İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ŞAH KULU BEY -3

13 Mayıs 2023, Cumartesi 18:03

Şahkulu; Türk kültür ve dinî inancında, Türklerdeki “Göktanrı” inancının Farsça ifadesi, günümüzde ise soyadı olarak “Tanrıkulu” demek olup, Alevi-Bektaşi Türkmenlerin beylerinin “hem şah hem de padişah” anlamında çift misyonlarını ifade eden bir sözcükten öte, inançsal bir kavramdır.

Bu itibarla Alevi-Bektaşi ayın-i ceminde; duaz, gülbang ve semah ritüellerine “Bism-i Şah” deyimiyle başlanır. 

Bey; sıfat, unvan veya deyimine gelince bunun anlamını da; Hâce Beğdeş’in (Beğ+Deş) isminde “beğ” sözcüğünü asalet ifade eden bir sıfat olarak görüyoruz. 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan ve adlarına Alevi ocağı kurulu olan velilerin (ocak pirlerinin) türbe, makam ve ziyaretgâhları hakkındaki tespit ve değerlendirmelerine geçmeden bölgedeki günümüzde durumuna değinmekte fayda vardır. 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tarihine bakıldığında ise bu durum, günümüze kıyasla oldukça farklıdır.

Tarihi olarak incelendiğinde bölgenin ilk evre yapılanan (XIII. Ve XV. Yüzyıl arası) Alevi ocaklarının kurucu önderlerine ve inanç mensubu topluluklarına yurt olduğu görülür.

Anadolu’daki tüm Alevi ocaklarında olduğu gibi evlad-ı resulden gelme ve mürşit ocağı olarak asırlarca işlevini yürütmüş bir ocak olan; Dede Garkın ocağı mensubu oldukları için “Dede” unvanı ile, ayrıca boy beyi konumunda oldukları için de “Beyler” diye tanımlanırlar.

Anadolu halkı köy ağaları ile beyi tanımlarken: “Ağalık varlıkla olur, beylik soydan gelir.” diye ifade ederler. (1)

Bu itibarla olsa gerek Hâce Beğdeş Velî evlâdları soyadı kanunu çıktığında “Ulusoy” soyadını almışlardır.

Urfa Bölgesi Tapu Tahrir defterlerinde olduğu gibi Diyarbakır Tapu Tahrir defterleri de Alevi-Bektaşi-Kızılbaş Türkmenlerin Diyarbakır bağlamında viran edilen köylerini şu şekilde kayda geçirmiştir: 

Ocaklara mensup Türkmen dede ve talip topluluklarının uzunca bir süre bu bölgede yaşadığı ve burayı kışlak olarak kullandıkları bilinmektedir. Kurucu pirlerin XIII. Ve XV. Yüzyıllar arasında ve bir kısmının daha öncesinde yaşadığı bilinen bu ocakların yanı sıra, bölgede XVI. Yüzyıl ve sonrasında teşekkül eden çok sayıda ocağın mevcut olduğu görülür.” *

Yine son yıllarda yapılan Tapu Tahrir Defterleri merkezli arşiv araştırması çalışmaları da bölgenin XVI. Yüzyıl ve öncesinde önemli bir Alevi yerleşkesi olduğunu göstermiştir.

Gerek XVI. Yüzyıla ait Tahrir Defterleri kayıtlarındaki yer ve şahıs isimleri, gerekse, 1518 ve sonrası kayıtlarda karşımıza çıkan “Surh-Serân Vergisi” (Kızılbaşlar Vergisi) ve sayıları yüzlerle ifade edilen terkedilmiş viran köyler, bu yüzyılda ve öncesinde yöredeki Alevi nüfus yoğunluğunu gösteren önemli ipuçlarıdır. 

Ayrıca gerek bölge tarihini gerekse Aleviliği konu edinen güncel çalışmalarda, yöredeki, Alevi ocak dedelerinin şahsî arşivlerinde bulunan şecerenâme ve icâzetnâme türkündeki belgelerin hem söz konusu resmî tarih kayıtları ile hem de sözlü gelenekte aktarılan bilgilerle uyumluluk arz etmesi de bu tespit ve görüşleri desteklemektedir. (2)

Bu viran köyler ve Yavuz- Kürt İdris-i Bitlisi'nin Kızılbaşları Kırdırma Planı Mektupları:

Ben deniz tekrar hürmetlerimi sunarken yeni zaferinizi kutlar ve İslam Sultanı ve Müslümanlar Padişahının huzuruna aşağıdaki bilgileri arz ederim:

Savaş havadislerini Azerbaycan ve Irak'ın en ücra köşelerine kadar ulaştırdık, fakat hoş olmayan olaylar cereyan etti ve birçok müşavereden sonra ihtilaf konularını kaldırmaya muvaffak oldum ve ordu ümerası arasında tam bir fikir birliği sağladım. Düşman ordusunu yok etmek için şu planı hazırladım:  

Ordu'nun kalbine özel saray muhafızları mı ve genç, cesur yeniçerileri orduya kuvvet kazandırmak için yerleştirdik. Ordu'nun sağ kanadında Karaman Emirleri ve Anadolu askerleri ve soluna da Kürdistan Emir ve mülukları yerleştiler.

Ben deniz de tereddüt etme huyuna sahip olan Kürtleri devamlı şekilde ittifak içinde idare etmek maksadı ile aralarında bulundum.

Ben deniz sağında Kürt emirlerinden Sultan Halil-i Eyyubi ve Sasonlu Mehmed Bey, Eğil'li Kasım Bey, Zırki Mehmed bey, Şah Ali bey, Emir Sarim'in oğlu Kasım bey ve Süleyman Nasır bey ve solumda da Bitlis hakimi Şeref Bey, Hizan hakimi Davut Bey, Süleymani Şah Beled bey, Hacılı Sultan Ahmed ve kardeşi Isfahan bey her biri akraba ve askerleri ile süvari ve piyade olarak savaşıyorlardı.

Ben denizin vazifesi ise bunlara nezaret etmek ve intizamı korumak idi. Savaş sırasında sol cenah Kızılbaşların kuvvetli hücumu karşısında zayıf düştü, fakat Ordu'nun kalbini yenememekten dolayı meyus olan Kızılbaşlar ikiye bölünerek zikzak hareketlerle Karahan ve Diyarbekir emirleri ile birlikte sağ cenaha hücum ettiler ve Karamanlılar ve Hüsrev Paşayı büyük bir yenilgiye uğrattılar, fakat Allah'ın inayeti ile bu sırada Kızılbaş kumandanı Karahan katledildi. Ayrıca Birecik hâkimi Akkoyunlu Veli Han Bey'in evlatları Berat hâkimi Sarı ve kâfirlerin ileri gelenlerinden birkaçı cehenneme vasıl oldular. Orduları da toplu halde Berri'ye doğru kaçtılar, ihtiyati sebeplerden dolayı onların takibi mümkün olmadı...

Bu harp sırasında Dulkadir askerlerinin ihmal ve kusurlarından dolayı İslam ordularının kalecilerinden birçoğu şehit oldu. Kürtlerden de birçok kişi öldü; öyle ki, Şeref Bey'in askerlerinden birinin vücudunda 18 yara olduğu halde savaştı ve nihayet yardım görmediği için şehit oldu. Velhasıl, ordumuzun sol kanadında çarpışan Kürtler bu savaşta öylesine erkekçe dövüştüler ki, emirleri bilhassa Ahmed bey onların fedakarlıklarını teyid ettiler...

Bu mektubu yazdığım sırada İnşallah kalenin düşmesi yakındır. Birecik kalesi ve Mardin'in aşağı kalesi düşmüş, toplar üst kaleyi dövmek üzere hazırlanmış bulunmakta ve zafer haberlerini tafsilatlı olarak bendezadeniz Ebu'l-Mevahib yüksek huzurunuzda arz edecektir. Bu fırsattan istifade ederek cesaretinin affı ile aşağıdaki maruzatımın kabulünü istirham ederim.

Diyarbekir'de hazin bir yenilgiye uğrayan Kızılbaş ordusu düşmanlarımızın en seçkin ve en gözde ordusu idi; ve bundan sonra düşmanın tamamen ortadan kaldırılması daha kolaylaşacaktır.

Kanuni Sultan Süleyman” Babası Yavuz Sultan Selim zamanında: Kızılbaşlara karşı cephe alarak müsbet ve hayırlı hizmetlerde bulunan ve şimdi de Devlete doğrulukla hizmetler ifa eden, bilhassa (serasker-i Sultan İbrahim Paşa'nın) bu defaki İran seferine katılarak Kızılbaşların yenilmesine yararlıklar gösteren Kürt beylerine, gerek Devlete karşı gösterdikleri özkulluk ve dilaverlikleri karşılığı olarak ve gerek kendilerinin vaki mürecaat ve istirhamları göz önüne alınarak, her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler geçmiş zamanlardan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi ayrı ayrı ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsülleriyle, oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve Ihsan edilmiştir. eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsülleriyle, oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve ihsan edilmiştir.

Bu münasebetle aralarında aralarında asla anlaşmazlık ve geçimsizlik çıkmamalı, dışardan müdahale ve taarruz edilmemelidir. Bu emr-i celile riayet edilecek, hiçbir suretle üzerinde kalem oynatılmayacak hiçbir yeri değiştirilmeye çektir. Bey öldüğünde eyaleti kaldırılmayıp bütün hududu ile mülkname-i Hümayun uyarınca oğlu bir işe ona kalacak, eğer müteaddit ise istekleri üzerine kale ve yerleri aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşamazlarsa Kürt beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacak ve mülkiyet yolu ile bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutasarrıf olacaklardır... Şeriat ve kanun dairesinden ayrılmayın emirlerindeki reayaya zulüm ve her türlü fenalıklardan kesinlikle sakınmalıdır. (3)

Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’nda Safavi Şah İsmail’i yenip Tebriz’e kadar ilerledi.

Yavuz Sultan Selim İstanbul’a dönmek üzere Tebriz’den ayrıldığı sırada, “Mir”ler kendi toprakları üzerindeki veraset haklarının tanınması talebiyle “… araştırma alanının atlısı, başarı yolundaki kervanın reisi, temel kanunları ve detay kanunlarının mütehassısı, düşünülen ve işitilmiş olan defterlerin düzenleyicisi, kutsallık medresesinin müderrisi, Bitlis bilgininin oğlu düşünür İdris”i ona gönderdiler ve belli bir liderlik altında Safavi Kara Han’ın üzerine yürüyüp, onu Kürdistan’dan kovabilmeleri için, içlerinden birini beylerbeyi tayin etmesini istediler.

Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı verdi: “Kendi aralarından, Kürdistan beylerinden ve hükümdarlarından, beylerbeyi görevini üzerine alabilecek ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri, komutası altında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovmaya gidecekleri birini seçsinler” * 

Bunun üzerine aşiretlerin yapısını iyi bilen İdris, şu tavsiyelerde bulundu: “Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır; herkes ‘yalnız ben olayım, benden başkası olmasın’ diyor ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç, Kızılbaşların topluluğunu parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre; bu durumda, Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün Kürt beylerinin itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu işi en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.

Nitekim böyle de yapıldı ve Bıyıklı Mehmet Paşa Diyarbakır beylerbeyi atandı. (4)

Bu belgeler Diyarbakır'dan sadece iki belge.

Ancak, Urfa'nın 16. Yüzyıl Tapu Tahrir Defterlerinin bazıları ise, ne yazık ki, kayıp! denilmektedir.

Buna rağmen TD 64'te Ruha Sancağına 190 köyün kayıtlı olduğu görülmektedir.

Bunlardan 53'ü meskûn vaziyette olup, diğer ,137 köy nüfusu bulunmayan "viran" yerlerdir.

Yalnız bu yerlerin ilk bakışta çok büyük bir nispeti ifade ettikleri fark edilmektedir. 

Öyle ki toplam köy sayısının % 72’si yerleşme sahası olmaktan çıkmıştır.

Bunun sebebi daha önce de belirtildiği gibi Osmanlı-Safavi mücadelesi sırasında bölgenin fevkalade muntazır olmuş olması ve ahalinin dağılmasıdır. (5)

Yavuz Selim’in Safaviler üzerine yürümeden önce Anadolu’da Şah İsmail’i destekleyen, ona hem lojistik destek hem de asker verecek olan Türkmen Alevileri “yediden yetmişe” tespit ettirdiği ve “kırk binini öldürttüğü” bugün “Osmanlıcı ve özellikle Yavuz’cu” bazı çevreler tarafından, “Canım, bu iddia yalnızca Selimname’de var, başka yerde yok, o dönemde bu kadar insan yoktu” şeklinde gerekçelerle reddediliyor.

Zafer Osmanlı’nındır. İdris-i Bitlisi “zafer gecesini” de büyük bir “keyifle” yazar:

Gel Saki, eğlence meclisini donat, savaşta düşmanın kanıyla kadehi doldur…

Gel Saki, kadehi ele ver. Ver de kılıç, düşmanın kanıyla sarhoş olsun…

Gel eğlence gecesi kadeh içelim. Şarabı düşmanın kanı gibi iç…” (6)

İşte bu viran köy, arazi ve çiftlikler Şah İsmail taraftarı Kızılbaş Türkmenlerin yurdu iken, Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisi'ye “boş fermanlar” göndererek, doldurup, istediği aşiret reis ve ağalarına, dağıtmasını ister.

Bölgenin idari teşkilatının da doğrudan doğruya İdris-i Bitlisi ve Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından tamamlandığı anlaşılmaktadır. Bu hususta İdris-i Bitlisi’ye boş “ahkâm kağıtları” gönderilerek sancak tevcih edilen beylere yollanması istenmiştir. Bunların 22’si berat, 1’i beylerbeyi beratı, 7’si istimâletname olmak üzere toplam 30 adet olduğu anlaşılmaktadır.” (7)

Tarihi coğrafyalara “viran” diye kaydedilen onlarcasının da adı silinen kültürel izleri silinen Alevi-Bektaşi-Kızılbaş köyleri sözlü kültürde yaşatılarak, ozanların dilinden şöyle dile getirilmiştir:

İsfahan’dır asıl bizim elimiz, ördek uçtu viran kaldı gölümüz.

Ancak bu dizelerde ifade edilen viranelikler yanında bir de Urfa’da sözü edilmeyen “Şah” sıfatlı kültürel ve inançsal değerler ne yazık ki üzerindeki silinti ve kazıntılar nedeniyle bilinmezliğe itilmiş görünüyor;   

Urfa Hurûfat Defterlerinde (1690-1837) adı kayıtlı bir Şah Hüseyin (mahkeme) Cami’nin imamlığına 30 adet atama olmasına rağmen günümüzde bu isimde bir cami yoktur, atama kararlarının sadece ikisinde:

21- Ruha’da Şah Hüseyin Câminde dört akçe ile hatîb olan Seyyid Mehmed bilâ-veled fevt mahlülünden Seyyid Ahmed’e nâibi İbrahim arzıyla tevcih. 15 Zilhicce sene 1202.

22- Ruha’da Hacı Şah? Hüseyin Camiine dört akçe ile İmâm Ahmed fevtinden ceddi Hacı İbrahim’e kadısı Hacı Ali arzıyla tevcih. Safer sene 1229.”8.

Bu tarihsel gerçekler ışığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 16. Yüzyılda toprak ağalığının kökeni, Şah İsmail taraftarı Türkmenlerin kırımının asıl müsebbibleri ve Şah Kulu Bey türbesinin günümüzdeki durumunun nedenini yeniden düşünmek gerekmektedir, kanaatindeyiz.

***

1- Hüseyin Dedekargınoğlu, “Dede Garkın Süreğinde Cem”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2010, s.63

2- Dr. Bülent Akın, “Kutsal Mekânların Yolundan Alevi Ocaklarının İzini Sürmek”, Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği I”, Paradigma Akademi, Ankara, 2020, s.76-77

3- Şevket Beysanoğlu, “Anıtlarí ve Kitabeleri ve Diyarbakır Tarihi”, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları MN Tanıtım, Ankara, 1996, s.507-510.

4- Dr. Mehmet Emin Üner, “Aşiret, Eşkıya ve Devlet”, Yalın Yayıncılık, İstanbul, 2009, s.64; Şeref Han, Şerefname, Çev. M. Emin Boozarslan, İstanbul, 1990, s.479-481

5- Ahmet Nezihi Turan, “16. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2012, s.38

6- Necdet Saraç, “Yavuz Selim’in Akıl Babası İdris-i Bitlisi”, Cem Yayınevi, İstanbul, 2013, s.136; agy,s.172-193

7- Dr. Mehmet Emin Üner, “Osmanlıdan Cumhuriyete Urfa Tarihi”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Navi Medya, Ankara, 2009, s.28; *Mehmet Ali Ünal Osmanlı Devri Üzerine Makale-Araştırmalar, Isparta, 1999, s.170-171; Yavuz tarafından İdris’e verilen bu yetki ile bölgede Toprak ağalığı olur.

8- Enver Karakeçili, “Hurûfât Defterlerine Göre 1690-1837 Tarihlerinde Ruha Kazâsı (Vakıf Yapıları, Cemaatler, Meslek Grupları)”, Şanlıurfa İli Kültür Eğitim ve Araştırma Vakfı Yayınları, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2017, s.115; * Bu atamaların yer aldığı defterler ve sayfa numaraları: VGMA, Defter 1140, s.309; 1160, s.186; 1119, s.90, s. 129; s.35; 1118, s.72,74.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum