Hû
11 Nisan 2025, Cuma 09:191826’da Yeniçeriliğin ilgasından beri sır olan ancak ilk günkü disiplini ile devam edegelen Bektaşilik, artık daha göz önünde olmaya öyle ki dizilerde, açık oturum programlarında bir tema olarak işenmeye hatta habercilerin ilgisini çekmeye başladı.
“Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki, Şehzade Mustafa’nın meşhur yemin sahnesi, Pelin Çift ’in “Gündem Ötesi” programı, sanat dünyasından canların Bektaşiliğe olan ilgilerinin konuşulur olması, en son da TRT ‘de yayımlanan “Alparslan Büyük Selçuklu” dizisinde, görklü Tanrı’ya “Hû” diyerek yakaran Alplerin sahneleri ...
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin bir yol evladı olarak bu durumu endişeyle karşılamıyor, yadırgamıyor hatta memnun oluyorum. Her şeyden önce artık Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşıyoruz. Ortamdan aldığım cesaret ile ve durumdan vazife çıkararak fakir de bu konuda zaman zaman sosyal medyada paylaşımlar yapıyor, çeşitli dergi ve gazetelerde yazıyor çiziyor söyleşilere katılıyorum.
Kurtuluş Savaşında en ön saflarda bedel ödemiş[1] bir felsefenin öğrencileri, bir yolun yolcuları olarak Bektaşiliğin gizlenecek saklanacak hiçbir şeyi olmadığını düşünüyorum. Bununla birlikte elbette bilgi, talep edene ve muhatabının anlayış seviyesine göre verilir.
Özellikle toplumun o anki algı seviyesinin önünde olan bilgiler “sır” olarak nitelenir. Dünün sırrı bugün aşikâr olabilir. Örneğin 1420 yılında Şeyh Bedrettin’in katline bahane edilen fikirlerinin bir kısmı 1990’lı yıllarda Kültür Bakanlığı tarafından “Varidat” adlı eserinde bir devlet kurumu tarafından yayımlanmıştır.
Bektaşiler yetmiş iki millete bir gözle bakar. Buradaki yetmiş iki sayısı kesretten yani çokluktan kinaye olup, millet de bir ırktan ziyade topluma dikey giren bir anlayışı ifade eder. Dolayısı ile yolumuzda erkek-kadın, zengin-fakir, ünlü-ünsüz ,tüm ayrılıklar Hak yolunda bir olur. Tıpkı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin kucağında ceylan ile aslanın bir olması, diğerini farklı görmemesi gibi.Bunu sıklıkla tekrar ediyorum çünkü iyice anlaşılıp zihinlere girmesini istiyorum. Bektaşilik ayrıştıran değil birleştiren bir öğreti ve inanç sistemidir. Bir Bektaşi’nin serdettiği görüşlerin tamamı da bu amaca yöneliktir.
Gelin bu paylaşımımızda ilmimiz yettiğince “Alparslan Büyük Selçuklu” dizisinde Alplerin aşk ile andığı “Hû” nedir, onu arz etmeye çalışalım: “Hû” yani Arapça’daki “O”, eskilerin tabiri ile ivazsız garazsız yani hiçbir gizli ereği bulunmaksızın, açık açık yaratıcıyı anmaktır. Sıfatlarını tamamen kuşatacak bir isim olmadığı için, tevhid erenleri ulu yaratıcıyı Arapça’da üçüncü tekil şahıs zamiri olan “Hû” ile işaret ederler.
Farklı dillerde yaratıcıyı işaret etmek için Allah, Huda, Kuday, Çalap, Tengri vb. sözcükler kullanılmıştır. Hülasa dünya üzerinde ne kadar dil varsa o kadar “O”. Oysa “O” ne Mekke’ye Medine’ye, ne Sina Çölü’ne, ne İran eline, ne de Olympos ‘a ya da Tanrı Dağları’na dolayısı ile bu bölgede konuşulan dillere sığmaz. Bakara 115. Ayette belirttildiği gibi Doğu da Allah'ındır Batı da nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır.
Sayılan adlar bizlerin O’ndan aldığımız ilham ile kendi dillerimizde O’nu ifade biçimimizdir.
Kur’an’daki ifadesi ile “O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır.”[2]
Yani zamanın bile kapsayamadığı, gözümüzle gördüğümüz her şey ama aynı zamanda gizli kalan, göremediğimiz her şeydir. Bize Kuran ifadesi ile “şah damarımızdan daha yakın”[3]ama diğer yandan gene Meraic suresi 4. Ayete göre bize Melek yani ışık hızı ile elli bin yıl mesafe kadar yani algılayabileceğimizin çok ötesinde uzak [4] sonsuz boyuttaki sonsuzluktur.
Bugün en basit konu için adliyeye yolunuz düşse; bilmediğiniz, görmediğiniz ama annenizden, babanızdan ya da komşunuzdan öyle duyduğunuz için inandığınız bir şey için şahitlik edebilir misiniz? “O” bizim inandığımız değil, bildiğimiz bir gerçektir. O nedenle de gönül rahatlığı ile tekliğine şahitlik edip tevhit eder, O’nu birleriz. Bir meyve ağacında, bir böcekte, gökteki yıldızlarda, insanda ve atomda O’nu görürüz. Yapmaya çalıştığımız tek şey daha berrak görmek, daha fazla iletişimde olmak ve O’na duyduğumuz aşk ile saflaşarak O’nda yok olmaktan ibarettir.
İşte bu nedenle derviş meşrepliler O’nu “Gerçek yani Hak”, “O yani Hû” diye anarlar. Gerçek yolda ilerleyenler “Hû yani O” şeklinde verilen selama “İlla Hû yani Ondan Başka Bir Şey Yok” şeklinde cevap verirler ve her şeyin “O” olduğu bilinci ile bir ağacı kesmektense bir köşkü kazıklar üzerinde yürütürler.
“Yıl 1930...Atatürk, çok beğendiği Yalova’da birkaç yıl önce yaptırdığı köşküne doğru çıkmaktadır. Bir de bakar bir bahçıvan, koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir.
Müdahale eder; “Ya hû,..” der, “...sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdin mi ki kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?” Bahçıvan der ki; “Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz.” Atatürk, bir an düşünür; “Hayır, gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız” der,[5] çünkü Atatürk pekâlâ Tanrı’nın varlığı kendinden yarattığının ve yarattıklarında açığa çıkmış ve onların içinde de kendisini gizlemiş olduğunun, görünen bütün nesnelerin Tanrı’nın görüntüsü olduğunun ve bu nesnelerde Tanrı’nın sonsuz tini olduğunun bilincindedir.
Bilinç daha çok insanlara ya da hayvanlara atfedilen bir özellik gibi görünse de çevre koşullarına göre değişimleri, birbirleriyle kurdukları iletişim, etkilere karşı verdikleri tepkiler göz önüne alındığında bitkilerin de bilinç sahibi olduğu gün gibi ortadadır.
Nitekim yapraklarına elektrot bağlanan bitkinin gövdesinden zayıf bir elektrik akımı geçirilerek, meydana gelen en küçük titreşimler galvanometre göstergesinde gözlemlenmekte ve bilgisayara bağlı graf kâğıdının üstündeki yazıcı ucun oynamasıyla görsel olarak da kaydedilebilmektedir.[6]
Bu şekilde yapılan bir deneyde bir saksı çiçeğini bilgisayara bağlanmış ve deneye katılan topluluk içinde bir kişiye bir dalını kırdırılmış. Çiçeğin önünden birçok kişi geçmiş ancak çiçek sadece dalını kıran kişi geçtiğinde tepki göstermiş.
Kuantum alanında yapılan çalışmalar ile artık anlayışımızı daha da berraklaştırabiliyoruz. Young deneyi veya çift yarık deneyi olarak bilinen deney bilim insanlarını çok şaşırtsa da Vahdet-i Vücud öğrencilerine “evet budur” dedirtmekle birlikte çok da şaşırtmadı. Peki nedir bu çift yarık deneyi ve bu deney ile ne tespit edilmiştir?
Bir duvar bu duvarın önünde de üzerinde dikdörtgen şeklinde iki yarık olan bir pano hayal edin. Bu panoya seri şekilde yeteri sayıda demir bilye fırlatırsak yarıkların izdüşümünde duvar üzerinde bilyelerin duvar üzerinde bıraktığı izlerden iki dikdörtgen oluşacaktır.
Bu yarıklara bilyeler değil de su dalgaları gönderirsek her iki yarıktan geçen su tanecikleri panonun arkasında etkileşime geçerek birleşir ve değişik boyutlarda dalgalar oluşturur bu dalgaların birleşimi ile yarıkların iz düşümünde iki dikdörtgen çizgi değil de ince ve kalın olmak üzere sıralı pek çok çizgi oluşurdu zira dalgaların yükseltileri birleşirse daha yüksek bir dalga dolayısı ile daha kalın ve belirgin, alçaltıları birleşirse daha alçak bir dalga dolayısı ile daha silik bir çizgi oluşturacaktır buna fizikte girişim deseni deniyor.
Bu iki örnek maddenin parçacık ve dalga olarak davranışını normal fizik kuralları çerçevesinde anlatmaktadır.
19’yy daki bilgiler ile Newton ışığın bir parçacık olarak davrandığını düşünüyordu ondan biraz sonra gelen Thomas Young iptidai şartlarda yaptığı çift yarık deneyi ile ışığın dalga şeklinde hareket ettiğini ispatlamıştı.
Kuantum işine kafa yoran bilim insanları acaba atom altı parçacıklar dünyasında işler nasıl ilerliyor gözlemlemek istemişler ve Young’un 19.yy ‘da yaptığı çift yarık deneyini modern şartlarda tekrarlayarak acaba bu deliğe bilye ya da sıradan ışık değil de elektron gibi kuantum düzeyde bir parçacık gönderseydik elektron parçacık gibi mi yoksa dalga gibi mi hareket ediyor test etmek istemişler.
Yapılan deneyde tek tek gönderilen her bir elektron parçasının bir dalga gibi hareket ederek hedefte bir girişim deseni oluşturduğunu tespit etmişler.
Buraya kadarki kısım her ne kadar bir bilim insanı olmasak konuyu zorlanarak beynimizde canlandırsak da olabilir ne var bundan denecek düzeyde.
Bilim insanları tek bir parça olarak gönderilen elektron parçasının hangi delikten geçtiğini ve tam olarak nasıl tek bir parça olmasına rağmen kendi ile etkileşime geçerek dalga gibi hareket ettiğini ve hedefte bir girişim deseni oluşturduğunu bir kayıt cihazı ile tespit etmek istemişler.
Bunu yaptıklarında ise muazzam bir şey keşfetmişler. Kayıt cihazı ile elektronun hangi yarıktan geçtiğini görebilmişler ancak bu sefer hedefte bir girişim deseni değil aynı atılan bilye örneğinde olduğu gibi yarıkların iz düşümüne denk gelen iki çizgi oluşmuş.
Bu deney defalarca tekrarlanmış ve her defasında elektron hangi delikten geçtiğini bilmediğimiz anda dalga gibi hareket ederek bir girişim deseni oluştururken gözlemlendiği ve hangi delikten geçtiği bilindiği noktada parçacık gibi hareket ederek çift çizgi oluşturmuş.
Kuantum fiziğinde ölçüm problemi olarak adlandırılan bu durum elektronun gözlemlendiğinde gözlemlendiğinin farkındaymışçasına, bir bilinç sahibiymiş gibi farklı hareket ettiğini gösteriyor. [7]
Artık çift yarık deneyi ile elektronun gözlemlenmediği anda dalga gözlemlenmediğinde ise parçacık olarak davrandığını bilen bizler çok daha yüksek bir form olan bitkinin bilinçli davranışına şaşırmıyoruz.
Ulu ve yaşlı bir ağaç gördüğünüzde düşünmeden sarılın, öpün, niyaz edin. Karşınızda siz görememeniz de yaratıcının tinini barındıran bir koca derviş duruyor.
Tevhid ehli yüzlerce yıl önce bilim bu düzeyde değilken derin tefekkür ile her varlığın bir titreşimi ve bu titreşim oranında az ama çok bilinci olduğunu ve bütün kâinatın bir özden geldiğini akıl etmişlerdir.
Acaba kâinatın yaratılış aşamasında ortaya çıkan güçler ve enerjiler bizim bugün cin, melek olarak tasvir edilen güçler midir? Atomdan, mor ötesi ışından, kablosuz iletişimden, frekanslardan, titreşimlerden bihaber bir toplum için bu kavramlar bilinmez bir varlıktır. İlahi kitaplar geldikleri toplumun anlayış seviyesinde ve o topluma hitap edebilmek adına o toplumun kelime ve anlam sözlüğünü kullandığı için onu o toplumun anlayışına göre tasvir edilmişlerdir.
Melekler yani güçler Allah enerjisinin taşıyıcısı ve uygulayıcısı güçler midir? Acaba yerçekimi de adını bilmediğimiz bir melek midir? Yerçekimi kişi ayırt etmeksizin görevini yerine getirir havada süzülmemizi sağlayacak kanatlarımız yoksa yüksek bir binadan atladığında adı kimliği ne olursa olsun herkesin yere çakılacağı muhakkaktır. Bu nedenle mi dinlerce iradesi olmayan emredileni uygulayan görevliler olarak tanımlanmışlardır?
Cin veya şeytan denilen görünmez enerjiler beyinde düşüncede ortaya çıkan negatif enerjiler olabilir mi? Nasıl mutfakta bulaşıklar biriktiğinde bir süre sonra orada ürüyen mikro organizmalar kötü kokular yaymaya başlıyorsa, nasıl vücutta biriken zararlı madde bir yangıya sebep oluyorsa zihinde biriken, korku ve vesveseler de bu görünmez enerjilere sebep oluyor olabilir mi?
Bundan binlerce yıl önceki insanlar bu enerjilerden habersiz oldukları için onu bir varlık gibi algılamış ve ilahi kitaplardan onların bu algısı üzerinden tanımlamalar yapmış ve kavramları hikayeleştirmek suretiyle anlatmış olabilir mi?
Acaba bu nedenle mi asırlar önce Şeyh Bedrettin Varidat adlı eserinde “Bunu iyi bil ve hiç şüphelenme ki, cennet, köşkler, ağaçlar, huriler, mallar, ırmaklar, meyveler, azap, ateş ve benzerleri rivayetlerde söylendiği ve eserlerde anlatıldığı gibi, sadece görüntüler ile izah edilemez; onların başka anlamları da vardır. Bu anlamları velilerin halisleri bilmektedirler” [8]“Şunu bil ki göklerdeki güçlerle, öğeler ve benzerlerinin güçleri meleklerdir. Peygamberlerin bu husustaki sözleri de benim sözlerim anlamına gelmektedir ve cahillerin iddia ettiği gibi değildir.” [9] “Kişilerin elde ettikleri olgunlukların tatları, huriler, köşkler ve cennetlere benzetilmiştir. Bunlara verilen adlar takma adlardır.”[10]Diye seslenmiştir.
Size aykırı mı geldi? Evet, gerçeği arayanlar aykırıdır. Daha önce söyleneni tekrar ile mesafe kat edilmeyeceğini bilen, bulunduğu toplum ile bir olan ama toplumdan farklılaşanlardır.
Bu zümreye ait dünün aykırı fikirleri bugün olağandır. Bugünün aykırı gelen fikirleri de gelecekte olağan karşılanacak, avangart düşüncelerdir. Derviş “Bir saat tefekkür bir sene ibadetten hayırlıdır” hadisine uyarak beyin loplarını zorlayan, soran, sorgulayandır.
Konu bir Hû’dan nerelere geldi … Tefekkür etmek dans etmek gibidir. Müzik durduğunda pistin neresinde olacağını bilemezsin.
Doğrusunu Hak bilir.
Aşk olsun …
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. “Osmanlı, Cumhuriyet ve Bektaşiler” Yeniçağ Gazetesi https://www.yenicaggazetesi.com.tr/osmanli-cumhuriyet-ve-bektasiler--ozan-isleten-481817h.htm
[2] Halid Suresi 3. Ayet
[3] Kaf Suresi 16. Ayet
[4] Mearic Suresi 4. Ayet
[5] https://www.haytap.org/tr/aac-kesilmesin-diye-yuerueyen-ev-yalova-
[6] Namık Kemal Zeybek Türk’ün İnancı s.138
[7] Detaylı bilgi için bknz . https://evrimagaci.org/cift-yarik-deneyi-nedir-young-deneyi-bilimsel-olarak-neden-onemlidir-856
[8] Kültür Bakanlığı Yayınları 1991 Varidat Şey Bedrettin , S1
[9] Kültür Bakanlığı Yayınları 1991 Varidat Şey Bedrettin , S12
[10] Kültür Bakanlığı Yayınları 1991 Varidat Şey Bedrettin , S21
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum