak tarihimiz ve değerlerimize hep birlikte sahip çıkmak adına çok önemli bir kilometre taşı oldu.

Bunun yanında, çok sayıda Alevi Bektaşi kuruluşun da Şah İsmail Hatâî’yi anma etkinlikleri düzenlemesi dikkati çekti. Alevi Vakıflar Federasyonu, Horasan Erenleri Dernekler Federasyonu, Duisburg Alevi Toplumu (AGD) & Alevi İnanç Toplumu Almanya (AİTA) ve Avusturya Alevi İnanç Toplumu (ALEVI) yanında, onlarca Alevi Bektaşi kuruluşu söyleşiler, paneller, sempozyumlar ve konserler düzenleyerek İran ve Azerbaycan Türkleri ile birlikte Türkiye’de de Şah İsmail Hatâî’nin milyonlarca muhibbi olduğunu göstermiş oldu.

Alevi Bektaşi toplumunun kendi değerlerini güçlü bir şekilde sahiplenmesi asimilasyoncu ve yıkıcı Ali’siz Alevilik fitnesinin geri püskürtüldüğü kanaatimi de güçlendirdi.

Kurumsal ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak, Alevi Bektaşilerin önümüzdeki dönemde inançlarına, kültürlerine ve tarihlerine daha fazla sahip çıkacaklarını öngörüyorum. İtikadî anlamda bir nevi “rönesans” (uyanış) yaşanacağını söyleyebilirim. Alevilere devlet düşmanlığı dayatarak, terör örgütlerine havuz açmak isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalacak.

Şah İsmail Hatâî hakkında bilgi edinmek isteyecek ilgili okurlarıma 3 temel kaynak kitap ve 1 roman önereceğim.

ŞAH İSMAİL HATÂÎ’Yİ MERAK EDENLERE ÖNERİLERİM

Kanaatimce, bu güne kadar Şah İsmail Hatâî ve Safevî devleti hakkında yazılmış en kapsamlı eser Azerbaycanlı Prof. Dr. Oktay Efendiyev’in “Azerbaycan Safevî Devleti” eseridir. Bu alana ilgi duyan herkesin başucu kitabı olması gerektiğini düşünüyorum.

Öte yandan, Doç. Dr. Babek Cavanşir’in Azerbaycanlı araştırmacı Ekber N. Necef ile birlikte hazırladığı “Şah İsmail Hatâʼî Külliyatı” büyük hakanın edebi dünyasına ulaşmak için Türkiye’de hazırlanmış nadide bir başvuru kaynağıdır.

Şimdi Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanı olarak hizmetlerini sürdüren Ali Rıza Özdemir’in “Türk Hakanı Şah İsmail” eserinin ise, hem devlet adamı ve hem de inanç önderi olarak Şah İsmail’in hayatını inceleyen en önemli eser olduğunu düşünüyorum.

Aynı şekilde, Alevi kökenli bir kalemin elinde çıktığı için önemli nüanslar barındıran Reha Çamuroğlu’nun tartışmalı romanı “İsmail” de kanaatimce, büyük hakanı anlamak için bir kapı açıyor.

2009’DA BİR “GARİP” ŞAH İSMAİL SEMPOZYUMU

Bu çok kıymetli eserlere karşılık, okumanızı hiç önermeyeceğim, hatta bilakis uzak durmanızı tavsiye edeceğim bir eser de var: “Safeviler ve Şah İsmail”.

Kitap, Garip Dede Türbesi Koruma, Onarma ve Yaşatma Derneği’nin 8 Kasım 2009 tarihinde düzenlediği “Uluslararası Safeviler ve Şah İsmail Sempozyumu”na sunulan bildirilerin bir araya getirilmesi ile hazırlanmış. Sempozyumu düzenleyen ve kitabı yayınlayan ekipte Alevi Bektaşi toplumunun yakından tanıdığı Prof. Dr. Ali Yaman da var.

İşin ilginç tarafı, katılan bilimciler arasında sempozyumun düzenleyicilerden birisi olan Prof. Dr. Ali Yaman dışında Alevi de yok üstelik! Sempozyuma Rusya’dan, Azerbaycan’dan, Gürcistan’dan ve İran’dan bilimciler katılmış. Yaman dışında Türkiye’den katılan sadece iki bilimci var ve ikisi de Sünni kökenli! Prof. Dr. Yaman, bu sempozyuma neden kendisi dışında bir Alevi Bektaşi kökenli bilimci davet etmedi, bilemiyorum.

Şimdilerde sosyal medya hesabından sürekli birilerine akademik çalışmalarda Alevi kökenli bilimcileri tercih etmek yönünde tepkiler veren Prof. Dr. Ali Yaman’ın kendisinin düzenlediği bir sempozyumda bunu gözetmemesi en azından tutarlı davranış açısından sorgulanır.

Ama, konu burada da bitmiyor. Yurtdışından katılan bilimcilerin içerisinde ise, Şiîler çoğunlukta! Prof. Dr. Yaman’ı takip edenlerin bildiği gibi, bugünlerde her fırsatta Sünnîlerin “Alevilerle ilgili alanlara girmesinden” rahatsız olan, hatta kimi etkinlikleri “şiîcilik” kapsamına alıp eleştiren Prof. Dr. Ali Yaman, 2009’da eleştirdiği her şeyi tek bir sempozyumda yapmayı başarmış!

BİLİMCİNİN KRİTERLERİ AİDİYETİ VEYA İNANCI OLAMAZ!

Bu noktada, yanlış anlaşılmamak için, yukarıda değindiğim bu konuda kendi fikrimi de belirteyim.

Her ne kadar Prof. Dr. Ali Yaman bugünlerde “Alevilik Bektaşilik alanında araştırma yapmak sadece Alevi Bektaşi kökenli bilimcilere mahsus alandır” minvalinde tepkilerini, hem de bir bilimciye hiç yakışmayan üslupla sosyal medya hesabından paylaşsa da, benim bu görüşe katılmam mümkün değildir.

Çünkü, Alevilik Bektaşilik alanında çalışmak ve sağlıklı, yetkin eserler ortaya koymak için Alevi Bektaşi kökenli olmak şart olamaz. Suraiya Faroqhi örneğin, Alevi olmadığı için yok sayılabilir mi? Veya, Ahmet Yaşar Ocak? Veya İrene Melikoff? Ve diğer çok kıymetli bilimciler? Bilimin kendi kaideleri, etiği, metodolojisi ve disiplini vardır. Bu kurallar herkes için geçerlidir.

Ama, asıl sorun şudur: Hangi kökenden olursa olsun; önemli olan kişinin hakikâtin ipini tutup tutmadığıdır. Ancak, bu sempozyumun 2014 yılında yayınlanan makaleler kitabına baktığım zaman, hakikâtin ipine tutulmadığını kimi makalelerde açıkça görüyorum.

YAMAN’IN DÜZENLEDİĞİ SEMPOZYUMDA ŞAH İSMAİL’E ZALİM DEDİLER

İsfahan Azad İslam Üniversitesi’nden Prof. Dr. Muhammed Kerim Yusuf Cemali, “Çaldıran Savaşının Sebep ve Sonuçları (M.S. 1514)” başlıklı makalesinde, Şah İsmail’in “İran içindeki ve dışındaki İslami gruplara ve inançlara sert ve katı bir yöntem kullanıyordu” diyerek, iddiasını “Bu katı ve zalim politika” … “İran ekonomisine telafisi bir daha mümkün olmayacak tahribatlar yapmıştır” sözleri ile sürdürüyor. (sayfa 45)

Prof. Dr. Cemali, makalesinin devamında Şahkulu ayaklanmasına katılanları “daha rahat ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için ayaklanan radikal Şiîler” (sayfa 47) olarak tanımlıyor.

Prof. Dr. Cemali’ye göre, Sultan Selim’in tahta çıkması, “doğu sınırındaki entrikaların bir şekilde önlenmesi ve yeni Şiî Safevî idaresinin önünü kesmek için daha ciddi önlemler alınması gerektiği fikrini ortaya çıkardı.” Yine Prof. Dr.Cemali’ye göre, II. Beyazıd “Anadolu’da Şiî bir Safevî devletinin oluşumunu” durdurmuş! (sayfa 48)

Prof. Dr. Cemali’nin akıllara durgunluk veren bir tespiti de, Çaldıran savaşının sebepleri üzerine! “İran idaresinin entrikaları aslen Çaldıran Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet vermiş”tir! (sayfa 49)

Bitti mi? Bitmedi! Prof. Dr. Muhammed Kerim Yusuf Cemali, devam ediyor: “Şah İsmail I’in karısı dahil birçok güzel Kızılbaş kadının esir alınması ve sonrasında Şah İsmail’in üzüntüden dolayı din ve idare işlerini devletin diğer unsurlarına bırakması ve alkole olan aşırı düşkünlüğü müsamahasının onu ölüme götürmesi”! (sayfa 63)

Bu saçmalıkların ve iftiraların bilimsel bir tespite değil, olumsuz şahsi kanaate dayandığı ve tamamen sübjektif yorumlar olduğu açıktır. Açık olan bir şey daha var; o da, Prof. Dr. Ali Yaman’ın Şah İsmail’i lekeleyen, Anadolu’nun Alevi Bektaşilerini neredeyse Safevî devletinin kuklaları derekesine indirgeyen bu makale ve yazarını bize Şah İsmail Sempozyumu’nda sunmasıdır. Şimdi, kim asimilasyona hizmet ediyor, kim “Şiîlik propagandası” yapıyor, en iyisi kendisi cevap versin!

Bu sempozyum kitabından bir örnek daha verip yazımı sonlandıracağım.

YAMAN’IN DÜZENLEDİĞİ SEMPOZYUMDA ALEVİLER SAPKIN DEDİLER!

Sempozyuma katılan bir başka İranlı bilimci Tahran Üniversitesi, tarih bölümünden Doç. Dr. Resul Caferiyan. Sunduğu bildirinin başlığı ise, “Safevîlerin Kuruluşunda Dinî Islah ve İtidal – Galî Tasavvufî Şiîlikten Fıkhî Şiîliğe Geçiş”.

Caferiyan’a göre, Alevi Bektaşiler “küfüre girmiş Şiiler”dir! Caferiyan Safevî Dergâhı’nda Şiîliğin iki kanaldan beslendiğini belirtiyor: “Birincisi, büyük ihtimalle galî Şiî inançların var olduğu Anadolu kanalı”! (sayfa 87)

Caferiyan Aleviliği açıkça “galî Şiî” inancı olarak tanımlıyor. Galî sözcüğü, Arapça “gulüv” (haddini aşmak) fiilinden türemiştir. Kur’an’da Nisa ve Maide surelerinde haddini aşanların küfür içine girdikleri ve sapkınlıkların Allah tarafından sevilmediği ve acıklı azaba uğratılacağı haber verilmiştir.

Caferiyan da bu durumu açık açık belirtmiş: “Bahsedilen müfrit inanç dolayısıyla Safevî Dergâhı’nın mezhebi temayülünü aşırıcılık, bir başka deyişle fıkıh dışılık olarak görmek gerekir”! (sayfa 87)

Makalesinin devamında “Alevilik itikadının gulat akidesine yakın olduğunu” hatırlatan Caferiyan, Safevî hanedanının temeli ve Kızılbaşlık inancının kökeni “galî Şiîlik”tir, iddiasını sürdürerek şöyle diyor: (Anadolu’ya) “… göç eden Türk kavimlerine intikal eden inanç işte bu galîlerin inancıdır. Açık olan şey, bu dönemde mezhebî inanışın Galî Şiîlikten etkilendiğidir.” (sayfa 92)

Caferiyan durmuyor: “Bu inanışta iki husus önem arz eder: Birincisi, imamlara ilahlığın nispet edildiği bazı damarlara sahiptir ve Safî Hanedanı’nın ve Dergâhı’nın kimi liderlerine de benzer yakıştırmalarda bulunulmuştur. İkincisi, ilk halifelere yönelik derin düşmanlık duygusu teberrî şeklinde Safevî Devleti’nde kendisini göstermiş ve Teberrîler adı verilen bir grup ortaya çıkmıştır.” (sayfa 92)

Caferiyan Alevilerin imamları tanrılaştırdığını iddia etmekle kalmıyor, onları aynı zamanda “ilk halifelere düşmanlık duygusu” besledikleri ve yaydıkları için de suçluyor! Yani, Hacı Bektaş Velî’den beri Aleviliiğin temel düsturlarından birisi olan “tevella ve teberrâ” ilkesini hedef alıyor. Caferiyan devam ediyor: “Safevîler çok çabuk bunun farkına vardılar”! (sayfa 93)

“HAKİKÂT BİR DENİZDİR, ŞERİATTİR GEMİSİ”

Bir makalenin sınırlarını oldukça zorladığımın farkındayım. Ancak, alıntıları göstermediğim takdirde, tartışma hakikât zemininden kaçacaktı. Okura, doğrudan alıntılarla kim, nerede, kiminle ve ne için sorularına arayacağı cevaplar için somut dayanaklar sunmam gerekiyordu.

Prof. Dr. Ali Yaman bir sempozyumun düzenleyicisi ve düzenlediği sempozyumda kendisinden başka Alevi yok. Üstelik, yurtdışından gelenlerin neredeyse hepsi Şiî! Türkiye’den katılanların da hepsi Sünnî! Prof. Dr. Yaman bu duruma tepki vermemiş, tersine sempozyumun düzenleyicisi olarak görev almış. Daha sonra da Alevilere ve Şah İsmail’e hakaret içeren, kabul etmediğimiz, duyduğumuzda bizi inciten iftiraları tekrarlayan sözde bilimsel makaleleri kitap olarak basmış!

Toplumsal algılarla oynamak, Alevi Bektaşiler arasında fitne yaratmak için kullanılan Sünnî-Şiî ithamlarını her zaman reddettim. Beni tanıyan herkes ayrıca bilir ki, insanların siyasi, dini veya etnik aidiyeti üzerinden hiçbir zaman değerlendirme yapmadım ve yapmam.

Konumuz bu değil. Kimse yanlış anlamasın.

Somut alıntılarla gösterdiğim, Alevilere ve Şah İsmail’e yapılan bu iftiralara ve hakaretlere ses çıkarmayan, sunulmasından tam 5 yıl sonra da kitap haline getirilmesine izin veren bir “zihniyetin” bugün durduğu yerin inandırıcılığını ciddi olarak sorgulamak gerekiyor. İnsanlar hakkında hüküm verirken lafa değil, icraata kıymet vermek gerekiyor.

Son söz olarak diyeceğimi, Yunus 700 küsur yıl önce zaten demiş:

Hakikatin manasın şerh ile bilmediler,
Erenler bu dirliği riya dirilmediler.

Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi,
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar.

Bunlar geldi tapıya şeriat tuttu durur,
İçeri girenleri ne varın bilmediler.

Şeriat oğlanları bahis dava kılarlar,
Hakikat erenleri davaya kalmadılar.

Dört kitabı şerh eden asidir hakikatte,
Zira tefsir okuyup, manasın bilmediler.

Yunus adın sadıktır bu yola geldin ise,
Adın değşirmeyenler bu yola gelmediler.
 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum