EHLİ-BEYT İSLAMI FETİHÇİ Mİ, TEBLİĞCİ Mİ?
02 Haziran 2024, Pazar 00:15Kamuoyunda “radikal İslamcı” olarak tanınan EL KAİDE, İŞİD, BOKO HARAM gibi örgütler eylemlerini “cihat” olarak gösterip, katliam ve saldırılarına devam etmektedirler. İslam dininde meşru savunma dışında insanların öldürülmesi konusunda ne denilmektedir?
Din adına silahlı “cihat” eyleminde bulunanların gerekçeleri KUR’AN’A uygun mu?
Hz. Peygamber ve Ehli Beyt mensupları fetihçilikle mi, yoksa tebliğ ederek mi yapmışlardı?
Bu makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.
İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed, kendisine İslam’ı yayma görevi verildiğinde ilk tebliğini akrabalarına, Haşim’i ailesine yapmıştı. Bu toplantıda, kendisine ilk inanan Hz. Ali olmuştu. Diğerleri eski inançlarını terk etmemişlerdi. İslam’ı tebliğ etme 610 yılından başlamış, 622 yılına kadar Mekke’de devam etmişti. On iki yıllık süre içinde, hatırı sayılır oranda bir topluluk İslam dinini kabul etmişti.
Mekke yönetimini elinde bulunduran tefeci-tüccar sınıfı, İslamiyet’in putları reddetmesini, hak ve adaleti savunmasını, yetim ve yoksula gelirden pay istemesini çıkarlarına aykırı bulmuştu. Saltanatlarının bozulmasını istemeyen tefeci-bezirgan sınıfı öncelikle ikna yöntemini denedi. Bunda başarılı olamayınca, Hz. Muhammed’e bir nevi rüşvet teklif ederek, düşüncelerinde vaz geçtiği taktirde, kendisine istediği kadar kadın ve deve vermeyi teklif ettiler. Ancak, Hz. Muhammed, bunların hepsini reddetti. Kendisine vahiy olarak bildirilenleri tebliğ etmeye devam edeceğini açıktan ilan etti.
Hz. Muhammed’in Gerek Mekke’de gerekse civar bölgelerde etkili olması, bezirgan sınıfını harekete geçirdi. Ve sert önlemler almaya zorladı. Önce, İslam dinini kabul edenlere karşı baskı ve işkencelere başladılar. İşkencelerde ilk şehit olanlar, Ebu Cehil’in kölesi Yasir ve eşi Sümeyye hanımdı. İşkence ve baskıya uğrayanların çoğu yoksul ve korumasız olanlardı.
Ama, buna rağmen İslam dini hızla yayılıyordu. Mekkeli yöneticiler bunu önlemek için, her kabileden birer savaşçı seçerek, Hz. Muhammed’e suikast düzenlemek istediler. Ancak, suikast başarılı olamadı. Suikastı öğrenen Hz. Peygamber Medine’ye gitmek için gece yola çıkmıştı. Yatağında da Hz. Ali yatıyordu. Takvimler Miladi 622’yi gösteriyordu.
MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde, kendisini destekleyen çok sayıda kabile üyesi vardı. Ancak, kendi aralarında sürekli savaşıp, çatışıyorlardı. Medine’de EVS, HAZREÇ VE YAHUDİ OLAN BENİ KAYNUKA, BENİ NADİR VE BENİ KUREYZA kabileleri bulunuyordu. Ticaret ve sanayi (kuyumculuk, dericilik, kunduracılık, hurma ticareti) Yahudi kabilelerin denetiminde bulunuyordu. Hz. Peygamber, işe Medine devletinin bir nevi anayasası olan elli beş maddeden oluşan MEDİNE SÖZLEŞMESİNİ hazırlamakla başladı. Uzun süren görüşmelerden sonra, tüm kabile yöneticileri bu sözleşmeyi kabul ettiklerini onayladılar.
Bu sözleşmeyle, bütün taraflar aynı haklara sahip oluyordu. Kimse, kimsenin hakkına saldırıda bulunmayacaktı. Herkes inancında serbest olacak, dış saldırılara karşı da Medine’yi birlikte savunacaklardı. Sözleşmenin özeti buydu. Bu sözleşme Medine devletinin ANAYASASI’nı oluşturuyordu. Hz. Peygamberin Medine’ye hicret etmesi bir barış ortamı sağlamıştı. İnsanlar üzerinde İslam dininin etkisi her geçen gün artıyordu.
BEDİR SAVAŞI
Baskı ve işkenceler nedeniyle, Mekke’deki Müslümanlar Medine’ye göç etmişlerdi. Ancak, yanlarında mallarını getirememişlerdi. Mekkeli yöneticiler, Medine’ye hicret edenlerin mallarına el koymuşlardı. Hz. Peygamber Mekkeli muhacirlerle, Medineli Müslümanları “Müsahip” yani kardeş yapmıştı. Medineli Müslümanlar evlerini, yiyeceklerini kardeşleriyle paylaşmıştı. Fakat, Mekkeli yöneticilerin mallarına el koymasını da kendilerine yediremiyorlardı. Bu fikirlerini sık sık Hz. Peygamberle paylaşıyorlardı. Görüşmeler Sonunda, Ebu Süfyan yönetimindeki Mekkeli zenginlerin mallarını taşıyan kervana, Bedir kuyularında el konulması kararı alındı.
Müslümanların bu eylemini Şam’dan dönen Ebu Süfyan haber aldı. Mekke’ye haber göndererek, Bedir kuyularına bir ordu gönderilmesini istedi. Kervandaki malların zarar görmemesi için de Bedir kuyularından geçmek yerine, kervanı Mekke’ye giden sahil yoluna çevirdi. Müslümanların ordusu Bedir kuyularında kervanı beklerken, Mekkelilerin ordusuyla karşı karşıya geldi. Hz. Peygamber kervanın kurtulduğunu anlayınca, savaşmaktan kaçınmıştı.
Ancak, Mekkeliler ordularındaki sayısal çoğunluğa güvenerek, savaşmak istiyordu ve Müslümanların Bedir kuyularından ayrılmasına müsaade etmiyorlardı. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Fakat, Mekkeliler hiç beklemedikleri bir hezimet yaşadılar. Müslümanlar büyük bir zafer kazandı. Savaş meydanını terk edip kaçan Mekkeliler geride çok miktarda ganimet bırakmıştı.
Bedir savaşını kısaca özetlersek, saldırı amaçlı değil, gasp edilen mallarının karşılığını almak amacıyla yapılmıştı. Yani, haklı ve meşru bir savunma savaşıydı.
Cihat ya da fetih amacını taşımıyordu.
Bir yıl sonraki UHUD (M. 625), üç yıl sonraki HENDEK (M. 627) savaşları da Medine’ye silahlı saldırıda bulunanlara karşı meşru savunma savaşlarıydı. Hayber kalesinin fethi ise, Medine sözleşmesini ihlal eden ve Müslümanlara karşı Mekkelilerle iş birliği yapan Yahudi kabilesinin tehditlerini bertaraf etmek amacıyla yapılmıştı. Bu da tamamen meşru ve haklı bir gerekçeye dayanıyordu.
Zira, Kur’an’ı Kerim’de, meşru savunma dışında insan öldürülmesi yasaklanmıştı. İlgili ayetler şunlardır:
Enam suresi 151. Ayet, Araf Suresi 33. Ayet, İsra Suresi 33. Ayet, Maide Suresi 32. Ayet, Mümtehin Suresi 8. Ayet.
Peygambere ve inanlara da sadece dini tebliğ etme görevi verilmişti. İlgili ayetler, BAKARA suresi 256. ayet, ŞURA suresi 48. ayet, TEGABİN suresi 12. ayet, GAŞİYE suresi 21. 22. Ayet, Kalem Suresi 52. Ayet, Kamer Suresi 22. Ayet, Araf Suresi 188. Ayet, Yasin Suresi 17. Ayetleridir.
Bu ayetler, İŞİD, EL KAİDE, BOKO HARAM gibi örgütlerin iddialarını tamamen çürütmektedir. Bu örgütler, bilerek veya bilmeyerek küresel güçlere taşeronluk yapmaktadırlar. Yaptıkları eylemler de İslam’a değil, onları kullanan emperyalist güçlere hizmet etmektedir.
HORASAN VE TÜRKİSTAN’IN İSLAMLAŞMASI
Hz. peygamberin vefatından sonra, sırayla halife olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde Irak, İran, Mısır ve Suriye fetih edilmişti. Ancak, Hz. Ali bu fetihlerin hiçbirine katılmamıştı. Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra, iktidarı ele geçiren Emeviler, daha sonra da Abbasiler, fetih ve yağma savaşlarını devam ettirdiler. Horasan ve Türkistan’ın fethi için onlarca savaş yapılmıştı. Arap Orduları iki yüz elli yıl savaşmalarına rağmen, Türkleri toplu olarak Müslümanlaştıramamıştı.
Ne zaman ki, Emevi ve Abbasi zulmünden kaçan Ehli Beyt mensupları bölgeye sığındılar, işte o zaman İslam dinine ilgi duymaya başladılar. Ehli Beyt mensuplarının gerçek İslam dinini tebliğ etmeleri sonucunda, Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmeye başladılar. Bu tebliğcilerin başında Hz. Hasan’ın torunlarından Zeyd bin Hasan ve Yahya bin Hasan ile Hz. Hüseyin'in evlatlarından 8. İmam Ali Rıza ve oğulları geliyordu.
Ehli Beyt mensupları İslam’ı babalarından ve dedelerinden öğrendikleri şekliyle anlattılar. Yani, zora ve şiddete baş vurmadan sadece tebliğ yoluyla netice elde ettiler.
Kısaca özetleyecek olursak, Ehli Beyt mensupları dini tebliğ ederken hiçbir zaman baskı, şiddet ve zorbalığa baş vurmamışlardır. Zira, Kuran’daki ayetler baskı ve şiddeti yasaklıyordu.
Kaynaklar:
-İslam Tarihi Ansiklopedisi.
-Doğuştan günümüze İslam Tarihi.
-Alevi Devletleri, Muharrem uçan, Can yayınları
-Aleviliğin Tarihi, Hüseyin Yalçın, Karahan kitabevi
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum