ŞEHZADE MUSTAFA
13 Ocak 2025, Pazartesi 13:07Muhteşem Yüzyıl dizisi o dönem çalışmakta olduğum Show TV kanalında yayınlanmıştı. Diziyi kanalın ne kadar büyük bir siyasi baskı altında yayınladığını dün gibi hatırlıyorum. Kanal genel müdürlüğü önünde yapılan gösteriler dün gibi aklımda.
Oysa Osmanlı İmparatorluğu'nda Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl dizisinin tarih danışmanlığını Erhan Afyoncu gibi hatırı sayılır bir Osmanlı tarihçisi yapıyordu. Elbette içinde kurgu unsurları olmakla birlikte genel hatları ile tarihi gerçekleri yansıtan bir diziydi.
Ancak bu güruhun ne hayal dünyalarındaki “cedleri” ile dizide izledikleri Osmanlı arasındaki uçuruma, ne de yıllardır Osmanlı üzerinden halkı kandıranların halkın gerçekler ile yüzleşmesine tahammülleri yoktu.
Buna rağmen toplumun ekseriyetinin beğenisini kazanarak izlenme rekorları kıran dizi, bu kesimin tepkisini azaltacak senaryo düzenlemeleri ve kostüm tercihleri ile yayın hayatını başarıyla sürdürdü.
Dizide, Şehzade Mustafa’nın muhtemelen senaristin ilhamı ile senaryoya dahil ettiği hakikate ermesini hiç ummadığı bir istikbale yazdığı ve katledilmesi halinde babasının okuması için göğsüne sakladığı mektubun son satırları hala hatırımdadır.
“…bir gün gelir mazlumların hikayesi de anlatılır. Belki yıllar belki de yüzyıllar sonra biri benim hikayemi anlatır. Birileri işitir ve öğrenirler hakikati. İşte o gün mazlumun hakkı mazluma teslim edilmiş olur.”
İzmir’den İstanbul’a dönüş yolunda ani bir kararla Şehzade Mustafa’nın türbesini ziyaret etmemin ardından hem bir Türk evladı hem de Bektaşi fukarası olarak Mustafa’nın hikayesini değinilmeyen bir açıdan aktarmam gerektiğini hissederek bu uğraşın içine girdim.
Şehzade Mustafa hepimizin bildiği gibi Sultan Süleyman’ın eşi Mahidevran Sultan’dan olma oğludur.
6 Ağustos 1515 tarihinde babası Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadelik yıllarında Manisa’da dünyaya gelmiştir.
Mustafa’nın annesi gerçek adı Baharay olan Mahidevran Sultan’ın babası Kabardey Prensi Temrukzade Mirza Haydar, annesi de Kırım Hanı Mengli Giray Han’ın kızıydı. Mahidevran, asil bir aileden gelmekteydi. Osmanlı kayıtlarında padişah eşlerinin soyları muğlaktır ancak bugün halen varlığını sürdürmekte olan Temrukoğlu ailesi bu bilgiyi teyit etmekte Saide Perizad Temrukoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekine 6 Ekim 2012’de verdiği röportaj ve gazetede yayımlanan nüfus tezkeresi sureti bu tarihi aktarımla örtüşmektedir. [1]
16.yy İstanbul’u hakkında en yetkin kaynaklardan biri olan Türk Mektupları adlı eserin yazarı ve Avusturya monarşisinde görevli bir diplomat olan Ogier Ghiselin de Busbecq de Süleyman’ın beş oğlunun en büyüğü olan Mustafa’nın Kırımlı bir anneden doğduğunu yazmıştır. [2]
Devrin güzeli anlamındaki Mahidevran adını alan Baharay, Kanuni’yle evlendirilmek için yetiştirilmek üzere 11 yaşında saraya gönderilmişti. Sarı kıvırcık saçlı ve beyaz tenliydi. Mustafa ve bebekken ölen kızının dışında bugün adı bile hatırlanmayan bir oğlu daha vardı.
Aktarılan tariflere ve Hicri 957, Miladi 1550 tarihli bir çizime göre en büyük rakibi Hürrem Sultan’dan daha güzel bir kadındı.
Mahidevran Sultan, anne tarafından Kırım Türk’ü, baba tarafından bölge önce Altın Orda devleti, sonra Kırım Hanlığı, 1390’dan sonra da Timur hakimiyetinde kaldığı için, Türk Kültür dairesine alabileceğimiz bir Kabardey Prensi olan Temruk’tan doğma yani Türk kültürü içine doğmuş Türkçe adlı bir prensesti. Oğlu Mustafa’yı da bu terbiye ile büyütmüştü.
Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan’ın Kırım kökenli olduğu bilinir hatta bir iddiaya göre de Kırım hanı Mengli Giray'ın kızıdır ancak baba adının Abdülmuîn’den başka Abdülhay ve Abdurrahman olarak geçmesi bu iddiayı zayıflatmaktadır. Diğer yandan Gerçekten de Yavuz Sultan Selim'in eşlerinden birisinin Mengli Giray'ın kızı ve Beyhan Sultan, Hâfize Sultan ile Devlet-Şah Sultan’ın annesi olan Âişe Hâtûn olduğu kesin olarak bilinmektedir. Ayşe Hafsa Sultan Kırım’dan gelen bir cariye midir yoksa bizzat Mengli Giray Han’ın kızı mıdır sorusu bugün için bile belirsizliğini korumaktadır.
Aralarında akrabalık ilişkisi olsun ya da olmasın Ayşe Hafsa Sultan’ın Kırım kökenli olması, Baharay’a yani Mahidevran Sultan’a yakınlık duymasına sebep olmuştur ve bu yakınlıktan dolayı, Sultan Süleyman’ın annesi Şehzade Mustafa’nın en büyük destekçilerinden olmuştur.
Bu Kırım Türk damarı ilişkilerde o kadar etkili olmuştur ki Şehzade Mustafa’nın bilinen dört eşinden ikisi Kırım Türküdür. Nikahlı eşi Nurcihan Begüm Sultan Tatar prensi Daşkın’ın kızı ve Nerhisşah Sultan’ın validesidir. Diğer nikahlı eşi Fatuha Begüm Sultan Kırım Prensi Mahmud Giray’ın kızıdır ve Mustafa yaşasaydı ve tahta geçseydi tahtın varisi olacak Şehzade Mehmet’in annesidir. [3]
Mahidevran Sultan’ın ağabeyi 16. yüzyıl Bektaşi postnişinlerinden ve şairlerinden olan Sersem Ali Dedebaba, Balım Sultan’ın ilk taliplerinden ve halifelerindendir.
Sersem Ali Dedebaba, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na Balım Sultan’dan sonra atanan ikinci postnişin olmuştur. Hacı Bektaş Dergâhı’na gelişi Balım Sultan’dan otuz altı yıl sonradır. Bektaşiliğin “Babagân Kolu”nda en üst makamı belirtmek için kullanılan bir terim olan “Dedebabalık” adlandırması ilk defa Sersem Ali Baba ile kullanılmaya başlamıştır. Önceleri paşalık ve vezirlik görevlerinde de bulunan Sersem Ali Dedebaba, Bektaşi Tarikatı postuna ilk olarak 1520 yılında oturmuştur. Doğal olarak o da yeğeni Şehzade Mustafa’nın destekçilerindendi.
Rivayet odur ki asıl adı Server Ali Paşa olan Dedebaba Sultan Süleyman’a yol içinde hizmet görmek üzere görevlerinden azlini istediğinde Sultan Süleyman “Bunca makam, güç bırakılır mı sen sersem misin?” şeklinde çıkışmış ve tercihini yola hizmet yönünde yapan Sever Ali Paşa halk arasında “Sersem Baba” olarak anılır olmuştur.
Babagan Bektaşi yolunun iz bırakan simalarından Turgut Koca Halife Baba Sersem Ali Dedebaba hakkında aktardıkları şöyledir; “Kanuni Sultan Süleyman, ilk eşi Mâhidevrân Sultanı, Hürrem Sultan'ın entrikalarıyla eski saraya sürer. Sersem Ali Baba, Mâhidevrân 'ın ağabeyi olması dolayısıyla, Hacı Bektaş-i Veli dergâhından uzaklaştırılır. Bunun üzerine Sersem Ali Baba, Kalkandelen'e gider. Harabâti dergâhında oturur. Bu sıralarda Anadolu'da Celâli isyanları ve özellikle Kalender İsyanı patlak vermiştir. Kanuni, Anadolu'da bozulan düzeni doğrultmak üzere, İbrahim Paşa’yı görevlendirir. Aynı zamanda işleri yatıştırmak için, Sersem Ali Baba'nın, Hacı Bektaş’a dönmesini ferman eder. Sersem Ali Baba, önce Hacca gider. Medine ve Kerbelâ yoluyla Pir evine gelir. 1551 yılında posta oturur. On dokuz yıl meşihat eder” [4]
Muhtemelen Yeniçerilerin Şehzade Mustafa’ya olan desteğinde Mustafa’nın yiğit ve adaletli bir şehzade olmasının yansıra Yeniçerilerin Bektaşi tarikatına mensup olmaları da önemli rol oynuyordu.
Hızır Hayrettin Paşa ve şehzadenin doğduğu Manisa sancağından beri hep yanında olan Pargalı İbrahim, bu dönemde Şehzade Mustafa’nın yanında destekçisi olarak gördüğümüz öne çıkan diğer önemli iki karakterdir.
Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Hızır Paşa’ya dinin hayırlısı manasındaki Hayrettin adı devlete yaptığı hizmetlerden dolayı Sultan Süleyman tarafından verilmiştir. Lakabı olan Barbaros esasen ağabeyi Oruç Reis’e aittir ve ağabeyinin ölümünden sonra Hızır Paşa tarafından da kullanılmıştır. Tarihçi Halil İnancık bu ismin “Baba Oruç” lakabının bozulmuş olmasından oluşmuş olabileceğini söylemektedir. Nitekim Devlet-i Aliye adlı eserinde Barbaros’u Baba Orucca şeklinde anmaktadır. [5] Bir diğer iddia da İtalyanca "kızıl sakal" anlamındaki "barba rossa"dan gelir. Oruç Baba tezi doğru olsun ya da olmasın gerek Bektaşi geleneğindeki köklü Hızır kültü gerekse Hızır Paşa’nın sancağındaki Zülfikar ve Pençe-i Ali Aba motifi onun Bektaşi geleneğinden gelen bir kahraman olduğunu su götürmez bir şekilde gözler önüne sermektedir. Nitekim babasının Selanik’in Vardar ağalarından ve Midilli fatihlerinden Vardarlı Yakup Ağa olduğu da bilinmektedir.
Mustafa’nın en büyük destekçilerinden biri gözde olduğu dönemlerde makbul İbrahim Paşa idamından sonra Maktul İbrahim Paşa olarak anılan Pargalı İbrahim İtalyan ya da Rum kökenli olduğu öne sürülen bir devşirmeydi.
Türk musikisine katkılarıyla tanınan, Boğdan Prensi ve aynı zamanda tarihçi yazar Dimitri Kantemiroğlu’na göre, Pargalı İbrahim sekizinci odaya bağlı bir yeniçeridir. Ancak Hammer onun askeri değil sivil bir eğitim aldığını öne sürerek bu iddiayı kabul etmez. Dolayısıyla Pargalı’nın Yeniçeriliği ve Bektaşi Tarikatına bağlılığı konusu tartışmalıdır. Bilime, felsefeye meraklı, ileri görüşlü, cesur bir devlet adamı olduğu konusunda ise tarihçiler ittifak halindedir.
Pargalı İbrahim, birçok tarihçiye göre Hafsa Sultan’ın kızı, Sultan Süleyman’ın kardeşi Hatice Hatun’la bir evlilik yapmıştır. Uzunçarşılı da önceleri bu görüşte olsa da daha sonra ulaştığı belgelerle görüşünü değiştirmiş ve evliliğinin Muhsine Hatun ile olduğunu savunmuştur.
Nigar Anafarta’nın da Uzunçarşılı'nın bu argümanını destekleyen ve eşi tarafından Pargalı İbrahim Paşa’ya yazılan "Muhsine" imzalı bir mektubu 1996 yılında yayınlamasıyla tarih bilimi açısından bu görüş ağırlık kazanmıştır. Bahse konu Muhsine Hatun Mahidevran Sultan’ın öz yeğeniydi.
Hangi iddia doğru olursa olsun, her iki kadının da Kırım Türkü kökenleri, Manisa yılları ve bizzat lalası olarak onun eğitimine katkıda bulunması ve Kantemiroğlu’nun Yeniçeri / Bektaşi iddiası Pargalı İbrahim’in Şehzade Mustafa’ya olan desteğiyle örtüşmektedir.
Hafsa Sultan, Mahidevran Sultan, Sersem Ali Dedebaba, Hızır Hayrettin Paşa, Piri Reis ve Pargalı İbrahim Paşa … Bu örgüye baktığımızda Şehzade Mustafa iyi yetiştirilmiş, yiğit ve mert bir şehzade olarak İslam’ın Türk yorumu olan Bektaşi tarikatı ve kökü Kırım Hanlığına dayanan Türk kültür dairesinde yoğrulmuş bir grup tarafından desteklenmekteydi.
Hürrem Sultan veya Avrupa’da bilinen adıyla Roxelena günümüzde Ukrayna sınırlarında yer alan Ruthenyalıdır . Tatar akıncılar tarafından kaçırılan Hürrem önce Kırım Hanı’na sunulmuş daha sonra cariye olarak Osmanlı’ya gönderilmiştir.
Her ne kadar Lehli , Fransız ve Çerkes olduğuna dair bir takım rivayerler varsa da Osmanoğulları’nın haremindeki kadınların kökenlerinin açıklanmasına izin verilmediğinden, bunların aileleri , milletleri, dinleri adeta örtülmüş dolayısı ile bu konularda çokça söylenceler, öyküler uydurulmuştur.
1526 yılında İstanbul’a gelen Venedik Balyosu Pietro Bragadino ve 1534’te gelen Daniello Ludovici ‘nin açıkça Hürrem’in Rus kökenli olduğunu yazması[6] bu zayıf rivayetleri tamamen çürütmektedir.
Ona harem adetlerince verilen Farsça “Hürrem” adı , sevinçli, şen, mutlu anlamındadır. Venedik Balyosu (elçi) Pietro Bragdino, Hürrem’in güzel değilse de şirin ve genç olduğunu vurgulamıştır.
Hürrem’in Sultan Süleyman ile tanışması hakkında kesin bilgi yoktur. Padişahlığının ilk senesinde Harem’e girdiği düşünülür.
Hürrem Sultan Süleyman’a Mehmet, Mihrimah, Abdullah, Selim, Beyazid ve Cihangir olmak üzere altı evlat vermiştir. Abdullah henüz iki yaşında Mehmet de yirmi iki yaşında ölmüş ve taht mücadelesinde devre dışı kalmıştır. Tarihçi Necdet Sakaoğlu Mahmud’un annesinin Gülfem Hatun olabileceğini yazar. Cihangir zayıf yapılı kambur ve çok duygusal bir şehzadedir dolayısı ile taht namzeti olarak görülmez. Hürrem’in en büyük emeli büyük oğlu Selim’in ya da Beyazid’ın padişahlığını görmektir.
Bu yolda en büyük destekçileri kızı Mihrimah Sultan, damadı Rüstem Paşa, Şeyh-ül İslam Ebu Suud ve Sultan Süleyman’ın Hürrem’e duyduğu büyük aşktan aldığı güçtür.
Venedik Balyosu Pietro Brangadino her nasılsa sarayın sağır duvarlarından kulağına ulaşan bir dedikoduyu, 1526’da Venedik’e gönderdiği raporuna kaydetmiş ve Padişah’ın büyük şehzadesi Mustafa’nın annesi Gülbahar’ı yani Mahidevran’ı ilgiden yoksun bırakarak bütün sevgisini, ilgisini, diğer üç şehzadesinin annesine yoğunlaştırdığını vurgulamıştır.
Bu aşk öyle bir aşktır ki Hürrem’in padişaha büyü yaptığı söylentileri İstanbul’da konuşulur olmuştur. Busbecq da Türk Mektupları’nda bu konuya temas etmiştir. Şöyle ki Busbecq bir gün İstanbul’da gezerken aşk işlerinde büyük kudret atfedilen iki sırtlan görmüş. Sahipleri bunları kendisine satmak istememişler. Çünkü bu hayvanları Sultan’ın zevcesi için saklıyorlarmış. Zira rivayete göre Hürrem büyü yaparak padişahın aşkını devam ettiriyormuş öyle ki İstanbullular arasında Hürrem’in bir cadı olduğu inancı hayli yaygınmış.
Elbette Hürrem böyle şeylere tevessül etmişse bile bir etkisinin olmuş olduğuna inanmıyoruz ancak rivayet, söylence doğruysa bu ancak onun gözünü ne kadar kararttığının göstergesi olabilir.
Öyle ki bu hırs ve kurnazlık ile kendisini Süleyman’dan resmi zevce payesini alacak ve taht çekişmesinde büyük bir avantaj elde edecek ve genel teamülleri hiçe sayarak oğulları ile sancağa gitmeyecek sarayı hiç terk etmeyecek ve Mustafa’yı ve çevresindekileri gözden düşürmek için her türlü hileye başvuracaktır.
Hürrem cephesinin en büyük destekçilerinden biri şüphesiz devrin Şeyh-ül İslamı Ebu Suud idi.
Abdulkadir Dağlar’ın Türkçe Mektupları Işığında Ebussuûd Efendi’nin Beşerî Münâsebetleri adlı makalesinde Ebu Suud’un ulaşılabilen mektuplarının bir dökümü mevcuttur. Bu dökümde Ebu Suud’un Sultan Süleyman’a 8 , Şehzade Selim’e 4 , Şehzade Beyazid’e 1 , Hürrem Sultan’a 2 , Mihrumah Sultan’a 5 , Rüstem Paşa’ya 3 mektup yazdığı görülmektedir. Pargalı İbrahim Paşa, Mahidevran Sultan, Şehzade Mustafa ve Hızır Hayrettin Paşa’ya yazılmış herhangi bir mektubuna ise rastlanmamıştır. [7]
Yunus Emre’nin şiirlerini bile dine aykırı sayarak, "Bu şiirleri okuyanların öldürülmesi gerekir." şeklinde fetva veren Ebu Suud’un başka bir cephede yer almasını ummak daha önce açıkladığımız gibi İslam’ın Ehlibeyt eksenli tasavvufi Türk yorumuna mensup bu kişiler ile Ebu Suud gibi bir karakterin yıldızlarının barışık olmasını düşünmek mümkün değildir.
Ebu Suud Yunus’u kafir Balkanları irşad etmiş Sarı Saltuk’u keşiş ilan edecek kadar İslam’ın gerici, nakilci yorumunu temsil eden bir yandan da dini menfaati doğrultusunda eğip bükmekten çekinmeyen bir şahsiyettir ve adeta bir noter gibi çalışmıştır.
Rivayet odur ki Sultan Süleyman ölümü halinde içinde ne olduğunu kendisinden başka kimsenin bilmediği küçük bir sandığın ölümü halinde mezarda yanına konmasını isteyen bir vasiyeti vardır.
Sağlığında Padişah’ın noter makamı gibi işeyen Ebu Suud bu vasiyete “Dinimizde cenazenin yanına kıymetli eşyalar konulması caiz değildir. Bu adet Mecusiler'de vardır,Böyle bir vasiyeti yerine getirmeyesiz, dini mübine (İslâm’a) uymaz” diye itiraz eder. Vasiyet yerine getirilmez ve sandık Sultan Süleyman ile gömülmez. Küçük sandık mezara konulmamıştır ama içinde ne vardı, hükümdarının mezarına konmasını istediği şey neydi? Herkesi bunu merak etmektedir. Vasiyet yerine getirilmediğine göre sandık açılmalıdır.
Nitekim öyle yapıldı. Bir de ne görülsün;
İçi, Kanuni’nin yapacağı işlerin, vereceği kararların dine uygun olup olmadığı hakkında şeyhülislama sorduğu sorulara aldığı cevaplar demek olan “fetva”larla doluydu.
Rivayete göre Ebussuud bu olay karşısında “Hey büyük sultan, sen Allah katında kendini temize çıkardın, mes’uliyeti bize yıktın, biz nasıl bunun altından kalkacağız bakalım?” demekten kendini alamamıştır.
Şimdilerde pek mattah bir şeymiş gibi anlatılan bu rivayet esasen bizlere göre Ebusuud’un nasıl çalıştığının bir göstergesi ve suçluluk duygusunun bir ifadesidir. Mustafa’nın katline Ebusuud fetva vermiştir. Pargalı İbrahim’in katline fetvanın da Ebusuud’dan alındığı rivayet edilir. Nitekim Ebu Suud Pargalı’nın idamından sonra hızlı bir yükselişe geçmiştir. Korfu Seferi sırasında Rumeli Kazaskeri Muhyiddin Efendi ve Anadolu Kazaskeri Kadri Efendi’nin Maktul İbrahim Paşa (Pargalı İbrahim Paşa) konusunu açmalarından hoşnut olmayan Kanuni Sultan Süleyman’ın her iki kazaskeri de azletmesi üzerine, Rumeli Kazaskerliğine tayin edilmiş ve daha sonra din sınıfı için en yüksek mertebe olan Şeyh-ül İslam makamına getirilmiştir.
Diyarbekir Beyler Beyi Hırvast asıllı Rüstem Paşa Hürrem’in kızı Mihrimahın eşidir. Mihrimah’ın Rüstem Paşa ile evlendirilmesi Hürrem Sultan’ın, tahtın öz oğullarından birine kalması planının en önemli adımlarından biriydi.
Nitekim Damat Rüstem Paşa’nın Kubbe vezirliğine atanarak İstanbul’a gelmesinden sonra Şehzade Mustafa’nın veliaht şehzadelerin atandığı Manisa sancağından alınarak Amasya sancağına gönderilmesi bir tesadüf değildir.
Hikâyenin sonunu hepimiz biliyoruz. Şehzade Mustafa bu şer ittifakının tezgâhları ile gözden düşürülmüş ve idam edilmiştir.
Bu hikaye fakire hep şu nefesi hatırlatır.
Ey Muâvîler ümmeti ve ey düşmân-ı Muhammedî,
Siz küfrânî, biz şükrânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Sizler tuğyânî milleti, bizler Muhammed Ümmeti,
Siz Mervânî, biz Kurânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz Mervânî-i Cehennemî, biz Muhammedî-i Cennetî,
Siz Şeytânî, biz Rahmânî, Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz Muâvîler askeri, biz Haydârîler leşkeri,
Siz kahrânî, biz lütfânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz Yezîdî, siz pelîdî, biz Hüseynî, biz şehîdî,
Siz butlânî, biz hakkânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz düşmân-ı Mustafa, biz bende-i Âl-i Âbâ,
Siz hasmânî, biz Rahmânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz kâtil-i Âl-i Zehrâ, biz mâtemdâr-ı Mustafâ,
Siz Şimrânî, biz hüznânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz Haccâcî, siz leccâcî, biz Kanberî ve Peygamberî,
Siz nefsânî, biz rûhânî, Siz bir taraf, biz bir taraf.
Siz Şeytânî, biz Rahmânî, zıdd-ı ender zıddız hâsıl,
Siz zulmânî, biz nûrânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.
Şehzade Mustafa’nın idamı ile tarihimiz açısından büyük bir kırılma yaşanmış Hürrem, Ebu Suud ve Rüstem paşadan oluşan gerici düşünce yapısının galip gelmesi Pargalı İbrahim, Barbaros Hayrettin, Piri Reis, Sersem Ali Dedebaba gibi önemli fikir ve bilim adamlarından oluşan kanadın bu mücadeleyi kaybetmesi ile tarih farklı bir şekilde şekillenmiştir.
Tarih bu şekilde gelişmeseydi acaba neler yaşanırdı?
2. Selim Ordu’nun başında sefere çıkmayarak tarihi bir geleneği bozan ve devlet işleri ile ilgilenmeyen ilk padişahtır. Devlet yönetimini en büyük şansı olan Sokullu Mehmet Paşa’ya bırakmıştır. Hareme kapalı bir yaşam sürmüş nitekim hamamda bir rivayete göre de bir cariyenin peşinden koşarken düşmesi sonucu göğüs boşluğunda meydana gelen kanama yüzünden ölmüştür.
Mustafa başa geçseydi binlerce yıllık Türk geleneği devam edecek dirayetli bir hükümdar devletin başında olacaktı.
Mustafa başa geçseydi tekfirci Ebu Suud ve zihniyeti gözden düşecek İslam’ın ilerici yorumu öne çıkacak ve belki Takuyiddin’in rasathanesi Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin’nin “gökleri izlemenin uğursuzluk getirdiği ve her nerede bu gibi bir işe teşebbüs edildiyse devletin zevaline sebep olduğu”[8] yönündeki raporu ve fetvası ile yıkılmayacak bugün uzay bilimlerinde öncü bir devlet olacaktık.
Şehzadelik döneminde dahi denizciliğe ilgi duyan Alanya’da tersane kurdurmuş ve kadırgalar yaptırmış olan Mustafa Başa geçseydi Barbaros’un yeni dünya Amerika’yı fetih düşü belki de gerçek olacak Amerika kıtasında bir Türk devleti veya nüfusu var olacaktı.
Eğer Mustafa’nın yönetiminde Barbaros bu düşünü gerçekleştirebilseydi yeni dünyaya ayak uyduran Osmanlı, yeni ticaret yollarını ele geçirerek ekonomisinin bozulmasına engel olacak ve sanayi devrimini ıskalamayacaktı.
Yaşanan tarihte dahi yeni ticaret yollarına hâkim olamayan bir Osmanlı ‘da dahi 19. YY’da batının sanayi mallarına karşı yerel sanayiinin direnişi, Bektaşi Dergahları ile yerel sanayiinin arasındaki sağlam bağ örneğin Kazlıçeşme deri sanayii ve Bektaşi Dergahı, Sütlüce deri sanayii ve Bektaşi Dergahı, Topkapı döküm sanayii ve Bektaşi Dergahı göz önüne alındığında[9]bu tez yerli yerine oturmaktadır.
Şükür ki yüce yaratan başka bir Mustafa’ya Mustafa Kemal’e fırsat verdi ve tamamen yok olmak üzere olan koca bir imparatorluktan bir devlet çıkarabildik.
Mehmet Akif “Kıssadan Hisse” adlı şiirinde
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
diyor . İbret alınnası dileğiyle. Aşk olsun …
[1] 6 Ekim 2012 Cumhuriyet Pazar Eki 1, 4 ve 5.inci sayfalar.
[2] Necdet Sakaoğlu , Osmanlı’nın Ünlü Kadın Sultanları Hürrem Sultan Maddesi
[4] Detaylı bilgi için bknz. Şevki Koca Nazenin Kültür Esseyid Halife Koca Turgut Baba Divanı s325- 326 , https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/sersem-ali-baba-dedebaba
[5] Halil İnancık Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Devlet-i Aliyye s.159
[6] Necdet Sakaoğlu , Osmanlı’nın Ünlü Kadın Sultanları Hürrem Sultan Maddesi
[7] İlgili Makale için bknz . https://dergipark.org.tr/tr/pub/oa/issue/10937/130714
[8] https://islamansiklopedisi.org.tr/kadizade-ahmed-semseddin
[9] Şevki Koca , Nazenin Yayınları Bektaşi Kültür Argümanlarına Göre Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler s90
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum