İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

HIZIR’IN ATI

08 Ocak 2024, Pazartesi 17:25

İnsanlık yaratılış tarihinden günümüze kadar birçok yenilikler yaparak ilerleme kaydetmiştir. Atın evcilleşmesi insanlık tarihi kadar eskidir. Türkmen atı Ahalteke’nin diğer atlardan çok farklı özelliği vardır. Bu özellikleri onu Hz. Hızır, Hz. Ali ile özdeşleştirilmiştir. “Hızır” Türk kavimlerinde olduğu Orta Asya, Balkanlar, Anadolu, Suriye coğrafyasında aynı derecede saygı görmektedir. Hızır’ın Boz Atı, hayvan motifi işlenmiş yeşil renkli asası meşhurdur. Anadolu’nun en ücra yerlerinde bile birçok Hızır menkıbesi dinleyebilirsiniz. Bu yazımızda “Güzel Atlar Ülkesi Kapadokya” Ahalteke  atlarının atalarına bir göz atalım.

Atın Serüveni

At,tek-parmaklılar (Perisso-dactyla) takımının Atgiller (Eguidae) familyasından küçükbaşlı ve kısa kulaklı bir memeli türüdür. Uzun kıllardan yapılmış yele ve kuyruğu vardır. Hayvanlar binme, yük çekme ve sportif amaçla kullanılmaktadır.

Eski çağlardan beri Asya ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinde yabani halde yaşadıkları bilinmektedir. Çeşitli cinsten atların ehlileştirilerek insan hizmetine verilmesi tarihte büyük bir hamle sayılır. Zira ot yiyen hayvanlar arasında adale kuvveti en fazla olandır. Zorluklara dayanıklıdır. Değişik iklimlere tahammülü bakımından güçlüdür. Sürekli hızda rakipsizdir. At, din, edebiyat ve sanat alanlarında da kullanılmıştır.

At sayesinde fark edilen sürat kavramı, mesafeleri kısaltmıştır. Kazanılan zaman dolayısıyla insanlığa derin bir zihniyet değişikliği getirmiştir. Atın bilhassa savaş vasıtası olarak kullanılması dünya harp tarihinde, orduların makineleştirildiği 1. Dünya Savaşı’na kadar “At Çağı’nın” başlangıcı olmuştur.

Günümüz uzay çalışmaları ayarında tutulan atın ehlileştirilmesi meselesi, çeşitli milletler arasında âdeta bir rekabet konusu olmuştur. Henüz kabul edilen kesin bir sonuca ulaşmamıştır. Vahşi bir hayvanı ehlileştirmek için her şeyden önce insanları bu faaliyete zorlayacak belirli şartlara ihtiyaç vardır. Bu şartlara ise ne Avrupa, Hint, Mısır, İran ve İç Asya’da, ne Ural dağları çevresinde ne Ön Asya ve Mezopotamya’da, ne Çin’de, ne de Baykal’ın kuzeyi ve doğusunda rastlanmaktadır. Buna karşılık bu şartlara sadece Yukarı Asya bozkırlarında tesadüf edilmektedir. Türkler öz vatanları olan Asya bozkırlarının iklimine uygun bir tarzda hayatlarını sürdürmektedirler. Binlerce baş hayvanın güdülmesi, otlaklara zamanında sevk edilmesi, subaşlarına süratle yetiştirilmesi zaruretini doğurmuştur. Bu onları hızlı ve dayanıklı vasıtalar teminine itmiştir. Atın insana kazandırılması çabalarıyla at Türk’ün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. At gücünden, süratinden, etinden, kılından, derisinden fayda sağlanmıştır. Türkler atı insan ruhlu, icabında konuşabilecek ölçüde zeki, savaşlarda binicisi kadar cengâver, Gök Tanrı’ya ve atalara sunulacak en saygın hediye kabul etmiştir.

İlk defa Türk ordusunda kurulan (11.bin ortaları) hafif teçhizatlı süvari birlikleri eski Çin, İran, Makedonya, Roma, Bizans, Avrupa, Moğol askerî kuvvetlerine örnek teşkil etmiştir. Oysa özellikle yerleşik olmak üzere diğer toplulukların hiçbirinde sosyal, askerî, ekonomik ve dinî bakımdan önemli bir yeri olmayan at, yabancı milletlerin faal hayatlarında tamamıyla etkisiz kalmıştır. W. Koppers, atın ehlileştirilmesini, “atlı – çoban” kültürün sahibi olan ilk Türklere atfetmek gerektiğini söylemiştir.

F. Flor da atın Türklerin ataları tarafından insanlık hizmetine sokulduğunu belirtmiştir. W. Schmidt ise Orta Asya’da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanları ehlileştirmeye geçen ve ata ilk binen kavmin Türkler olduğunu kabul etmiştir. Yine Türk’lerin anayurt bölgesi olan Asya bozkırlarını, yeryüzünde mevcut on iki kültür merkezinden biri kabul eden etnolog- tarihçi O. Menghin, bozkırlı halkın kemik, besicilik olmak üzere iki kültürü aştıktan sonra at yetiştirme kültürü ile en yüksek seviyeye ulaştığını söylemiştir. Aynı zamanda muharip (Savaşa katılan, savaşan, savaşçı) “Savaşçı-Çoban” dediği bu halkın dünyaya medeniyet yayan ocaklardan birinin sahibi bulunduğunu, bundan dolayı da dünya tarihinde çok önemli bir yer tutuğunu ifade etmiştir.

Bu etnolojik tarihi tespitler; daha sonraki yıllarda Asya’daki ilmi kazılarda elde edilen arkeolojik ve antropolojik malzeme üzerindeki incelemelerde desteklenmiştir. O. Menghin’ in “savaşçı –çobanlar dediği bu halk, bozkır kültürünün sahibi ve yayıcısı olan proto-Türklerden başkası değildi.

Atın uygarlığın hizmetine sunulması Türklere aittir.

Kısa, kalın bacaklı, büyük ve öne doğru eğik kafalı, hantal gövdeli, dolayısıyla savaş yönünden elverişsiz vasıflar taşıyan ve daha ziyade yük hayvanı olan bu iç Asya tipine karşılık bozkır cinsi at uzun ince bacaklı, küçük dik başlı, sert tırnaklı savaşlarda serî manevralar için ideal bir beden yapısındadır. Hun atlarının en iyi yetiştirildiği bölge olan Batı Asya’dan “kan terleyen“ sıfatı ile tanıtıp “Gök Tanrı Atı” (Tien-ma) diye andıkları bozkır atlarını elde etmek için büyük çaba harcamışlardır.

Türkler atı cinsine, cinsiyetine, yaşına, rengine göre adlandırmışlardı. At, aygır, kulan, kısrak ve yunt bunlardan bazılarıdır. Atların al (kızıl-kahve), doru (gövde kahverengi, yele ve kuyruk kara), kula ( gövde koyu sarı, yele ve kuyruk kara), kır (Koyu kıllarla karışık ak), beyaz ve ağız (kara) renkleri (don) vardır. Renklerine göre at türleri Karacaoğlan’ın şiirlerine de yansımıştır.1 (Sakaoğlu, 2004: 390)

Ata binmeyi kolaylaştıran aletlerden biri, üzengi, öteki de atı istenilen yöne sevk eden gemdir. Bu iki âletin keşfi ata hâkim kılmayı mümkün kılmıştır. Türklerde genellikle eyer, üzengi, gem, yular ve kamçıdan meydana gelen binit takımına terki heybesi, yem torbası ve nal da ilave edilebilir.

XV. Yüzyıl seyyahlarından Bertrandon da Broqulere, Türk eyer ve gemlerinden bahsetmekte, eyerlerin birinin önde diğerinin arkada kemer şeklinde iki kaşı bulunduğunu ve çok süslü olduğunu bildirmektedir. Üzengilerin geniş tabanlı ve kısa kayışlı olduğunu, bu özelliği dolayısıyla oturanların sanki bir kürsüdeymiş gibi durduğunu, bunun da mızrak darbesi alma ihtimalini azalttığını kaydetmektedir. Busbecq ise, Türk atlarına vurulan nalın Avrupa’dakilerin aksine ortasının kapalı olduğunu ve bunun hayvanların ayaklarının daha iyi korunduğunu anlatmaktadır.

Orhun Kitabeleri ’nden beri at kelimesi bu günkü söylenişi ile bütün Türk lehçelerinde mevcuttur. Fakat at deyimi geçen ilk belge Milâttan öncesi Çin yıllığı olan “Shich” dedir. Asya Hunları tarafından terbiye edilen yabani atlardan biri “Kuai-t’i” diye anılmaktadır. Çince olmayan bu isim “büyük bir güç ile sıçramaya istekli” anlamındadır. Buna göre Çince kaynağında at sözünün ilk şekli belirlenmiştir. Belki de kelimenin ilk hecesi olan “ku”, Türkçede “sarışın, kumral” mânalarına gelen deyimdir ki bu takdirde bahis konusu ismin Türkçe anlamı “kula veya doru at” olabilecektir.

XI. Yüzyılda Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü Lugâti’t-Türk’te at ile ilgili olarak 180 civarında isim tespit etmiştir. Ayrıca, “Kuş kanatın, er atın” (Kuşkanadıyla, er atıyla) demiştir. Türk ile atın birbirini tamamlayan iki unsur olduğunu vurgular.2 (İslam Ansiklopedisi, s. 26-28)

IX. Asrın Arap yazarı (Ö. H.869) El- Câhiz:

Türk’ün silâhı, hayvanı, koşum takımları ile ilgili her şeyi yanında bulunur.  Öyle at sürer ki onun dışındakiler geride kalır ve Türk hızlı koşan at üzerinde dört yana ok atar.Türk bir baytardan daha usta, atını istediği gibi eğitme bakımından  seyislerden daha başarılıdır. Atını tay iken kendisi eğitir, yetiştirir, adını söyleyince atı onu takip eder. Koşarsa atı arkasından koşar. Türk hem çoban, hem seyis, hem baytar, hem cambaz, hem süvaridir. Hülâsa bir Türk başlı başına bir millettir.3(Türk Kültür Atlası, s. 229) der.

Ahalteke milattan önce Avrupa’dan Çin’e kadar nam salmış kıymetli bir attır. Türk atının doğrudan torunudur. Buz çağının sonunda var olmuş üç dört at türünden biridir.

At, mitlerde (tarih öncesi efsane masal) denizden çıkan bir aygırdır. Bu aygır gökten inen kısrakla birleşir. Saflığın ve berraklığı temsil eden denizden çıkan aygır ile kutsallığın simgesi olan gökten gelen kısrak çiftleşirler. Türkmen atı Ahalteke doğar. Bunların kökeni V. Bartholt ’a göre M.Ö. 5000 yıllarında Aryalıların beslediği atlara dayanır. Aryalıların yaşadığı yerin şimdiki Türkmenistan olduğu kesindir. Bu kavim Asya ve Avrupa’ya Hindistan’ın güneyine hatta Anadolu’ya uğrayıp kültürlerini ve atlarını tanıtmışlardır. Zerdüşt dinine mensuplarının bunlara akraba oldukları söylenir. Bu dinin temsilcileri olan Avestatılar, onlara süratli koşan atlı Tur halkı anlamına gelen “Yörük atlı Turlar“ demişlerdir.

Ahalteke Türk atıdır. Bilim dünyası Ahalteke’nin 3000 yıl evvel insanlar tarafından ilk evcilleştirilmiş at olduğunu kabul etmiştir. Prof. Dr. Witt dünyada saf kalabilen tek atın Ahalteke, bu atların bulunduğu tek yerin Türkmenistan’daki Ahal olduğunu, Orta Asya’daki birçok atın bu soydan geldiğini, Ahal ’daki çiftliklerde her atla bir uzmanın ilgilendiğini, Ahalteke’nin Türkmenistan merkezli bir tür olarak bilindiğini vurgulamıştır.4 (Hürriyet Gazetesi 22.06.2008)

Prof. Dr. Selahattin Batu’nun yazmış olduğu “Türk Atları ve At Yetiştirme Bilgisi” isimli kitabında bu konuyla ilgili geniş bilgiler vermiştir.

At türünü anlatmak için de “Yunt” sözü kullanılırdı. İyi at için kullanılan deyim, eskiden ve şimdi olduğu gibi. YÜĞRÜK/YÖGRÜK sözüdür.

Anadolu’da halk arasında iki kişi inatlaşma söz konusu olunca “aman hadi senin atın yüğrük” olsun sözü sıkça kullanıldığı gibi “Sabah kalkınca önce atanı sonra atını tanıyasın” denilir. Türklerde at, avrat, silah vazgeçilmez üçlüdür.

Ahalteke’nin özellikleri günde 180- 200 km. koşabilmeleridir. Ayrıca gece karanlığında atın gözünün önüne at kılı çekilerek atın gözünü kırpıp kırpmadığına bakılır. At Ahalteke ise gözünü kırpar böylece bakışlarının keskinliği anlaşılır.

Kaynaklara göre Ahaltekeler sahiplerine benzeyen eliptik yani siyah badem şeklinde sürmeli gözlere sahip, kulakları diğer atlarınkinden uzun ve hafif orak şeklindedir. Yüksek boyunları, uzun ve gergin boyun gerginliği halı üstünde arpa ve yem talimi ile elde ediliyor. Diğer eğitimleri kum üstünde veriliyor. Zarif ve ince yapılı, duruşu dik, boynu uzun ve ince, omzu eğilimli, uzun bacaklı ve sert bir kalçası vardır. Gözleri canlı ve parlaktır. “Cidago”su (cesareti, savaşçı yanı, savaşçı ruhu) yüksektir. Sırt ve bel kasları kuvvetli, sağrısı geniş ve hafif eğilimlidir. İncikleri kısa, kolları uzun, tırnakları küçük ve sağlam, burun delikleri geniş, burun uçları hareketli, tüyleri parlak, ince ve kısa, alnı yumru ve sert, kafası kuru ve etsiz, çene kemikleri iridir. Göğsü geniş ve serttir. Halk arasında kamışkulaklı, ince belli, kalkan göğüslü olanlar tercih edilir. Teni, tüyleri yumuşak, parlak boz ve altın sarısı rengindedir. Kır atlar, doru atlar, alınlarında çal, bileklerinde halhal atlar. Kuyruğu ve yelesindeki saçları da seyrek ince yumuşak ve uzundur. Büyüleyici asil hareketleri çok elastiktir. Hüner ve eğitim gösterilerinde diğer atların zorlandığı bazı hünerleri kolayca başarır. Soğukkanlı, zeki duygusal ve bazen de inatçıdır. Sahibine çok bağlıdır.

Ahalteke binicisine hissettirmeden kayar gibi gidiyor. 7,5 metre ileri atlayabiliyor. 2 metre yüksekliğindeki engeli rahat aşabiliyor. Türk atları 100–150 km uzaktaki düşmana hızla saldırıp geri çekiliyor. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı-Lügat ’it Türk’te “Türk’ün kanadı” olarak değerlendirdiği at, dört ayağı yerden kesildiğinde 3 saniye havada kalabiliyor. Bu sırada üzerindeki sarsıntısız atış yapabiliyor. Çinli okçu ise, atından inip nefesini düzeltip atış yapıyor. Güçlü kendini yaptığı işe veren ve sahibiyle özdeşleşen atlar, savaşta sahibi kılıçla karşısındakine yüklenirken Ahalteke de diğer atın dengesini bozmaya çalışıyor.

Tarihi Çin Seddinin yapımında Ahalteke’nin rolü olmuştur. Çin önce 1–2 m’lik bentler Yapmış ama Ahalteke’nin 2 metreden fazla atlaması üzerine bu önlem anlamını yitirmiştir. Çinliler savunma hattını 100 Metre boyunda çamur alana dönüştürmüşlerdir. Çok seri hareket eden Ahalteke’yi çukur ve çamur da durduramamıştır. Bunun üzerine Çinliler Çin Seddi’ ni yapmışlardır. 5 Ahalteke ince yapısı nedeniyle az yem yer, az su içer. Açlığa ve susuzluğa dayanıklı, dağlık araziye ve çöl şartlarına elverişidir. Uzun mesafeleri dinlenmeden yol almasıyla ünlüdür. Hala Türkmenistan’da 24 saat süren at maratonları yapılmaktadır.

Türkmenistan’ın Ahal bölgesinde yaşayan Teke kabilesi ve diğer Türkmenler tarafından yetiştirilen Ahalteke atları Urumiçi ve Turfan bozkırlarında hür olarak Tabune denilen sürüler halinde yaşarlar. Başlarında atlı bir çobanları vardır. Taze otların dışında elle beslenirler. Otlara tahıl karıştırılır. Yonca, arpa bilinen yemlerinin dışında, zaman zaman da ekmek, koyun-keçi iç yağı ve yumurta verilir. Türkmenler için çok önemli olan atları yakınlarına bağlanır. Soğuk havada üzerine battaniye örtülür.5 (Hürriyet Gazetesi, 22.06.2008).

Türk Kültüründe de At

M. S. Ü. Tarih bölümünden Göktürk Türk kültürü tarih uzmanı Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ’a göre Türk coğrafyasında atı tanımlayan 3000 kelime bulunuyor. Dünya atı bizimle tanımış. Türk kültürü incelendiğinde ata rahat binmek için pantolon, ilk çorabın, gömleğin keçeden çizme ve hayvan postlarından şapka kullandıkları bilinmektedir. Bugünkü kahvaltı yiyeceği mısır gevreğini ilk önce buğday ve tahılları kurutup at sütü ile ıslatıp içen Türklerin yaptığı görülüyor.

Türkolog Dr. Arif Acaloğlu ’na göre de Köroğlu ’nun atı bile Ahaltekeymiş.

Eski tarihlerde ak boz atlı ihtiyarlar, Destan kahramanları atları ile anılmışlardır. Hz. Muhammed Miraca Beyaz Burak atı ile gitmiştir. Battalgazi’nin Aşkâr, Fatih Sultan Mehmet’in atı beyaz kır attır.

Örez Gündoğduyev ”Türkmen Atları” makalesinde bütün Türkmenistan’da; Merv’de Bağır’da Türkmenabat’ta Hz. Ali’nin atı olan “Düldül”ün izlerinin olduğunu, bu izlerin pek çok hastalıktan koruduğuna inanıldığını, Türkmen atlarının piri “DÜLDÜLBABA”nın hürmetine sadakalar verildiğini anlatmaktadır.8 (Taşağıl, 20.06.2008 Hürriyet Gaz.)

Rüyada görülen at dilektir murattır. At, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile eve bereket ve uğur getirir. Bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi kez geçerse ona büyü etki etmez. Atın gözü yaşarırsa ya sahibi, ya sahibinin yakınından biri ölecek demektir. At başı suya atılırsa yağmur yağar. Nazardan korunmak için eve at başı asılır. Atın soluğu hastalığa iyi gelir. Atın nalı uğur sayılır. Nazar için evin kapısının üstüne asılır. Bazı yerlerde yağmur yağması için atın başına dua okunur. Doğum yaparken zorlanan kadının bulunduğu evin dışında erkek at kişnetilir. Anadolu’da çocuk olunca atlımı, yayamı diye sorulur. Atlı oğlan, yaya ise kız demektir. Hamile kadına ye tatlıyı, doğur atlıyı derler. Övülecek bazı şeylere at gibi maşallah denir. Bunun gibi inanışlar çoğaltılabilir. At türkülere, konu olmuştur. “Ziya’nın atını çekin pazara,/ gelen geçen Ziya ölmüş desinler.”, kına türkülerinde söylenir; “Biner atın dorusuna, /Çıkar yolun tozlusuna, /Haber verin emmisine, /Emmisiz kız gelin olur mu?” (Akkuş, 2010).

At sütünden yapılan kımızın tedavi amaçlı özellikle verem hastalığının tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. 10 (Öğel 2000 Ank.)

Dünyada At Bakanlığı ’nın olduğu, tek ülke olarak bilinen Türkmenistan’da 1991’den beri Nisan ayının son Pazar günü at bayramı olarak kutlanmaktadır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum