İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

HORASAN ERENLERİ’NİN URFA’DAKİ KÜLTÜREL VE İNANÇSAL İZLERİ

22 Eylül 2023, Cuma 23:22

“Selçuklu döneminde Urfa Anadolu’ya giriş kapısı olarak kullanılmıştır. Bölgeye hâkim olabilmek için bölge bu dönemde yeni baştan tanzim edilmeye çalışılmıştır. Tutuş-Süleyman Şah mücadelesi dolayısıyla Suriye’ye inen Melikşah (1086), bu fırsattan istifade ederek Yukarı Mezopotamya’yı ve Suriye’yi bu siyaset çerçevesi içinde yeniden tanzim etti. Melikşah Bizans’ın elinden yeni alınan Urfa’ya kumandanlarından Bozan’ı, Tutuş’un elinden aldığı Haleb’e Aksungur’u, Süleyman Şah’ın Bizans’tan fethettiği Antakya’ya, Yağsıyanı vali olarak tayin etti. Mervanoğulları ülkelerinin bir Arab’a tevcih edilmesine rağmen Güneydoğu Anadolu kısa bir müddet sonra Türk hakimiyetine geçti.”1

“Urfa hayli zaman Bizans’ın idaresi altında kalmıştı. Şehri Bizans imparatorluğunun elinden kurtarıp yeni baştan Türk ulusuna ve Türk hakimiyetine iade eden Melikşah’tır.

Melikşah’ın Urfa’yı Rumlardan geri almasına Halep’ın zaptı sebep olmuştu. Musul Emiri Şerefüldevle Müslim ibn Kureyş’in Halep’i zaptettiğini yukarıda söylemiştik. Şerefüldevle Halep’e hâkim iken Rumlar da Antakya’ya hâkim idiler. Hicretin 477 ci yılında Konya sultanı Süleyman İbn Kutulmuş Anyakya’yı Rumların elinden aldı, hesapsız ganimete sahip oldu. Zaferini Melikşah’a bildirdi, fethi Melikşah namına yapmış olduğunu da ilave etti.

Melikşah Süleyman’ın zaferini kutladı ve Antakya’ya vali olduğunu tasdik etti. Şerefüldevle Süleyman’ın başarısını çekemedi, en çok Konya sultanının konduğu ganimeti kıskanıyordu. Süleyman’dan Antakya ganimetine ortak edilmesini istedi. Antakya fatihinden aksi cevap alınca Antakya’yı yağma etti.”2

“1072 tarihinde Alparslan’ın ölümü ile Selçuklu tahtına Alparslan’ın oğlu Melikşah geçti. Büyük Selçuklu sultanı Melikşah (1073-1092), amcası oğlu Kutalmış (ö.1064) oğlu Süleymanşah’ı (ö.1086) Anadolu’ya göndererek Urfa ile Birecik arasında yerleşmesini emretmişti. * Böylece Anadolu’nun tasarrufu Süleymanşah’a verilmiş oluyordu. Daha önce 1064 yılında Süleymanşah’ın babası Kutalmış, Alparslan’a isyan etmiş ve onunla savaşmıştı. Bu savaşta mağlup ve maktul düşmüştü. Bunun üzerine oğulları Bizans hududuna sürgün edilmişti. Bu yüzden şehzadeler Urfa bölgesinde başsız ve sönük bir hayat geçiriyorlardı.

Süleymanşah’ın Urfa bölgesinde yerleşmesi, daha önce bölgede bulunan bazı Türk kabilelerinin de kendisine katılması ile ilerde bütün Anadolu’nun fethini sağlamasına yardımcı oldu. Nitekim Süleymanşah sultan soyundan olduğu için kısa zaman içinde Urfa çevresinde bulunan Türk kabile ve kumandanları kendisini desteklediler.”3

“1146’da Selçuklu Nureddin Mahmud’un Urfa’yı tekrar ele geçirmesi ile Urfa İslam dünyasının ana parçalarından biri oldu * Urfa’nın Nureddin tarafından alınmasından sonra Halife el Muktefî Zengi’ye “Allah’tan Yardım Gören Melik” anlamına gelen Melikü’l Mansur unvanını vermesi * Urfa’nın İslam dünyası için ne kadar önemli bir kent olduğunun da bir göstergesi olarak kabul etmek gerekir.”4

“On üçüncü yüzyılda Yesevilik Anadolu’ya girmiştir. O tarihlerde Anadolu, Selçuklular tarafından yeniliye fethedilmiş ve Müslüman Türkler büyük gruplar halinde Anadolu’ya gelerek yerleşmeye başlamışlardır. İşte Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için Hoca Ahmet Yesevî’nin halifeleri bazen dervişleri ile birlikte küçük gruplar Anadolu’ya göç etmişlerdir. Hatta Hacı Bektaşi Veli’nin bile bunlardan olduğu söylenmektedir.

Mesela Saru Saltuk diye şöhret bulan Muhammed Buharî, yedi yüz Horasan Eriyle Anadolu’ya gelerek oradan Avrupa’ya Leh memleketlerine geçmiştir.”5

Selçukluların Anadolu’ya gelişleri sadece askerî dehalarının bir sonucu değildir. Onlar inançsal sorumlulukları gereği Bilge Kâgan’ın; “Ben ulusumun açlarını doyurdum. Çıplaklarını giydirdim” insani ve yönetimsel sorumluluklarının gereği olarak, inançsal anlamda zâviye, hangâh ve dergâhları kurumsallaştırarak Dede ve Babalar yönetiminde burayı inançsal mekanlara dönüştürmüşlerdir. Bunu Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın Nişabur’daki Hangâh’ında görüyoruz.

“Horasan Sufî siyasetinin esas vasfı, Selçuklu-Türkmen hanedanı mensuplarıyla Sufîlerin ilk bakışta izahı güç olan ilişkilerini bize açıklamasıdır. Türkmen Beyleri Tuğrul ile Çağrı, sufîlerin mistik görüşüne uygun bir şekilde o zamanın edebiyatında yer almıştır.

Esrârü-tevhid’de Çağrı ve Tuğrul’un şeyhi ziyaret ve ibadet için Mihyene’ye gittikleri anlatılmaktadır. Onlar, Şeyh’in oturduğu yere yaklaşmışlar, selâm verip onun elini öpmüşler ve önünde ayakta durmuşlardır. Şeyh, adeti olduğu üzere başını eğmiş ve bu vaziyette bir saat kadar kalmıştır. Bundan sonra Çağrı Bey’e, “Biz sana Horasan hakimiyeti veriyoruz” dedikten sonra Tuğrul Bey’e de “Sana Irak hakimiyetini veriyoruz” demiştir.”*

Ebu Said’e göre, hangaha gelen fütûhun (Tekke geliri) tamamının hankâh için harcanması ve hankâhın kapısının her zaman yolculara açık tutulması gerekir. Nişabur’u terk edip doğduğu yer Mihyene’ye giderken bile Hankâhın kapısı açık tutun. Orayı temiz ve çırasını yanık bulundurun… Gelen kimse rızkını da beraberinde getirir. *tavsiyesinde bulunmuştur.”6

Alevi-Bektaşi yolunda bu sıfatlar Hz. Ali’nin “Allah’ın Aslanı” sıfatı ile özdeşleştirilir ki, Şıh Mesut’da zaviyesinin kitabesinde geliş yerini, kaya üzerine Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum yeri Nişabur olarak belirtmiştir:

“Bismillahirrahmanirrahim, Kad farağa min ‘ameli sahrinc el-fakir ila rahmetullahi Mes’ud bini Sa’id Hengel el- Nişaburi, fi’l-aşereti min receb el-ğarra. Sene tis’a ve seb’ine ve hamse mie. Farahimehullahi men da’a (…) ve i’anehu ve sa’adehu ve licemi’i’l-mu’minîn.”

Kitabe’de, bu sarnıcın Nişaburlu Said Hengel oğlu Mes’ud tarafından hicri 579 senesi Receb ayının 10’unda (miladi 30 Ekim 1183) bitirilmiştir. “7

İşte bu duygu düşünce ve inançla Yesevi şeyhleri Anadolu’nun çeşitli şehirlerine gelerek yerleşmiş ve buraları Müslüman etmeye çalışmış oldukları gibi Şeyh Mesut da 1183 tarihinden önce Nişabur’dan Urfa’ya gelerek Urfa’nın Türkleşmesine ve Müslümanlaştırmasına hizmet etmiş, Ahmet Yesevi* halifelerinden biridir.

Urfa’da Şıh Maksut, Şeyh Mesut olarak kayıtlara geçirilen bu Horasan Ereninin, “Dede-i Horasanî” olduğunu, Ancak 16. Yüzyıl Urfa Sancağı adlı kitap yayınlandığında anlıyoruz ve görüyoruz. “Urfa şehrindeki diğer zaviye Şeyh Mes’ud “Dede-i Horasanî”* zaviyesidir.”8

Fotoğraf: 1. Şah (Şıh) Mesut Dede-i Horasanî Türbesinin kuzey cepheden yakın görünümü

Onun efsanesi halk edebiyatımızdaki bir deyim olarak “levh-ü kalem kara yazmış yazımı” deyiminde ifade edildiği gibi bu ünlü zat Selçuklu Baba, Dede, Bey ve Komutanlardan “tahta kılıçlı” bir eren olarak, “gayb erenleri”ne karışmış hem şah hem de padişah olan bir Horasan Erenidir. Ancak araştırmacı yazarımız bu ünlü er veya erenin Ahmet Yesevi halifelerinde olduğunu ileri sürmektedir. Bizce bu doğrudan Yesevî’nin halifesi değil, Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Said Ata’nın oğludur.

Urfa’nın Haçlı Kontluğundan alındıktan sonra Urfa’da ilk ve tek Türk Müslüman bir mutasavvıf erendir. Urfa’daki zaviyesi ise hem tarihsel hem de mimari özelliği itibarı ile Urfa’da ilk Selçuklu mimari eseri olarak Türk tarihine tanıklık etmektedir.

“Urfa her ne kadar İslam devletlerinden birine başkentlik yapmamışsa da Anadolu ile Arabistan toprakları sınırında bir şehir olması sebebiyle, İslam’ın Anadolu’ya girişinde bir kapı vazifesi görmüştür.

Bu yüzden tarikatların yeni teşkilatlandığı devirlerde Urfa’da da oldukça kabul gördüğü kesindir. Zâhid ve sûfilerin çok olduğu bölgelerde, tasavvufun tamamen teşkilatlanarak yerleşmesi XII. Yüzyıl sonları ve XIII. Yüzyıl başlarına rastlamaktadır. Urfa’nın kendi içinde yetişen mutasavvıfları olduğu gibi Urfa dışından gelen mutasavvıflar da bulunmaktadır. Urfa’ya dışardan gelen mutasavvıfların hemen hepsi Horasan taraflarından gelmişlerdir.

Bunların içinde ehlisünnet olamayan Bektaşiliğe meyilli çok az derviş bulunmakta idi. Halk bu veli kullara azami saygıyı gösteriyor, bir kısmı bunlara intisap ederek tarikatlarına giriyordu. Bunlar Urfa’da tekkeler ve zaviyeler de inşa ederek, böylece kendilerine bir mesken ve ibadet yerleri yapıyorlardı.”9

II. Mahmut Devri Yeniçeri Kırımı (1826)’nda, “Bektaşi tarikatinin Mısır’dan Arnavutluğa kadar geniş İslam topraklarında tekkeleri vardı. O bakımdan bütün Bektaşi şeyhleri ile birlikte Bektaşi mensubu oldukları sanılan Anadolu payelileri de sürgün edildiler. Tekkelerinin yenileri yıktırıldı, eskileri bırakılarak, ehlisünnet inancına bağlı şeyhlere, bilhassa Nakşibendî mensuplarına verildi.

Devletin Bektaşiliği yasaklamasından dolayı Bektaşi akidesine mensup olanlar saklanmak ve faaliyetlerini gizli sürdürmek zorunda kaldılar. Aynı durum şüphesiz Urfa’da da meydana geldi.”*10

*****

KAYNAKÇA

1- Abdullah Ekinci, “Ortaçağ’da Urfa- 1 (Efsane, Tarih, İnanç, Bilim ve Felsefe Kenti)”, Gazi Kitabevi, T.C. Ltd. Şti., Baran Ofset, Ankara, 2006, 281; M. Altay Köymen, Selçuklu devri Tarihi, Ankara, 1993, s.153-154

2- Hasan Açanal, “Urfa Tarihi (M.Ö. 2000-M.s. 1400), Şurkav Yayınları: 17, Nurol Matbaacılık Sanayi Ticaret A.Ş., Ankara, 1997, s.74

3- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Atalay Matbaacılık, Ankara,2009, s.241; Yrd. Doç. Dr. Seyfullah Kaya, a.g.e.s.90

4- Abdullah Ekinci, “Ortaçağ’da Urfa- 1 (Efsane, Tarih, İnanç, Bilim ve Felsefe Kenti)”, Gazi Kitabevi, T.C. Ltd. Şti., Baran Ofset, Ankara, 2006, .84; * Işın Demirkent, II, s.154; Holt, s. 74.

5- Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa Evliya ve Âlimleri”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Atalay Matbaacılık, Ankara, 1996, s.81-82-79

6- Prof. Dr. Mürsel Öztürk, “Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 2740, Ankara, 2001, s.232-252; *Zahoder, B., a.g.m. s.516; Muhammed b. Münevver, a.g.e., s.134.

7- Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa Evliya ve Âlimleri”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Atalay Matbaacılık, Ankara, 1996, s.81-82-79

8- Ahmet Nezihi Turan, “XVI. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2012, s.175

9- Mahmut Karakaş, “Urfa’da Tasavvuf İzleri”, Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı Yayınları, uyum Ajans, Ankara, 2017, s.21

10- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.435; *Bu durum imparatorluk sınırlarının her tarafında aynıydı. Örneğin Irak’taki Türkmen coğrafyasında;”Tuzhurmatı’da Dervişan ve Bektaşîlere ait Dede Garip, Baba Gulam, Seyit Ali, Seyit Kalender, Seyit Haydar, Seyit İbrahim tekkeleri bulunmaktadır.(Nacioğlu, 2005; s.50-51)*Eskiden bu tekkelerde gizlice saz eşliğinde Hz. Ali’yi ve ehl-i Beyti öven şiirler özel havalarla terennüm edilirdi. (Tezibaşı, 1980: 22)” (Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, “Irak Türkmen Halk Kültürü Araştırmaları” ,Berikan Yayınevi, Ankara, 200,s.86-87)

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum