İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

KUR'AN'DA İSLAMİYET ÖNCESİ İNANÇLAR, İBADETLER VE UYGULAMALAR

10 Eylül 2024, Salı 20:59

Halkımızın büyük çoğunluğu Kur’an’da yer alan inançların, ibadetlerin ve hükümlerin daha önce var olduğunu ve hicaz bölgesinde yaşayanlar tarafından uygulandığını bilmezler. İşte din tüccarları da bunu hep istismar etmişlerdir. Oysa, bunu anlatmadan İslam dininin Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilme nedenini açıklamak mümkün değildir. Zira, hiçbir din ve inanç bir günde oluşmamıştır. Kendisinden önceki inançlardan, kültürlerden, gelenek ve göreneklerden beslenerek bir sentez oluşturmuşlardır. O nedenle İslam dinine de böyle bakmak gerekmektedir.

İşte, biz de bugünkü makalemizde bu konuyu ele alıp, değerlendirmelerde bulunacağız. Burada ana kaynağımız İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Emrah Dindi’nin “KUR’AN’DA İSLAM ÖNCESİ KÜLTÜR İZLERİ” başlıklı doktora tezi olacaktır. Sayın Emrah Dindi hocamız, İslamiyet öncesi Hicaz bölgesindeki yaşamı, inançları, ibadetleri ve toplum yapısını yazılı kaynaklara dayanarak tüm yönleri ile ele alıp çok güzel bir çalışma yapmış. Dört yüz elli dokuz sayfadan oluşan bu tezi bir makale de anlatmanın elbette ki zorlukları bulunmaktadır. Bu nedenle, çok önemli bulduğumuz bölümlerden ve konulardan kısa kısa özetler vereceğiz. Konuyu merak eden okuyucularımıza tezin tamamını okumalarını öneriyorum. Ayrıca bu tezin kitap olarak yayınlanmasında da büyük yarar görüyorum. Çok büyük emekler harcayarak böyle bir eseri meydana getirip, bizleri aydınlattığı için Emrah hocama çok teşekkür ediyorum.   

Emrah hocanın doktora tezindeki konu başlıklarının özeti şöyle:

ALLAH İNANCI

lslam dini Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilmeden önce, Hicaz bölgesinde yaşayan toplulukların da Allah’a inançları bulunuyordu. Zira Ehli Kitaba mensup, Hristiyanlar, Yahudiler ile Hanif dinine mensup topluluklar da aynı bölgede yaşıyorlardı. Birbirleriyle iletişim içerisindeydiler. Ayrıca, Kur’an’da “Müşrikler” olarak geçen topluluklar da Allah’a inanıyorlardı. Örneğin cahiliye şairleri şiirlerinde, Tanrıyı gökte tasavvur etmiş ve Tanrının arşından bahsetmişlerdir. Yine aynı şekilde semanın yedi tabakadan yaratıldığını, yerin döşek, semanın tavan, dağların kazık olduğunu anlatıyorlardı. Ancak onlar, Allah’a ulaşmak için araya putları koymuşlardı. Yani Allah’a şirk (ortak) koymuşlardı. Bu Allah’ın tekliğine ve birliğine aykırıydı. İşte Hz. Muhammed buna karşı çıkmıştı.

HAYIR VE ŞER

Cahiliye devri Arap şairlerin şiirlerinde, kader ve ilahi taktir inançları kabul ettiği, hayır ve şerr’in Allah’tan geldiği, bu alemde her şeyin ve insanın başına gelenlerin önceden yazılmış olduğunu belirten ifadeler bulunuyordu. Yani, kaza ve kader itikatları da mevcut idi.

CİN VE ŞEYTAN

Cahiliye Arapların, hissedilen alemin ötesinde cinler, şeytanlar, çöl yaratığı, ifritler gibi bir takım tasavvur ve itikatları da bulunuyordu. Hatta insanlarla beraber oturan cine “AMİR”,  çocuklara zarar verenlere “ERVAH”,  kendisinden kötülük gelenlere de “ŞEYTAN” diyorlardı. Temiz olup, bütün kötülüklerden arınmış olanlara da “MELEK” ismini vermişlerdi.

NAMAZ

İslam öncesi Arapların Hz. İbrahim ve Hz. İsmail şeriatı üzere oldukları, namaz, oruç, hac, zekat, güzel ameller ve yüce ahlaki değerlere sahip oldukları, bozulma ve yozlaşmaların ise, daha sonra meydana geldiği belirtilmektedir.  Kaynaklarda, Ebu Zer Giffari, Kus Bin Saide gibi bazı Arapların namaz kıldığı da ifade edilmektedir. Namaz kılan Arapların Cuma ibadetinde bulundukları ve bu ibadete “ARUBE” dedikleri de kaynaklarda yer almaktadır.

ABDEST VE GUSUL

Kura’an’da yer alan gusül ve abdest de cahiliye döneminde mevcut idi. Cünüplükten yıkanmanın da Arap adetlerinden olduğu, İslam öncesi Mekke’de var olduğu, aynı şekilde cahiliyeye ait divanlarda hayız ve cenabetten dolayı kadın ve erkeklerin guslettiklerinden, cinsel ilişkiden sonra banyo yaptıkları da belirtilmektedir.

RAMAZAN AYI VE ORUÇ

Ramazan ayının cahiliye döneminde züht ve ibadet ayı olduğu, Mekke’de pek çok kimsenin Hira mağarasında inzivaya çekilerek bu ibadeti yerine getirdiği, Hz. Muhammed’in büyük babası olan Abdulmuttalib’in de bunu ilk yapan kişi olduğu yine kaynaklarda ifade edilmektedir. Hz. Muhammed’in de bu geleneği uyguladığı ve bu ayda fakirleri doyurduğu da rivayet edilmektedir. Yine cahiliye Arapların Aşure gününde oruç tuttukları da kaynaklarda yer almaktadır.

KABE VE HAC

Cahiliye Araplarında, Kabe’yi ziyaret, Hacer-i Esvedi kutsama, tavaf, şeytan taşlama, haram aylara saygı, putlara hediyeler, kurban sunma, tıraş olma ile ilgili tüm adet ve uygulamalar bulunuyordu. Ayrıca, hacda yeni bir elbise giymek (ihram), ihramlı iken haremde avlanmamak, saç ve tırnak kesmemek, koku sürünmemek, kadınlara yaklaşmamak gibi hususlar Kureyşli kabilelerin geleneklerindendi.

KADININ ÖRTÜNMESİ

Kadının örtünmesi cahiliye döneminde de vardı. Ancak örtünme sadece hür kadınlara mahsustu. Cariyeler örtünmezdi. Zira cariyeler cahiliye döneminde bir meta-mal gibi kullanılıyordu. Sahipleri onları gelir getirmek amacıyla fuhuş dahil her türlü işlerde kullanabiliyordu. Ayrıca cahiliye döneminde cariyelere sarkıntılık, taciz gibi eylemler suç sayılmıyordu. Bu yüzden hür kadınları cariyelerden ayırmak için baş örtüsü zorunluluğu bulunuyordu.

KISAS

Cahiliye kitabelerinde katilin kısas yoluyla öldürüldüğü, suçlunun, kendi suçu türünden bir cezaya çarptırıldığı ve “kan ancak kanla yıkanır” ilkesinin yer aldığı belirtilmektedir. Aynı ceza yöntemi, Sami halklarında, Hamurabi ve Roma kanunlarında da yer alıyordu. 

ZİNA SUÇU

Cahiliye döneminde cariyelerin yaptığı zina suç sayılmazdı. Ama evli ve hür kadınlara bu yasaktı. Bu suçun cezası evli ve hür kadınlar için taşlanarak öldürülmekti. Bu hüküm İslamiyet'de bir dönem uygulandıysa da daha sonra yüz sopa ile cezalandırılmıştır. Ancak zina cezasının uygulanabilmesi için şahitler gerekiyordu.

EVLİLİK

Cahiliye döneminde bir erkek sayısız kadınla evlenebilirdi. Yine aynı şekilde istediği kadar cariyeye de sahip olabiliyordu. İslam evlenme sayısını dörtle sınırlandırmış, cariyelerin ise, evlendirilmelerini tavsiye etmiştir.

İÇKİ

İçki yasağı gerek Tevrat da gerek İncil de yer alıyordu. Cahiliye döneminde gerek Mekke’de gerek Medine’de içki (Şarap) bolca içiliyordu. Şarap çok pahalı olmasına rağmen bunu içmeyi cömertlik sayıyorlardı. Ancak İçki içmeyenler de vardı. Bunlardan en tanınmışları Hz. Ali’nin babası Ebu Talip, dedesi Abdulmuttalib, Şeybe bin Rebia, Abdi Şems, Osman bin Affan, Ebuzer Giffari idi. Bunların içki içmedikleri, kendilerine haram kıldıkları, buna gerekçe olarak da içkinin pek çok cinayete sevk ettiği ve kötü eylemlere sebebiyet vermesiydi. İslam dini ise, önceleri içkiye izin vermiş, daha sonraları haram kılmıştı. Ancak içki içmeye herhangi bir ceza getirmemişti. Bunu ahlaki bir durum olarak görmüştü.

KÖLELER-HÜRLER

Yahudi ve Hristiyan dinleri köleliği kabul ediyorlardı. Arap yarımadası (Hicaz) köle ticaretinin canlı bir pazarıydı. Cahiliye döneminde insanlar köleler, hürler ve mevali diye üç sosyal gruba ayrılmıştı. Köle efendilerinin mülküydü. Mevali ise, hürriyetine kavuşan kölelere deniliyordu. İslamiyet köleliği kaldırmamış, ancak serbest bırakılmasını tavsiye etmiştir.

ADALET

Cahiliye döneminde, çöl kanunu diğer deyimle orman kanunu hakimdi. Çünkü hak ve adalet kılıcı keskin ve güçlü olanın yanındaydı. İslamiyet ise, bunu kaldırmış, kadılardan oluşan mahkemeler kurmuştu.

Yukarıda kısaca Arap yarımadasında yaşayan toplulukların inancını, örfünü, adalet anlayışını ve uygulamalarını özetledik. Her ne kadar İslam öncesine cahiliye dönemi dense de bu coğrafya gerek inanç ve ibadetler gerekse de sosyal ve kültürel olarak bir medeniyet havzası konumundaydı. Zira, bu bölgede her türlü inançtan topluluklar bulunuyordu. Ayrıca burası  Çin ve Hindistan’dan gelen malların geçiş ve dağıtım merkeziydi. Dolayısıyla çok sayıda kültürün ve medeniyetin de merkezi durumundaydı. Cahiliye denmesinin nedeni inanç bakımından şirke düşmesi, barış ve adaletten yoksun olması, ahlaki olarak yozlaşması, kumar, içki, fuhuş gibi unsurların yaygınlaşması ve aile kurumunun çökmesindendir. İşte İslamiyet tüm bu bozulan sistemi düzeltmek için gelmişti.

Ancak İslamiyet’ın yedinci yüzyılda köle ve cariye sisteminin hüküm sürdüğü bir bölgeye çözüm getiren hüküm ve uygulamalarını bin dört yüz yıl sonra bütün dünyaya tekrardan sunmak mümkün değildir. Çünkü kölelik kaldırılmıştır. Cariyelik sistemi yasaklanmıştır. Üretim ilişkileri değişmiş, ulaşım araçları gelişmiş, buna bağlı olarak toplumların yaşam koşulları değişmiştir. İşte bu değişen şartlara göre toplumları yeniden organize ederek, barış ve rafah içinde yaşaması için yeni çözüm yollarının aranması gerekmektedir. Bunun aksini savunarak toplumları yedinci yüzyıldaki yaşam koşullarına geri götürmek mümkün değildir. Zira, yirmi birinci yüzyılda hiç kimseye köle ve cariye hukukunu kabul ettiremezsiniz. Karşınızda önce kadınları, sonra da özgürlüğüne düşkün erkekleri bulursunuz.

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum