İstanbul
19 Eylül, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

OCAK ŞECERELERİ

13 Mart 2023, Pazartesi 22:52

Bir ailenin soykütüğünün tutulduğu belgelere ‘şecere’ adı verilmektedir. Şecere terimi Arapça şcr(şacarat) terimininden gelmektedir. (1)

Alevi ocak ailelerinin elinde bulundurduğu şecerelerde Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatıma anamız ve Hz. Ali evliliğinden doğmuş olan İmam Hasan ve İmam Hüseyin evlatları günümüze değin kayda alınmıtır. Şecere adı verilen bu belgeler, tarihte seyyid ailelerince tutulduğu gibi Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de resmî olarak devlet tarafından da kurumsal olarak kaydı tutulmuştur. Seyyid ailelerince tutulan şecereler günümüzde de farklı bir çok ülkede halen tutulmakta olduğunu ve devam edildiğini görmekteyiz.

Kurumsal olarak ilk Abbasi halfesi Mütevekkil döneminde 847 yılından sonra hayata geçirilmiştir. Mütevekkil, Abbasilerin de peygamber yakınları olarak soykütüklerinin bilinmesi (2) için başlatmış olduğu bu kuruluşa içinde, Hz. Fatıma Ana ve Hz. Ali evlatlarına hitaben ‘Tâlibîler’ adı altında resmî olarak kayıtlarının tutulmasını Ömer er-Ruhhâci’ye vermiştir. Her (3) iki aile mensuplarının kayıtları ayrı tutulmuş ve göreve getirilienlere ise nakib denilmiştir. Nakiblerin bağlı bulunduğu kişiye ise nakîbü’n-nükabâ adı verilmiştir. Memlük, Mısır ve Suriye yönetiminde bulunan merkezlerde nakîbü’l-eşraf denildiğinden Osmanlı Devleti’nde de bu unvan kullanılmaya devam edilmiştir.

Genel olarak Abbasiler ve Tâlibîler kendi soylarından gelenleri yerlerine atarlardı. Kurum içinde İmam Hasan soyundan gelenlere ‘Şerif’ ve İmam Hüseyin soyundan gelenlere ‘Seyyid’ ünvanı verilmiştir.

Nakiblerin görevleri arasında Hz. Peygamber soyundan gelenlerin isimlerinin kayıdı, doğum ve ölüm tarihlerinin kayıdı, evliliklerinin denkliği üzerinde takip, vergi ve askerlik maufiyetini denetlemek, haklarını korumak ve suçluların cezalandırılması gibi görevler bulunmaktaydı.

Tarihte kurulan Alevi meşrepli devletlerde (Fâtımî, İlhanlılar, Memlükler ve Safevîler) ise şecere kaydı sadece İmam Hasan ve İmam Hüseyin soyundan gelenlerle kısıtlı tutulmuştur.

Osmanlı’da bu kurum ilk defa Yıldırım Beyazıd döneminde Mayıs 1400 senesinde faaliyete geçirilmiştir. Bu göreve ise ilk Bağdat eşrafından, Kâzerûniyye postnişini Seyyid Muhammed Nattâ Hüseyni getirilmiştir. Seyyid Muhammed Nattâ’nın vefatı üzerine II. Murad döneminde (1421-1444) oğlu Seyyid Zeynelâbidin kurumun başına getirilir. Nakibler görevlerini genellikle bulundukları bölgede yerine getirirlerdi. Zaman içinde seyyid olmayan nüfuzlu ailelerden de kurumun başına atanma olmuştur.

Nakiblerin almış oldukları karar ve vermiş oldukları hizmetler nakîbü’l-eşrâf defterlerinde (4) kaydedilmiş ve gerektiğinde de bu defterlerden bilgi edinebiliniyordu. Seyyid ve şerif oldukları belgelenmiş olan kişiler/aileler toplum içinde bilinmeleri için yeşil sarık ve cübbe giymeleri gerektiği açıklanmış ve kayıtları İstanbul’a bildirildikten sonra Isparta Şer’iyye siciline kaydıyla atama işlemleri tamamlanmış oluyordu.

Bu kurumların asıl görevi her ne kadar Ehlibeyt’ten gelen kolları kayıt altına almak ve belgeler doğrultusunda gerçek seyyidlerin sahtelerden tespiti olsa da, 18. yüzyıldan sonraları bazı nakîbü’l-eşrâf kaymakamları usülsüzce davranıp yolsuzluklara karışmışlardır. Haksız yere sonradan uydurulan sadat akçası, tevcih, devriye, harc-ı makul veyahut arusiyye adı altında vergi toplamışlardır. Sahte seyyidlik belgelerinin para karşılığında satıldığı da bilinmektedir. (5) Sahte belgelerle seyyidlik isnat edilen kişilere ‘müteseyyid’ denilirdi, ki bunlara verilen belgelerle şecerelerle yapılan karşılaştırmalarda belgelerinin sahte olduğu rahatlıkla anlaşılmaktaydı. Sahte seyyidlik meselesinde önemli hususlardan bazıları vergi ve askere (6) alınmama, makamlar ve toplum huzurunda itibar kazanma ve yapılan bazı ödeneklerden de faydalanma gibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu da halk içinde bazılarının seyyidlik iddialarında bulunmalara itmiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de Balkanlarda müteseyyidlerin çokluğundan bahseden gezgin, nakîbü’l-eşrâflık kurumunun rüşvet karşılığında bu işleri yaptığını belirtmektedir.

Nakîbü’l-eşrâfların görevleri içinde bu kişileri caydırıcı cezalar uygulayarak tespit edip ilgili makamlara bildirmekte vardır. Suçun ağırlığna göre verilen cezalar idamla sonuçlanabiliniyordu. Soyları Resûl-i Ekrem’den gelenleri ‘sahihü’n-neseb’ olarak (7) tanımlamışlardır. Devletin bu konuda sıkı bir denetim sağlamaya çalıştığı görülsede, müteseyyidlik iddalarında bulunanlar kurum içinde sirayet etmiş ve nefsine düşkün kişilerce suistimal edilmiştir. 16 Temmuz 1817(2 Ramazan 1232) tarihinde Halep Vâlisi Ahmet Paşa, Halep nakîbü’l-eşrâf kaymakamı Kudsizâde Takiyyüddin Efendinin bazı art niyetli karanlık kişiliklere para karşılığında belge vererek yeşil sarık takmalarına vesile olduğunu devlete bildirmiş ve yapılan tetkikler sonucunda nakîbü’l-eşrâf kaymakamı Anteb’e ve bazı çalışanları ise Kıbrıs’a sürgün edilmişlerdir. (8)

Artan suistimaller karşısında devlet teftişlerini arttırıp mütesseyyidleri seyyidlerden ayırmaya/arındırmaya çalışmıştır.

Sahte seyyidlik iddiasına karşı Alevi Ocakları da tepkilerini vermiştir. Kimi zaman nefeslerde soy kütüklerini dile getirdikleri gibi:

Aslımı sorarsanız be hey sofular

Aslımız on iki imama çıkar

Aslımı neslimi diyeyim sana

Neslimiz Ahmed-i Muhtâr’a çıkar

 

Hüseyin’dir ceddim cennet celâlım

Anneden gelme ummâna çıkar

Ondan İmam Zeynel-i Bâkır

Soyumuz bizim zindana çıkar

 

Mûsa Kâzım Hüseyin için çok ağladı

Oğlu Hamza-yı Ebul Kâzım’a çıkar

Hamza’dan geldi Ebu Muhammed

Onun oğlu İsmail’den çıkar

 

Ca‘fer’in oğludur İsmail

İsmail oğlu Muhammed’e çıkar

Muhammed oğlu Hüseyin’den gelmişem

Hüseyin oğlu Feyruz Şah’a çıkar

 

Muhammed Hâfız ondan geldi

Biliniz imamlar yolu ikrara çıkar

Hafızın oğlu Sâdeddin bilin

Evliya oğlu Kutbettin’e çıkar

 

Kutbettin’den geldi şeyh Salih

Şeyh Sâfi’nin dedesi Salih’e çıkar

Emâneddin’in adıdır Cebrail

İşte Şeyh Sâfi gibi imama çıkar

 

Şu dünyada bozulunca aslımız

Ol zaman rumuz-u evliyaya çıkar

Azmi râh-i Rum’a kılmışam

Ceddi pâhim Erdebil’e çıkar

 

Erdebil’den gelince Rum’a

Sözümüz daim dîdâra çıkar

Şeyh Sâfi buyruğunu eyledim kabul

Sözümüz İmam-ı Ca‘fer’e çıkar

 

Evladımın adını koymuşam Şahin

Hakka doğru yol bunlara çıkar

Rum diyarına destimi attım

Ali sırrı Şâh-ı Erdebil’e çıkar

 

Şahinime yolumu eyledim teslim

Aslımız bizim Erdebil’e çıkar

Adımı annem Hüseyin koydu

Babam Muhyeddin’dir imama çıkar

 

Bana Himmet eyledi Şah Hatâî

Buna inanmayan Mervan’a çıkar

Bundan sonra adım oldu Kul Himmet

Evliya yolu kırklara çıkar

 

Sofu bana sırrımı ayan ettirdin

Sırrı faş edenler şeytana çıkar

Buna göre Kul Himmet adını eyledim kabul

Onun için adım Himmet’e çıkar

 

Aslımı sorarsan Ali Muhammed

Hakk’tan ola bize avn-i inayet

Bin bir ismi vardır bir adı Himmet

Onun için benim adım Kul Himmet (9)

kimi zaman mahkemelere veyahut devlete dilekçe yazarak şikayetlerini belirtmişlerdir:

1700’lü yılların başında, henüz rüşvetle hatır karşılığı ve bozulmanın başlamadığı tarihlerde Sultan Sinemilli Ocağının nakîbü’l-eşrâf kurumunun haksız vergi uygulamalarına karşı verdikleri bir şikayet dilekçe neticesinde Sultan 3. Ahmed bir ferman yayınlayarak bu vergilerin Sultan Sinemilli ve kayıt altına alınmış diğer ocaklara geri iade edilmesini emretmiştir. Verilen fermanda, özellikle yapılan teftişler sonucu ocak ailelerin (10) ‘Peygamber’in emanetleri’ olduklarını belirterek vurguda bulunması dikkat çekicidir.

1790-1794 yılları arasında bazı nakîbü’l-eşrâfların şecereler üzerinden tahribat yapması ve Alevi ocak ailelerden vergi alabilmek için seyyidlik bağlarını inkar etmeleri üzerine Sultan Sinemilli evlatları Maraş, Darende, Elbistan ve Harput’ta olmak üzere dört kez dava açarlar. Bu davalar için ocak evlatlarında bulunan şecereler ve eski şecerelerini tasdikleyen/ tamalayan yeni belgeleriyle nakîbü’l-eşrâflara karşı mahkemlerce seyyidlikleri tekrardan tasdiklenmiş olur. (11)

Alevi ocak ailelerinin elinde bulunan şecerelerin farklı zaman diliminde ve farklı merkezlerden getirildiklerini de görmekteyiz. Örneğin, ilk dönem Alevi mürşid ocağı olarak kabul edilen Ağuiçen ocağının Diyarbekir koluna mensup pir ailesinde (Kuyudamı Köyü, Hidayet Ulugerçek Dede’den alınmıştır) bulunan şecere hicri 544 Zilhacce/Mart 1150, Şeyh Dilo Belîcan Ocağına ait şecere miladi 1010 (Alaeddin Keykubat dönemi) ait olduğu (12) görülmektedir. Diğer ocak aileleri ellerinde bulunan tarihi belgelerinin varlığı bilinmektedir.

Necef, Erdebil, Kerbela ve Osmanlı’nın farklı yerlerinden temin edilen belgeler vardı. Hacı Bektaşı Veli dergahında Çelebiler’inde nakiblik görevlerini icra ettikleri görülmektredir. Ama 16. Yüzyıldan sonra verilen icazet ve şecereler de maalesef Alevi kurumu olarak titiz çalışmadıkları görülmektedir. Aynı kanıya, bu alanda çalışmalar yapan Alemdar Yalçın ve Hacı Yılmaz’da varmıştır. Bu konuda yıllarca araştırma yapan, Sultan Sinemilli dedesi Hüseyin (13) Aldoğan’da aile/ocağımız elinde bulunan belgelere dayanarak haklı şekilde itirazlarını dile getirmiştir. Büyük dedemiz Seyit Nasır-zâde ve Seyit Hacı Muhammed-zâde’ye verilen bir icazete itirazlarına rağmen soykütüğünün aslında farklı ataya bağlanmıştır. Ayfer Karakaya- (14) Stump, Alevi kaynakları üzerine kaleme almış olduğu çalışmasında maalesef Sultan Sinemilli belgelerinin 1700’lerden öncesini araştırmamış ve daha önceki kayıtlarda ‘Sinemilli’ ismine rastlamadığını yazmıştır. Halbuki, gerek Şeyh Haydar evlatları olarak elimizde bulunan (15) belgeler, gerek Dervişçimli ocağı elinde bulunan şecere ve gerek Alemdar Yalçın-Hacı Yılmaz’ın yaptığ araştırmalar sonucunda hem Ocağımızın bağlandığı hem de şecerelerimizin tarihçesi hakkında geniş bilgilerin devlet arşivlerine yansımış olduğunu tespit edebilirdi. Ali Yaman, Kerbela’dan alınan Sultan Sinemilli şeceresinin tarihini 1265 olarak beyan etmektedir. (16)

1 Etimoloji Sözlüğü ‘şcr/شجرة :‘Ağaç, soykütüğü

2 TDVİA_Nakîbüleşraf

3 Taberî: C9:266

4 Defter-i Tayyibe adı da verilmektedir.

5 Nakîbü’l eşrâf - Vikipedi (wikipedia.org)

6 Işık 2013:390

7 Sahihü’n-neseb: Gerçek evlilik sonucu doğan; gerçekten Peygamber soyundan olan

8 Işık 2013:398

9 Tokat İlmiyat Dergisi 2020:289-291

10 Yalçın 2004:264-265

11 Yalçın 2004:249-257

12 Akın 2014:14, 18

13 Yalçın/Yılmaz 2004:236-7

14 Aldoğan_Hacı Bektaş Veli İcazetnamesi

15 Karakaya-Stump 2016:135

16 Yaman 1998:76

Kaynaklar -

Meşîhat Arşivi Belgeleri Işığında Seyyidler ve Nakîbü’l-eşrâflık Müessesesi, Ayhan Işık, TC İÜ Sosy. Bil. Enst., İst. 2013 -

Nakîbü’l eşrâf - Vikipedi (wikipedia.org) -

NAKÎBÜLEŞRAF - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr) -

Türkçe Sözlük -

Etimolojik Sözlük -

Lugat Sözlükler -

Alevilikte Dedeler, Ocaklar, Ali Yaman; 1998 -

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, ALEVİ OCAKLARI İLE İLGİLİ TESPİT EDİLEBİLEN EN ESKİ TARİHLİ BELGE: AĞUİÇEN OCAĞI ŞECERESİ, Bülent Akın, 2014/70 -

Tokat İlmiyat Dergisi | Tokat Journal of İlmiyat 8/1 (Haziran 2020), ISSN 2717-6134 | e-ISSN 2717-610X; Alevî-Bektaşî Yolunun Tokatlı Bir Ulu Ozanı: Kul Himmet, sayfa 289-291 -

Hacı Bektaş Velî, Şeyh Hasan Ocağı ve Sineminli Oymağı Üzerine Yeni Bilgiler, Alemdar Yalçın-Hacı Yılmaz, 2004, sayı 30 -

Sultan Sin’in Hayatı ve Soy Şeceresi - SULTAN SİN VE SİNEMİLLİ OCAĞI (9lib.net) -

Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık, Ayfer Karakaya, İst. Bilgi Üni. Yayınları, 2016, 2. Baskı -

Sinemilli Evlatları, Seyit Nasır-zâde ve Seyit Hacı Muhammed-zâde’ye Hacı Bektaş Veli dergahı tarafından verilen icazetname -

Hüseyin Aldoğan Belgeleri

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum