İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

MUAVİYE ARAP MİLLİYETÇİSİ MİYDİ?

09 Mart 2024, Cumartesi 10:08

Bin dört yüz yıl önce tabii ki, “milliyetçilik” yoktu. Ancak kavimcilik vardı.

Arap kavmi, Acem kavmi, Türk kavmi, Rum kavmi gibi.

İslam dini, Arap kavminin bulunduğu Hicaz bölgesine Hz. Muhammed aracılığı ile tebliğ edilmişti. Buradan dünyaya yayıldığı için, Arapların en önde olması doğaldı.

Hz. Muhammed ve dört halife döneminde dinin yayılmasında Arap kavimi öncü olmasına rağmen, diğer kavimlerden üstün görülmemişti.

Ancak Muaviye ile birlikte, Emeviler döneminde (M. 661-750) kavimcilik belirleyici bir unsur olmuştu. Bu hanedanlık döneminde İslam devletinin yönetim kademelerinde daima Arap kökenliler görevlendirilmişti.

Diğer kavimlere, “Mevali” deniliyordu. Bu nedenle “Mevali” olanlara devlet kademelerinde görev verilmiyordu.

Mevali kelimesi, Türkçeye çevirdiğimizde “köle-yabancı” anlamına geliyordu.

Emeviler’deki Mevali anlayışının kökeni ya da kaynağı nereden geliyordu?

Muaviye’nin bu kavimcilik anlayışını Tevrat’dan aldığı tahmin edilmektedir. Zira Tevrat'da, İsrail oğullarının diğer kavimlerden üstün yaratıldığı belirtiliyordu.

Emeviler de Yahudilerin, Araplarla akraba olduklarını bildikleri için kendi kavimlerinin üstünlüğünü buna dayandırıyorlardı. Bu nedenle, Arap kavmi dışındakilere “MEVALİ” diyorlardı.

Mevalileri, kendilerine “hizmetçi-köle” olarak görüyorlardı. Örneğin, bir Arap kadının “mevali” ile evlenmesini bile yasaklamışlardı.

Oysa, kendileri istedikleri bir Mevali kadınla evlenebiliyordu. Ayırımcılığı öyle bir noktaya götürmüşlerdi ki; bir mevalinin arkasında namaz dahi kılmıyorlardı.

Hz. Ali halife olduğunda, Muaviye Şam valisiydi. Hz. Ali'ye biat etmemişti. Sıffin'de iki ordu karşı karşıya geldiğinde, Muaviye'nin ordusunun tamamı Araplardan oluşmuştu.

Oysa, Hz. Ali'nin ordusunun yarısına yakını ACEM'di. Yani İran'lıydı. Bu örnek bile onun kavimcilik bakış açısını ortaya koymaktadır.

Emevilerin bu anlayışı bugün bile bazı Arap devletlerinde hala devam etmektedir.

Suudi Arabistan’da çalışan işçilerimiz anlatmıştı. Bir Arap ile yabancı bir Müslüman arasında bir olay ya da trafik kazası olduğunda, önceliğini kendi vatandaşına, yani Arap olana verildiğini ve korunduğunu söylemişlerdi.

Yani Emevi’lerin Arap kavmi dışında kalan Müslüman halka bakış açıları değişmemiş, aynı anlayış bugün de devam ediyordu.

Emevilerin kavimcilik anlayışına en sert tepki, Acem'lerden (İranlı) gelmişti. İslam orduları tarafından fethedilmeden önce, dünyanın iki süper devletinden biri olan Sasaniler, bu şekilde aşağılanmayı kabul etmediler.

Zira kendileri binlerce yıl önce devlet kurmuş, medeniyet yaratmış bir kültürden geliyorlardı. Irk ve kavim ayrımı bilmezlerdi. Yönettikleri imparatorluklarda sayısız kavim ve farklı inançtan olan topluluklar yaşıyordu.

Ülkeleri İran, yedinci yüz yılda Arap orduları tarafından fethedilince, İslam dinini benimsemek zorunda kaldılar.

Ancak kendi benliklerini de korumak istiyorlardı. Ehli- Beyt ile Emeviler arasındaki mücadelede her zaman Ehli-Beyt'in yanında yer aldılar.

Çünkü, Ehli Beyt’in İslam anlayışında ayırım, kavimcilik, hor görülmek yoktu. Bütün inananlara aynı gözle bakılıyordu.

Acemler (İranlılar), Emeviler dönemindeki ayırımcılık ve baskılara karşı kendi İslam yorumlarını da kaleme almaya başladılar. Savundukları İslam anlayışını Ehli-Beyt’e dayandırdılar. Zira, Emevilere karşı kendilerini en iyi bu şekilde savunabilirlerdi.

Bize göre de bu anlayış çok akıllı ve zekice bir savunma stratejisiydi. Bu strateji Abbasiler döneminde de devam etti. Bu görüş ve yorumlarını geliştirerek bugünkü “ŞİİLİK” mezhebini kurumsallaştırdılar.

Böylece, benliklerini kaybetmediler, Araplaşmadılar. Dillerini ve edebiyatlarını da korumuş oldular.

Muaviye ile başlayan Arap kavimciliği, İslam'da mezheplerin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmişti. Her kavim kendi kültürüne, geleneklerine ve göreneklerine göre bir yorum ve sentez oluşturdu.

İlk başlarda Türklerin büyük çoğunluğu bugünkü anlamıyla İslam’ın Alevi inancını, yani Ehli-Beyt mensuplarının tebliğ ettiği İslam anlayışını benimsemişti. Zira, Emevi ve Abbasi orduları ile yıllarca savaşmışlardı. Çok bedel ödemişlerdi. Onların İslam anlayışı kendilerine çok ters gelmişti.

Ancak, yönetici sınıf kendilerine “ehli sünnet” diye adlandırılan ve Abbasi halifesinin kabul ettirdiği dört mezhepten biri olan “Hanefiliği” resmi mezhep olarak seçmişti.

Yönetici sınıfın, Ehli Sünnet mezhebini seçmesinin nedeni, İslam coğrafyası üzerinde maddi ve manevi otoritesi bulunan Abbasi halifesinin onayının alınması içindi. Aksi taktirde o coğrafyada kuracakları devletin yaşama şansının olmayacağını biliyorlardı.

Yönetici sınıf, halifenin kabul ettiği İslam anlayışını esas alırken, halk Ehli Beyt İslam’ını benimsemişti. Zira bu anlayış kendi gelenek ve göreneklerine hoşgörü ile bakıyordu.

Dinde şiddeti de reddettiği için İslam’ın bu yorumunu kendilerine daha yakın bulmuşlardı. Bunun sonucunda benliklerini kaybetmediler.

Kültürlerini, dillerini, gelenek ve göreneklerini bugüne kadar yaşatmayı başardılar. Eğer bunu yapmamış olsalardı; kuzey Afrika ülkeleri gibi Araplaşıp, dillerini, geleneklerini ve göreneklerini kaybetmiş olacaklardı.

Bu nedenle, dilimizi, inancımızı, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi bugünlere getirenlere şükran borcumuz bulunmaktadır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum