İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

HZ. ALİ’Yİ KİMLER SEVMEZ?

09 Mart 2024, Cumartesi 22:21

İslâm’ın ortaya çıkışından itibaren, tarihi içerisinde pek çok çatışmalar oldu. Ancak, hiçbirisi, İslâm inancını Hz. Muhammed’in amcasının oğlu Ali bin Ebi Talip çevresinde büyüyen çatışma kadar derinden etkilemedi.

Hz. Ali, Hz. Hatice ile birlikte, tevhid inancını benimseyip ilk biat eden iki kişiden biriydi. Allah’ın “bir”liğini ve Muhammed’in elçiliğini canını da hiçe sayarak, korkusuzca ifade etti.

Kureyş kabilesinin dikkate alınmayan koluna mensup ve yoksul bir yetim olarak büyüyen Hz. Muhammed’in tebliğini yayma konusunda en başarılı kişi oldu aynı zamanda. Tek bir kişinin bile burnunun kanamadığı, ama binlerce insanın İslâm dinini kabul ettiği seferleri ile “cihad”ın gerçek anlamını ve yolunu-yöntemini gösteren kişiydi.

Hz. Ali, İslâm’ın yoksulların, mazlumların, haksızlığa uğrayanların bu dünyada sesi ve rehberi olduğunu tüm hayatıyla örnekleyen kişiydi.

İslâm’ın oligarşik azınlığı değil, çoğunluğu;

zenginin malını mülkünü değil, yoksulun ihtiyaçlarını;

güçlünün kibirini değil, zayıfın adalet beklentisini…

karşılamak için gelen bir din olduğunu bildi, yaşadı ve çevresine de bu şekilde tebliğ etti.

Mekke’nin zenginleri ve aşiret liderleri Hz. Muhammed’e nasıl düşmanlık güttülerse aynı şekilde, Hz. Ali’yi de düşman bildiler.

HZ. ALİ’NİN DÜŞMANLARI MEKKE’NİN İMTİYAZLI SINIFI

a) Zenginlerin varlıkları ölçüsünde vergilendirilmesi,

b) İslâm ile birlikte imtiyazlı kesimlerin üstünlüğünün sona erip herkese eşit muamele başlaması,

c) Aşiretlerin hiyerarşisine dayalı egemenlik ve otoritenin kaldırılması,

d) Kölelere özgürleşme hakkının verilmesi,

e) Kadınların ve çocukların toplum hukukunda özneleşmeleri,

f- Yönetim ve yürütmede istişare şartı ile şura kararına başvurulması vb uygulamalar…

İslâm’ın çok kısa sürede, olağanüstü bir büyüklükte coğrafyada benimsenmesine yol açmıştı.

Hz. Muhammed ve yakın çevresinin Mekke’yi terk etmesine yol açan çatışma ortamı, Medine’de İslâm’ın yayılması ile azalmamış, tersine daha da sertleşmişti.

Ancak, Hz. Muhammed ve ensarın Yesrib’deki başarıları, Mekke’deki Kureyşliler için uzlaşma zorunluluğu doğurdu. Esasen, büyük bir mücadele veya savaş içermeyen “Mekke’nin Fethi”, İslâm öncesine dayanan “sosyal ve siyasal statüko”nun kendisini İslâm topluluğu içerisine entegre etmesi olarak da “okunabilir”.

Mekke’nin Hz. Muhammed’in Hakk’a yürüyüşünden sadece iki yıl önce fethedildiğini de unutmayalım.

Hz. Muhammed’den sonra seçilen 3 halife, yakın zamanda İslâm’ı kabul etmiş kabilelerin dini terk etmesini ve İslâm’ın dağılmasını önlemek için çabalara öncelik verirken, Hz. Ali ise, öncelikle Mekke’nin Kureyşli zenginlerinin düşmanlığı ile karşı karşıya kalmıştı.

İSLÂM İÇİNE SOKULAN “İLK FİTNE”

Hz. Ali’ye karşı Mekke’li zenginlerin düşmanlığı İslâm tarihinde “ilk fitne” olarak adlandırılıyor. Halife Osman’ın akrabası da olan Suriye Valisi Muaviye’nin Kureyşlilerin eski ihtişamını ve Arap toplumu üzerindeki egemenliğini yeniden kazanmak amacıyla bayrak açması, İslâm dünyasında bugüne kadar süregelen parçalanmanın ve istikrarsızlığın temel kaynağı oldu.

Hz. Ali’nin Irak’ta Kûfe’ye giderek, çatışma ortamını sönümlendirme hedefi de, 657 yılında, Muaviye’nin liderliğini yaptığı ordunun Rakka yakınlarında Hz. Ali ve taraftarlarını savaşa zorlaması ile boşa çıktı.

Sıffin savaşı olarak bilinen bu savaşın en önemli özelliği, Muaviye’nin askerlerinin mızraklarına Kur’an sayfaları taktırmasıydı.

Bu “hile”, bugüne kadar İslâm içerisinde fitne yaratmak hedefiyle yola çıkanların başvurmaktan çekinmedikleri bir yöntem oldu.

İslâm’a, Hz. Ali taraftarlarına zarar vermek, onları engellemek isteyen güçler hep, “kuzu postuna bürünmüş çakalları” saldılar, içlerine

Sıffin savaşının ardından, tarafsız gibi görünen “harici”lere Hz. Ali’nin öldürtülmesini de, yine aynı “hile” mantığının sürmesi olarak değerlendirmek gerekir.

Hz. Ali’nin katledilmiş olduğu haberini aldığında, Muaviye’nin bunu Şam’da kutlaması, asıl organizatörün kendisini ifşasıdır, aynı zamanda!

HACI BEKTAŞ VELİ, EHL-İ BEYT SOYUNDANDIR

Öte yandan, yolumuzun kurucusu Hacı Bektaş Velî’nin bizzat kendisinin Ehl-i Beyt soyundan olması, Alevî Bektaşîlerin Hz. Ali’ye olan bağlılıklarının “organik” temelidir

Bu soy bağlılığı ayrıca, batın bir söylence ile “yol bağı” haline de dönüşmüştür.

Bilindiği gibi, Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın “veli” konumu şöyle anlatılır:

Ahmed Yesevi’nin başında, bir zirâ uzunluğunda bir elifî tac vardı. Bu tâç, hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadeyle birlikte Tanrı’dan Hz. Muhammed peygamber’e gelmişti. O da, onları erkânla Murtazâ Ali’ye vermişti. İmam Ali, İmam Hasan’a sunmuştu, ondan İmam Hüseyn’e değmişti. İmam Hüseyn’den sırasıyla İmam Zeyne’l-Abidin’e, İmam Muhammed Bakır’a, İmam Ca’fer Sadık’a, İmam Mûsâ Kâzım’a ve İmam Ali Rıza’ya geçmişti. İmam Rıza’da doksan dokuz bin Türkistan ulusu Ahmed Yesevî’ye geçmişti. Onun halifeleri, bu emanetlerinin sahibini merak edip onları Hâce’den istemeyi düşünürken Hacı Bektaş gelip kerametle darı çeçi üzerinde namaz kılarak emanetlerin sahibi olduğunu gösterir.

Alevî Bektaşîlerin hem yol kurucusu Hacı Bektaş Velî’nin soy bağı ve hem de menkıbevî anlatı ile aktarılan manevî bağ nedeniyle Hz. Ali’ye “taraflılığı” varoluş gerekçesidir.

Dolayısıyla, Alevî Bektaşîlerin Hz. Ali ile bağlarını sorgulamak, yolun varlık gerekçesini sorgulamakla eş değerdedir.

Hz. Ali’yi çıkardığınızda Alevî Bektaşî yolu da ortadan kalkacaktır.

Hz. Ali’yi sorgulayanların, onun hakkında olmadık iftirallar ve hakaretler yayanların asıl amaçlarının Alevî Bektaşî yolunu ortadan kaldırmak olduğu da böylece açıkça anlaşılıyor.

HZ. ALİ’Yİ SEVMEMEK, MUAVİYE TARAFTARI OLMAKTIR

Muaviye, sadece Hz. Ali’nin katledilmesi ile yetinmedi.

O’nun tüm ailesini de ortadan kaldırarak kurmak istediği aile imparatorluğunu güvence altına almak istiyordu.

Hz. Muhammed’in veda hutbesinde Müslümanlara “iki emanet” bıraktığını bilen Muaviye, iktidarını sürdürebilmesinin Ehl-i Beyt soyunu yok etmekten geçtiğini düşünüyordu ki, Hz. Ali’nin katli ile de yetinmedi.

Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’in soyunu sürdüren evlatları da onun bu zulüm ve iktidar tutkusunun mağdurları oldular.

Tarihsel konteksti içinde baktığımızda, Hz. Ali’ye karşı kin gütmenin Hz. Muhammed ve İslâm düşmanlığı ile eşdeğer olduğunu söyleyebiliriz.

Muaviye’nin kurduğu Emevi devleti Hz. Ali sevgisi ile dolu Horasan Türklerinin çoğunluğunu oluşturduğu kitleler tarafından yıkılsa da, Muaviye’nin İslâm içerisine soktuğu “fitne”nin ve Ali taraftarlarına karşı kullandığı hile yöntemlerinin bugüne kadar süregeldiğine yaşadıklarımızla tanık oluyoruz.

Nitekim, Alevi Bektaşi toplumu içerisinde son dönemde Hz. Ali düşmanlığı yaymaya çalışan fitneciler de, “Muaviye hilebazının içimizde saldığı hariciler”den başka bir şey değildir.

Muaviye’nin Hz. Ali’yi katlettirerek, kendisine aile imparatorluğu kurmayı hedeflemesi gibi, bugünün Hz. Ali düşmanları da, içimizde fitne yaratarak Alevî Bektaşîlerin toplumun saygın üyeleri olarak rol almalarını engellemek istiyor.

Alevî ismini dahi Hz. Ali’den almış olan toplumumuzda, Hz. Ali düşmanlığı yaymaya kalkışmak, kendi varoluşuna bilinçli tasarlanmış ihanet değilse, ancak ağır şizofreni ile açıklanabilecek bir aymazlıktır.

Hz. Ali’ye düşmanlık hem İslâm’a düşmanlıktır ve hem de Alevî Bektaşîliğe düşmanlıktır.

Hz. Ali’ye düşmanlık dün de, bugün de Muaviye taraftarı olmaktır.

Hz. Ali’yi sevmeyen Muaviye’yi sever, bugünün Muaviye düzeni olan emperyalizmi sever, sömürücü zalimlerin piyonu olma görevini sever.

Ruhlarını üç-beş kemiğe satmış olan, çağdaş Muaviye tarafından içimize sokulmuş bu piyonları “sırat-el müstakim”den ayrılmadan ifşa ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz.

Yorumlar

  • yorum avatar
    İsmail baki
    10-03-2024 15:54

    Teşekkür ederim bu güzel makale için

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum