İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

İSLAM DİNİ YEREL Mİ, EVRENSEL Mİ?

25 Eylül 2024, Çarşamba 21:33

İslam dini Arap yarımadasına tebliğ edildiği yedinci yüzyılda yerel bir dindi. Zira Hz. Muhammed'e peygamberlik görevi verilmesinin nedeni, Hicaz bölgesinde bozulan, yozlaşan tek Tanrılı İbrahimi dini ve ekonomik sistemi yeniden inşa etmekti. İnanç bakımından tek Tanrı inancına aykırı olarak araya putlar konulmuştu. Ekonomik sistem ise, bir avuç tefeci-bezirgan zümrenin denetimi ve egemenliği altındaydı. Kur'an'ı Kerim ayrıntılarıyla incelendiğinde, Hz. Muhammed'in bu şirk (Allah'a eş koşma) inancına, adaletsiz ekonomik sisteme ve yozlaşan ahlak anlayışına itiraz ettiği görülecektir. Hz. Muhammed'in bütün hayatı bunlara karşı  mücadele ile geçmiştir. Kur'an'ı Kerim'de tüm bu mücadele anlatılır. Yani bazılarının iddia ettiği gibi, Hz. Muhammed Mekke'deki oligarşi ile sadece inanç-iman yönünden değil, onların toplum üzerinde kurduğu acımasız sömürü ve baskı düzenine karşı da mücadele etmiştir. Ebu Cehil'in Bedir savaşı öncesinde soylediği şu sözler bu mücadeleyi özetlemektedir.

"Ey Allah'ım! Bizimle akrabalık ilişkisini kesen, bize bilmediğimiz, senin dinine aykırı şeyler getiren bu dinsizleri, bu mal ve mülk düşmanlarını helak eyle." (Mustafa Cemil Kılıç, Kur'an İle Aldatmak, sayfa, 229)

Ebu Cehil'in sözleri Hz. Muhammed'in verdiği mücadelenin ne olduğunu çok güzel açıklamaktadır. Ebu Cehil, Hz. Muhammed'i ve Müslümanları "dinsiz" olmakla suçlarken, diğer yandan da onları mal ve mülk düşmanı olmakla itham etmektedir. Ebu Cehil aslında doğru tespitlerde bulunmuştu. Zira, Hz. Muhammed bir tarafta dini kendi çıkarları için kullananlarla mücadele ederken, diğer taraftan da halkı ezen, sömüren tefeci ve bezirgan sistemlerine karşı da savaş açmıştı. Yani Ebu Cehil de Ebu Leheb de Ebu Süfyan da Mekke oligarşisinin temsilcileriydi. Her birinin yüzlerce kölesi, cariyesi ve binlerce devesi bulunuyordu. Ebu Cehil'in Hz. Muhammed'i servet düşmanı olmakla suçlaması boşuna değildi.

Hz. Muhammed tek Tanrı inancını yeniden inşa etmiş, ekonomik ve sosyal yaşama da yenilikler getirmişti. Hz. Muhammed'in bu oligarşik düzene karşı getirdiği kanunlara, hükümlere İslam şeriatı deniliyordu. Yeni getirilen bu hükümlerde çok kadınla evlilik dörtle sınırlandırılmış, kadına mirasta yarım hisse verilmiş, bir erkeğin şahitliğine karşı iki kadının tanıklığı kabul edilmiş, zina, fuhuş ve hırsızlığa ağır cezalar getirilmiş, tefecilik yasaklanmış, kabileler arasindaki çatışma ve savaşlara son verilmiş, yetime, yoksula sosyal haklar sağlanmıştı.

Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği İslam dini kısa sürede Arap yarımadasında, daha sonra da İran, Şam, Mısır'da kabul görmüştü. Yüz yıl içinde de Horasan ve Türkistan coğrafyasına kadar yayılmıştı.

İste bu yayılmadan sonra, İslam dini yerel bir din olmaktan çıkmış, evrensel bir din olmuştu. Bunun sonucunda da yayıldığı bölgelerdeki coğrafi şartlara, yaşam koşullarına, toplumların örf ve adetlerine göre yeni yorumlarla genişleyerek farklı mezhep ve ekollerin doğmasını da beraberinde getirmişti. Dolayısıyla, yayıldığı bölgelerdeki örfleri, adetleri, gelenek ve görenekleri de içine alarak genişlemiş ve kavimler arası bir din olmuştu. 

İslam dininin yaşadığı bu süreci Hristiyanlık ve Musevilik de yaşamıştı. Dinler içindeki mezhepler de bu farklı kültür ve medeniyetlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıstı. Museviliğin, Hristiyanlığın ve İslam'ın evrenselliği de buradan gelmektedir. Dolayısıyla, dinler içindeki farklı mezhepleri ve ekolleri bir zenginlik olarak görmek ve barış içinde bir arada yaşama ilkesini benimsemek evrenselliğin bir gereğidir. Hacı Bektaş Veli de bu evrenselliği dil, din, ırk, renk gözetmeksizin yetmiş iki millete aynı gözle bakma ilkesini hakim kılmak için mücadele etmişti. Anadolu'da kabul görmesi ve yerli halk içinde taraftar bulması da buradan gelmektedir. 

Sonuç olarak, İslam dini yerel olarak doğmuş, yüz yıl içinde evrensel bir din olmuştur. Evrensel bir din olmanın gereği olarak farklı yorumlarla zenginleşmiş, yeni medeniyet ve uygarlıklarla tanışarak sentezler oluşturmuştur. Ancak, İslam ülkelerinin yirmi birinci yüzyılda yeni yorum ve sentezlere ihtiyacı vardır; bu, dünya siyasetinde ve ekonomisinde yer alabilmeleri için zorunludur.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum