HORASAN ERENLERİ’NİN GÜNEYDOĞU ANADOLU’DAKİ İLK YURTLARI -2
18 Eylül 2024, Çarşamba 10:12İdris-i Bitlisi’nin kişiliği yukarıda Urfalı şair Nabi’nin oğluna kesinlikle olmaması gerektiğini nasihat ettiği kişiler arasında en başta yer alır. Onun Yavuz’a övgü karşılığı yazdığı “Selimşahname” yapıtı, onun kimlik ve kişiliğini ortaya koyduğu gibi bunların karşılığı kendisine ayrıca verilen şahsi ödüller bir yana, yazılarında 40.000 Kızılbaş Türkmeni katlettiğini bizzat kendisi söyler.
“Yavuz Selim’in Safaviler üzerine yürümeden önce Anadolu’da Şah İsmail’i destekleyen, ona hem lojistik destek hem de asker verecek olan Türkmen Alevileri “yediden yetmişe” tespit ettirdiği ve “kırk binini öldürttüğü” bugün “Osmanlıcı ve özellikle Yavuz’cu” bazı çevreler tarafından, “Canım, bu iddia yalnızca Selimnâme’de var… diyorlar.”
“Zafer Osmanlı’nındır. İdris-i Bitlisi “zafer gecesini” de büyük bir “keyifle” yazar:
Gel Saki, eğlence meclisini donat, savaşta düşmanın kanıyla kadehi doldur… Gel Saki, kadehi ele ver. Ver de kılıç, düşmanın kanıyla sarhoş olsun… Gel eğlence gecesi kadeh içelim. Şarabı düşmanın kanı gibi iç…”8
Gerek Dede Garkın gerek Hacı Bektaş Veli ve gerekse Ahi Evren Veli’nin Anadolu’daki ilk ayak izlerinin bulunduğu yer Güney Doğu Anadolu Bölgesinde Fırat nehri havzası topraklardır. Konuya Fırat nehri merkezli bakıldığında Fırat üzerindeki ilçemiz Birecik dikkat çeker ki, buradaki 2 türbe ve yatırda Alevi-Bektaşi inançsal değerlerinin burada bulunması dikkat çekicidir.
Şeyh Muhammed Ali Narikey Türbesi: “Bu türbede şeyhe ait bir Teber iki geyik boynuzu, bir bakır keşkül ile bir hırka duvara asılıdır.
Hasan Kâşif Baba Yatırı’nda ise: “… Bir şifa tası, bir geyik boynuzu, büyük ve küçük birer Teber iki alem, kap içerisinde fırınlanmış Kerbela toprağı ve bir ahşap kaşık mevcuttur.”9
“Menakıbu’l-Kudsiyye’nin bugün eksik olan baş tarafından geriye kalanlar, büyük bir şans eseri, Baba İlyas-ı Horasanî’nin nasıl bir sosyal ve mistik çevrenin mensubu olarak tarih sahnesinde göründüğünü anlamamıza yardımcı olacak durumdadır. Menakıbname onu, XIII. Yüzyıl Anadolu’sunda çok büyük bir nüfuz sahibi bulunan ve Hacı Bektaş-ı Velî’nin de münasebettar gördüğü Ünlü Türkmen babası Dede Garkın’ın çevresine yerleştirerek işe başlar. Bizce kıymetli bir ipucu vermiş olur.
Baba İlyas Dede Garkın’ın baş halifeliğine kadar yükselerek Rum’u irşadla görevlendirilir. Baba İlyas Amasya yakınlarındaki Çat köyüne gelerek oraya yerleşir. Zamanın Selçuklu sultanı I. Alâu’d-Din Keykubad’la yakınlık kurar. İşte bu olaylar, onun vefatından sonra, II. Gıyasu’d-Din Keyhüsrev’in tahta geçmesiyle başlar.
Elvan Çelebi’ye göre Baba İlyas, Dede Garkın çevresine intisap etmiş ve daha sonra çok gençken baş halifesi makamına kadar yükselmiştir. Bir müddet sonra Dede Garkın kendisini Rum diyarına * göndermiş. Baba İlyas burada Amasya yakınlarında Çat köyü denilen yere gelip bir zaviye açmıştır.
Hüseyin Hüsameddin de Baba İlyas’ın 628/1230-1231 de Amasya’ya yerleşerek Hânikah-ı Mes’ûdî şeyhliğine geçtiğini söylemektedir.”10
“II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cülusu, Harzemliler için iyi olmayan neticeler doğurdu. Kırhan’ın Veliaht İzzeddin’e sadakat yemini etmesi, hükümdarı şüphelendirmişti. Kırhan, Zamandu Kalesi’ne hapsedildi. Az sonra da öldüğü haberi yayıldı. Bunun üzerine, diğer ümerası kabilelerini topladı ve bölgelerini terk etti. Katl ve yağmalarda bulunarak Fırat’ı geçtiler. El-Cezire hükümdarı Melik Salih’in hizmetine girdiler; Harran, Urfa, Suruç ve Rakka mıntıkalarına yerleştiler. 1245’te Salih, Hums hükümdarına onları imha ettirdi.”11.
“Necmeddin-i Kübrâ’nın yerine en yetkili Arda (Halife)si Mes’ud geçmişti. Mes’ud, son zamanlarında Selçuklularla çıkan bir geçimsizlikten üzülmüş Kırhân ile birlikte güneye doğru inmişti. Haleb’de Hakk’a yürüdü, oraya defnedildi.
O zaman Erzincan, Erzurum, Malatya, Sivas, Elbistan dolayları Türkmenlerin, toplu olarak yerleştikleri bölge idi. Mes’ud’un yerine (Tâc-ül-dîn Eb-ül-Vefâ Mahmud-el Harzemî) seçildi.”12
Yukarıda sayılan iller arasında ne yazık ki, Türkmenlerin ilk yerleştikleri Güney Doğu Anadolu bölgesinde Urfa, Mardin ve Diyarbakır çizgisi es geçilmektedir. Oysaki, Yukarıda Mes’ud’dan bahsediliyor. Ancak, Mes’ud’un Urfa’da Türkmen tarihine ışık tutan zaviyesi bile bilinmez görünüyor.
Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eserinde: “Ahmet Yesevi halifelerinden (H. 605 (M. 1218-19)’da ölen ikinci Halife Harezm’li Sa’id Ata hakkında fazla bilgimiz yoktur.”13 deniyor.
Oysaki, onun oğlu Mes’ud’un zaviyesi ve türbesi Urfa’da Türk tasavvuf tarihine ışık tutmaktadır.
Urfa’da Şıh Maksut veya Şeyh Mesut olarak bilinen bu tasavvuf ereninin asıl adının “Dede-i Horasanî” olduğunu 16. Yüzyıl Ruha (Urfa) Sanacağı TD kayıtlarında açıkça belirtilmektedir.
“Ruha’da üç büyük zâviye vardır. İlk ikisi Balıklı Göl’ün bulunduğu yerde ve hemen onun yanında inşa edilmiş olan Ayn-ı Halilü’r-rahmân ve Mevlid-i Halilü’r-rahman zaviyeleridir.
Şehirdeki bir diğer zâviye Şeyh Mes’ud Dede-i Horasâni zaviyesidir. Mes’ud Dede, adından anlaşılacağı üzere Horasan’dan gelen * şeyhlerden biridir. Zaviyenin, yakınındaki 579/1183 tarihli bir sarnıç kitabesinde kendisi tarafından (“Said oğlu Nişaburlu Mes’ud”) yaptırıldığı belirtiliyor.”14
Görüldüğü gibi Dede-i Horasanînin de doğum yeri Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum yeri olan Nişabur’dur.
“Anadolu topraklarında zaviyeler konusu, Anadolu’nun iskanı, Türkleşmesi ve Müslümanlaştırılması konusunda paralellik gösterir. Zaviyeler ilk devirlerde bir iskân unsuru olmuşlar, şehirlerin kuruluş ve gelişmesinde büyük katkılar sağlamışlardır. * M. Fuat Köprülü ve başkaları Anadolu’nun fethinde, Gaziler’in, Abdalların ve bir başka deyimle Horasan erenlerinin önemli rolü olduğunu göstermişlerdir. * Ayrıca, derviş zaviyelerinin birçok köyün çekirdeğini teşkil ettiğini * Ömer Lütfi Barkan zengin belgelerle belirtmiştir. *
Ribatlar ileriye doğru akınların basamakları oldukları gibi, yolcular için yatacak ve yiyecek temin ediyorlardı. Zaviyeler, bizzat dervişler ya da sultan veya emirler tarafından özel imtiyazlarla kuruluyorlardı. Birçok belgede bunların fonksiyonunun “ayende ve revendeye” hizmet” olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Zaviylere yerleşen baba veya dervişler çevrelerini ekiyorlar, ziraatle meşgul oluyorlar, evler, ahırlar, mescidler inşa ediyorlardı. Sonra da bunların etrafında halk yerleşmeye başlıyordu. Böylece zaviyelere tahsis edilen yerler zamanla köy haline geliyorlardı.”15
“Türklerdeki “Velayet-i Pederâne” (Baba gibi koruyuculuk) sıfatı Büyük Selçuklu sultanları’nda da mevcut olup, * devletin başında milletine karşı baba mevkiinde bulunmaları onlara bu göçebe Oğuzlar’a yurt bulmak vazifesini yüklüyordu.”16.
Anadolu’da yurt bulmanın ilk önderi ise Güneydoğu Anadolu’da Dede Kargın karşımıza çıkmaktadır:
“Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Dede Garkın Ocağı’na mensup dede ve talip topluluklarının yakın tarihteki ve günümüzdeki yerleşim yerleri dikkat çekicidir. Yörede, Diyarbakır merkez Sur ilçesine bağlı Büyükkadı köyünde ocak dedelerinin ikamet ettiği görülmektedir. Saha çalışmalarımızda, Dede Garkın Ocağına mensup bu ailelerin şahsi arşivlerinde iki adet şecerenâme mevcut olduğu tespit edilmiştir. Yine Diyarbakır’daki diğer Alevi köylerinde, Dede Garkın ocağı taliplerinin yaşadığı görülmektedir.
Şanlıurfa merkeze bağlı Kısas beldesindeki saha çalışmalarımızda ise burada yerleşik bulunan, “Merdinler” olarak bilinen ve Kısas’ta yerleşik diğer ailelerin nüfusuna kıyasla sayıları oldukça fazla olan Dede Garkın Ocağı talip topluluğunun Kısas’a, Mardin’in “Büyük Bektaş” ve “Küçük Bektaş” köylerinden geldikleri tespit edilmiştir. Kısas’a yerleşen bu Dede Garkın Ocağı talipleri, bağlı bulundukları ocağın dedeleriyle yeniden irtibat kurmayı başarmış ve Diyarbakır’ın Büyükkadı köyünde yerleşik bulunan Dede Garkın ocağı dedeleri, 1950’li yılların başına kadar Kısas köyüne düzenli olarak gelerek buradaki talip topluluğunun hizmetlerini yerine getirmiştir.
Dede Garkın’ın Mardin Derik’e bağlı Dedeköy’de bulunan kabri ve türbesinin bilim camiası tarafından tespiti 2000’li yılların başında olmuştur. Dolayısıyla Dede Garkın Ocağı mensuplarının da ocak pirinin kabrinin Dedeköy’de olduğunu öğrenmesiyle son yıllarda buraya olan ziyaretçi sayısı da önemli oranda artmıştır. Ancak türbenin bu tarihe kadar Dedeköy’e yakın birkaç köy dışında bilinmediği ve oldukça sınırlı sayıda ziyaretçisinin olduğu tespit edilmiştir. Türbenin Numan Dede Garkın’a ait olduğu anlaşılıncaya kadar da yöre sakinleri tarafından Dede Sultan Türbesi olarak bilindiği belirlenmiştir.
Diğer taraftan, Kargın’ın yirmi dört Türk boyundan birisi olması ve Dede Garkın’ın XIII. Yüzyılda Mardin’in Derik ilçesine bağlı Dedeköy’de müritleriyle birlikte yaşadığına dair kayıtların mevcut oluşu (Ocak, 2011a: 43-51). Dede Garkın adına kurulu bu ocağın en eski Alevi ocaklarından birisi olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla araştırmacıların Dede Garkın ocağı’nın ilk teşekkül eden Alevi ocaklarından birisi olduğu hususunda hemfikir oldukları görülür. * Nitekim konu hakkındaki araştırmalar, Baba İlyas ayaklanmasının da bu yörede başladığını göstermektedir. Bu bakımdan Dede Garkın Türbesi’nin bulunduğu, tarihi kayıtlarda Dede Garkın Mevkii olarak geçen bu yöre, Alevi ocaklarının teşkilatlanmasında önemli bir yerde durmaktadır. Dede Garkın Türbesi’nin Dedeköy’de tespit edilmesiyle bu kutsal mekânın izinden yöreyle ilgili yapılan gerek tarih gerekse edebiyat alanındaki araştırmalar, geçmiş yıllarda Alevi ocaklarının teşekkülüne dair önemli tespitlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.”17
“Onları hep “başkaları” yazdılar; İbn Bibi yazdı. Claude Cahen yazdı, Osman Turan yazdı. Onlardan esinlenenler ise destanlar okudular. masallar anlattılar haklarında. Fakat onların yapısı gereği yapılacak en doğru şey de buydu. İleride özellikle göstermeye çalışacağımız gibi atlarla konuşulan, ayılarla anlaşılan, geyiklerle sevişilen, kesilen ağaçların önünde gözyaşı döken ve bizim için, yani “başkaları” için fazlasıyla “masalsı” bir evrenin parçasıydılar onlar.”18.
İşte Onların bu kültürel ve inançsal değerleri, yani Horasan Erenlerinin Anadolu’ya geldiklerinde tarihsel olarak ilk “yurt kurudukları” coğrafya Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Urfa, Mardin ve Diyarbakır yöreleridir.
1-Dede Garkın Türbesi’nin bulunduğu Circıp Deresi’nin yamacı
*****
8- Necdet Saraç, “Yavuz Selim’in Akıl Babası İdris-i Bitlisi”, Cem Yayınevi, İstanbul, 2013, s.103; agy. s.172-173
9- Edt. Prof. Dr. Aynur Durukan, “Birecik, Halfeti, Suruç, Bozova İlçeleri ile Rumkale’deki Taşınmaz Kültür Varlıkları”, Dizgi-Baskı Avşaroğlu Matbaası, Ankara, 1998, s.164-170 (Resim 206)
10- Elvan Çelebi, “Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbbi’l-Ünsiyye”, Haz: İsmail E. Erünsal - Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1995, s.X-XLV-XLVII; * Elvan Çelebi’nin; “Elim’ aldım kelebi-Gezdim Şam’ı Haleb’i- Çorum’d Elvan Çelebi- Giderim ziyaretine” olarak kullandığı Şam kelimesi, coğrafi olarak bizzat Şam (Dımeşk)ı değil, XIII. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu’nun bir kısmını içine alan ve Bilâdu’ş-Şam denilen mıntıkayı ifade etse gerektir.
11- Prof. Dr. Aydın Taneri, “Harzemşahlar”, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2019, s.146
12- Doç. Dr. Bedri Noyan (Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?”, Ant-Can Yayınları, İstanbul, 1995, s.500-501
13- Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, Diyanet İşleri Başkanlığı Özkan Matbaacılık, Ankara, 1976, s.87
14- Ahmet Nezihi Turan, “XVI. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2012, s.175; *Bu hususta bkz. A.Y. Ocak- S.Farukî, “Zâviye”, s.474; * * A. Cihat Kürkçüoğlu, aynı eser.
15- Muhammet Beşir Aşan, “Elazığ, Tunceli ve Bingöl İllerinde Türk İskân İzleri (XI-XIII. Yüzyıllar)”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1992, s.61; Ahmet Yaşar Ocak, “Zaviyeler”,, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1978, s.XII, s.248; Paul Wittek, Menteşe Beyliği, Çev. O.Ş. Gökyay, Ankara, 1986, s.26; A.Y.O., Agm., 25; * D. Kuban, A.g.m., s.60; Ö.L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizatör Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler”, I. İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, s.II (1942), s.255-353 * Diyarbakır Müzesi, Harput Şer’iyye Sicilleri, Defter no: 288, s.102.
16- Oğuz Ünal, “Horasan’dan Anadolu’ya”, Töre Devlet Yayınevi, Ankara, 1980, s79; * Turan, Selçuklu Tarihi ve…, s.72
17- Edt. Bülent Akın, “Ritüelleri ve Anlatılarıyla Kutsal Mekânlar”, Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği: 1, Paradigma Akademi, Çanakkale, 2020, s.82-83; (Akın, 2016:42); Bkz. Birdoğan, 1994,:211; Ocak, 2011a: Taşgın, 2009: Taşğın vd., 2014; Dedekargınoğlu, 2012: 2015; Aksüt, 2012: 137-212.
18- Reha Çamuroğlu, “Tarih, Heteredoksi ve Babiler”, Der Yayınları: 67, İstanbul, 1990, s
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum