İstanbul
01 Nisan, 2025, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

RAMAZAN AYINI “ORUÇ AYI YAPAN” ÖNEMLİ OLAYLAR -2

28 Mart 2025, Cuma 20:42

Tarihin kayıtlarına göre peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra “aşura orucu” tutuyordu.

Bu, Yahudilerin “yom kippur” orucundan farklı bir oruçtur! Zira Yahudilerde “yom kippur” orucu, kefaret ve günahlardan arınma orucu olarak tutulurken, “aşura orucu” bir şükür orucu kastıyla tutulmaktadır ve Hz. Musa’nın Firavun’dan kurtuluşunun mukabilinde Tanrı’ya teşekkür etmek için yapılan bir ibadet türüdür!

Yom kippur orucu, Yahudilerin Tişri (Eylül-Ekim arası) ayının 10’uncu günü tuttukları ve “kefaret günü” olarak bilinen kutsal bir gündür! Böyle bir günde Yahudiler, günahlarından arınmak ve tövbe etmek amacıyla oruç tutup ibadet ederler!

Hem Şiilerin ve en çok da Sünnilerin kaynaklarında nakledildiğine göre, peygamberin şöyle söylediği geçer: “Bana bir şey teşri olmadığı (hüküm altına alınmadığı) müddetçe, benden öncekilerin şeriatına amel etmeği severim!

Dolayısıyla, o günlerde Ramazan orucu teşri edilmediği için peygamber de Medine’de, Yahudilerin “aşura” günkü orucunu tutardı. Ramazan orucu farz olunca ve peygamber müminlerin bu ayda oruç tutmalarının farz olduğunu söyleyince, artık “aşura” orucu üzerinden farzlık kaldırıldı ve sünnet olarak kalıverdi!

Şiilerde “aşura orucu” mekruh kabul edilirken Sünnilerde “sünnet” olarak devam etti!

Yani İmam Hüseyn’in katli peygamberin vefatından 40 yıl sonra hicretin 61’inci yılında gerçekleşince, Şii imamları kendine tabi olanlara bugünde oruç tutmamalarını söyledi! Çünkü dediler ki Emevîler, Hz. Hüseyin’e karşı zafer elde ettikleri için, şükretmek kastıyla aşura gününde oruç tutup o günü bayram ettiler! Bundan ötürü Şiiler nezdinde bugünde oruç tutmak mekruh olarak kabul edildi. Fakat bir kısım Sünniler hala dahi o günü sünnet olarak oruç tutmayla geçirmekteler! Fakat İslam’daki oruç ayı, Ramazan ayıdır ve bu ayın orucu, Medine’de teşri olmuştur (hüküm altına alınmıştır!) Peygamber de o ayın orucunu tüm Müslümanlara farz kılmıştır! Kendisi de o ayda oruçlu olmuştur!

Peygamberin kendi şahsi deneyleri de bu ayın oruç ayı olmasında etkin olabilir. Çünkü bu ayda “Kadir Gecesi” ile “miraç” hadisesi vuku bulmuştur ve bu ay içerisinde, onun bildiği başka birtakım olaylar da olabilir!

Bildiğiniz üzere Hz. Peygamber (s), nebi olmadan önce de ramazan aylarında hep Hira mağarasına giderdi. Orada o ayı nasıl geçirdiğine ve nasıl bir ibadette bulunduğuna dair, elimizde tam bir bilgi mevcut değildir! Büyük ihtimalle orada oruç da tutuyordu! İşte bu ibadet ve oruçlar, Allah’ın hitaplarını kabule onu hazır hale getirdi! Bu deneylerini kendine uyanlara da söyledi ve dedi ki, “Ben bu yoldan yürüdüm ve bu yüce maksada ulaştım! Sizler de benim peşim sıra bu yoldan geliniz ve miraç ediniz ki burası çok yüce bir makamdır!” İşte Ramazan’ın hikayesi bundan ibarettir!

1- Mekke’nin fethi, hicretin 8’inci yılında ve Ramazan ayının 20’sinde vuku buldu ve peygamber için en önemli gazvelerden birisi oldu. Çünkü bu fetih kansız gerçekleşti ve “fetih suresi” gibi önemli bir sure bu ayda nazil oldu!

Şimdi de Kuran’ın Ramazan’la ilgili bize neyi söylediğine bir bakalım!

Kuran şöyle diyor:

-“Kuran, Ramazan ayında nazil olmuştur!” (Bakara: 185)

Kadir Suresinde de şöyle der:

-“Biz bunu Kadir gecesinde nazil ettik!” (Kadir:1)

Ayet, Kur’an’ın ismini zikretmemesine rağmen, onda geçen “hu” zamiri, açıkça Kur’an’a işarettir. Yani biz Kur’an’ı Kadir gecesinde nazil ettik. Kadir gecesi de “ramazan” ayı içerisindedir!

Müfessirler kendilerine şöyle bir soru yöneltirler:

-“Acaba Kadir Gecesinde Kuran’ın tümü mü yoksa ondan bir bölümü mü nazil oldu?

Bu hususta iki kısma bölünmüşlerdir. Bir kısmı şöyle demiştir:

-“Kur’an’ın kendisinde “ramazan ayında Kuran nazil olmuştur” (Bakara:185) ayeti nazil olduğuna göre, demek oluyor ki, Kur’an’ın tümü o ayda nazil olmuştur! Ayrıca Kur’an denildiğinde, akla Kur’an’ın tümü geliverir! Dolayısıyla diyebiliriz ki, ramazan ayında Hira mağarasında Kur’​​​​​​​an’ın tümü bir bütün olarak peygambere nazil olmuştur!

Diğer bir kısmı ise şöyle demiştir:

-“Kur’an denildiği zaman, onun tümünün olması gerekmez! Şayet Kur’an’dan bir kısmı dahi nazil olmuşsa, onunla da Kur’an’ın nüzulü başlamış bulunur! Bu da Kur’an’ın “bu ayda ya da bu günde nazil olmuştur” sözünü doğrulayıcı olur! Ayrıca bizim elimizde Kur’an’ın parçalı indirildiği hususuna dair başka ayetler de vardır. Örneğin Kuran şöyle der:

-“Bir Kur’​​​​​​​an’dır ki onu insanlara dura dura, yavaş yavaş, okuman için ayet ayet, sure sure ayırdık ve onu azar azar indirdik!” (İsra:106)

Yani biz bu kitabın tümünü bir yerde nazil etmedik. Bilerek ve kasıtlı olarak Kur’an’ı parçalı ve dilim dilim nazil ediyoruz ki, sen de parça parça halka okumuş olasın! Demek ki, Kur’an’ın kimi ayetlerinde buna vurgu yapılması, onun bir bütün olarak nazil olmadığından ötürüdür!

Kısacası bu, Kur’an’da yer alan “Biz onu Kadir gecesinde nazil ettik” (Kadir: 1) ayetiyle ilgili ilk sorudur! Bu gecede Kur’an’ın tümü mü yoksa bir kısmı mı nazil olmuştur, buna dair müfessirlerin iki kısma bölündüklerini ve iddialarını naklettik!

Bir kısım insanlar da bu iki görüşün arasını bulmak ve orta yolu oluşturmak için, bir takım uyduruk rivayetlere tevessül edip şöyle demişlerdir:

- “Kur’an-ı Kerim hem bir bütün hem de parçalı bir şekilde nazil olmuştur!

Bu sözleriyle bu iki görüşün her ikisinin de doğru olduğuna vurgu yapmış ve aşağıda naklettiğimiz bu gibi hurafi rivayetlere istinatta bulunmuşlardır! Rivayet şöyledir:

-“Kur’​​​​​​​an, ilk önce bir bütün olarak birinci göğe indi! (Yani ilk önce levh-i mahfuzdan birinci göğe nazil oldu! Daha açıkçası Kur’an, ilk önce ilahi ilmin yazıldığı levh-i mahfuz’dan, yerüzündeki Beytüllah’ın (Kabe’nin) birinci gökteki tam karşısında yer aldığı “Beytü’l Mamur’a” nazil oldu! Beytü’l-Mamur ise, meleklerin gel-git yaptıkları bir yerdir.) Sonra da oradan aşamalı olarak Cebrail vasıtasıyla peygambere indirildi!

Bundan dolayı dediler ki “Kur’an’ın, hem bir bütün olarak birinci semaya nüzulünün hem de oradan aşamalı olarak yeryüzünde peygambere nazil oluşunun doğruluğunu söyleyebiliriz!

Allame Tabatabai gibi büyük alimler de bu rivayet ve görüşün sahih olduğunu kabul etmiş ve Kur’an’ın bu şekilde nazil olduğuna iman etmişlerdir! Evet, bu da önemli noktalardan biridir!

Şunu da arz edeyim ki Kur’an’ın, “diyalog” gibi bir özelliği vardır! Bundan kastım onun konuşma tarzıdır! Kur’an, insanlarla irtibat kurma ve konuşma hususiyetine sahiptir! Örneğin peygamber bir söz söylüyordu ya da bir iş yapıyordu, Müslümanlar buna tepki gösteriyorlardı! Bu durumlar derhal Kur’an’a yansıyordu!

Kur’an’ın bu durumu İncil’den çok farklıdır! İncil’i oluşturanlar, İsa Mesih’in biyografisini yazanlardır! Kur’an’ın Tevrat ile de hayli bir farkı vardır! Hz. Musa Tur dağına gidip, “on emri” almış ve tümünü bir arada getirmiştir! Daha sonra kendine inananlara okumuş ve işi o şekilde tamamlamıştır! Yani kimse Allah ile konuşmamıştır! Daha açıkçası Yahudilikteki vahiy, tek taraflı nazil olmuştur!

Fakat Kuran’daki durum öyle değildir! Siz Kur’an’ı okuduğunuzda, onun aşamalı olarak husule geldiğini görürsünüz! Yani herhangi bir savaş olduğunda, onunla ilgili nazil olan ayetler görürsünüz! Peygamberin eşleri ya da Aişe ile ilgili bir hadise söz konusu edildiğinde, peygamber eşleri olmalarına rağmen, yine onlarla ilgili ayetler bulursunuz!

Hasılı Kur’an, yalnızca bir yerde yazılan ve sadece düsturlardan ibaret bir kitap değildir! Kur’an, aşamalı olarak husule gelmiş ve diyalog özelliği bulunan bir kitaptır! Açıkçası “diyalog özelliği”, Kur’an’a has bir özelliktir!

Kur’an’ın bu diyalog özelliği kaldırılır ise, onun fiil ve infiali de ortadan kalkmış olur! Yani Kur’an’da geçen konuların önceden malum olduğunu kabullenmiş oluruz! Yine önceden kimin nerede ve ne zaman peygamberden bir soru soracağı ve peygamberin de ona şöyle şöyle cevaplar vereceğini de kabullenmiş bulunuruz! Daha sonra da bu durumların bir defada ya da aşamalı olarak peygambere nazil olduğuna iman ederiz! Fakat bu, Kur’an’ın ruh ve dinamizmi ile uyum sağlamamaktadır! Çünkü Kur’an’da “nasih” (hükmü kaldıran) ve “mensuh” (hükmü kaldırılan) ayetler mevcuttur! Aslında Kuran’ın tek seferde nazil olduğunu kabul etmenin anlamı şu oluyor: “Yani önce biz bu ayeti indirelim, şu hükmün uygulanmasını isteyelim, sonra da o ayeti ve o hükmü iptal edip, yerine şu ayeti ya da şu hükmü indirelimgibi olur! 

Bu gibi düşünceler, şu andaki Kur’an ile asla uyum sağlayacak türden değildirler!

Kur’an ister tek seferde birinci semaya nazil olsun, ister direkt olarak levh-i mahfuzdan peygambere indirilsin, bu görüşlerin hiç birisi Kuran ile uyum içerisinde değildir!

En doğru ve isabetli görüş, Kur’an’ın tedrici/aşamalı olarak nazil olduğu görüşüdür! Zira tek seferde nazil olduğunu söylemek şu anlama geliyor; “Yani peygamber bir tek yerde Kur’an’ı tanımıştır! Tek bir yerde Kur’​​​​​​​an’ı kabul edecek bir konumda olmuştur!” Kısacası Kur’an tek seferde nazil olmuştur demek, onun “mekanikliğini” kabullenmek olur!

Tekrardan yine söylüyorum; şayet Kur’an tek seferde nazil olmuştur der isek, onun içerisinde yer alan hükümlerden bir tür “cebir” kokusu gelmiş olur ve o söz şunu ifade eder; “Allah önceden, (örneğin) falanın kafir olmasını tayin etmiş ve onun küfrünün mukabilinde de şöyle şöyle demiştir! Veya Allah “falan savaş mutlaka yapılmalıdır ve o savaşın vuku buluşunda da falan ayetler nazil olmalıdır!

Yani insanların aklında “vuku bulan hadiseler, daha önceden taktir edilmiş ve daha sonra da yavaş yavaş perdenin gerisinden önüne çıkmıştır” düşüncesi oluşur!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum