ATATÜRK VE ALEVİ - BEKTAŞİLERDE VATAN KAVRAMI
10 Ağustos 2023, Perşembe 15:40Türk kültür ve inancında “Ata”; er, eren, ermiş, velî, evliya anlamında kullanılan inançsal bir kavramdır.
Bu itibarla ünlü Türk düşünürü Korkut Ata gibi, mutasavvıf Ahmet Yesevî’nin dervişlerinin de sıfatı “Ata” dır.
Bu nedenle kültürel süreklilik olarak Türk insanı Mustafa Kemal’e, Ata+türk, soyadını vermiş, Alevi-Bektaşiler ise kurtarıcı anlamında, “mehdi” olarak addetmişlerdir.
Zaten, Mustafa Kemal’in “kemallî” bir er olarak bilinen üç sıfatı vardır; Başkomutan, Başöğretmen ve Başçiftçi olan bu er kişi ulusa seslenirken; “yurttaşlarım” diye hitap eder.
Bu kavram, Hacı Bektaş Velî’nin, “iline, beline, diline sahip ol” düsturundaki, il; “el, yurt” dır.
Yani bu el insan bedeninin bir organı anlamında “el” olmayıp, “yad eller” deyiminde ifade “gurbet el” olarak “batınî” anlam da yurt manasında da dile getirilir.
Ancak, 7. Yüzyılda Araplar bu bölgeyi sakin olan Arap kabilelerine nisbetle Diyâr-ı Mudar, Diyâr-ı Rabîa ve Diyâr-ı Bekr olmak üzere üç kısma ayırdılar.”1
Mustafa Kemal bunu bildiği için, Türk dilini Arapça ve Farsça hakimiyetinden arındırmak için Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bazı illerin ismini değiştirir.
Buna iki örnek; Farsça bir sözcük olan “Dersim”i, Türkçe olarak “Tunc” eli” sözcüğündeki “eli” kelimesiyle yukarıda sözü edilen, yurt, yani il anlamındadır ki, o da Hacı Bektaş Velî’nin halifesi Sarı Saltık ocağının ilk yurdudur.
İsmi değiştirilen bir diğer il ise Emevi Arap yayılmacılık devrinde işgal edilerek, Araplarının “bekir” kabilesinin yerleştirildiği ve adı “Diyarıbekir” olan şehridir.
16. Yüzyılda Akkoyunlu Uzun Hasan’ın Başşehiri, Alevi-Bektaşilerinin yedi ulu ozanlarından Şah İsmail’in kumandanı Karahan’ın yönetimindeki bu şehrin adı, Yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın torunlarından İmam Bakır’ın adı verilerek “Diyarbakır” olarak değiştirilir.
Bu isimler verilirken de anlayana aşk olsun “zahirî ve batınî” anlamlarıyla bu yerleşim yerleri çevresinde “bakır ve tunç” madenlerinden ötürü de anlam ve önem kazandırıldığını görmekteyiz.
Bunlar rastgele verilmiş isimler değildir, bunlar tarih, edebiyat ve İslâmiyet konularında “kemallı” bir er kişinin öngörülerdir.
Gelin bu “er” kişiyi bir yabancı yazarın ifadeleri ile tanıyalım.
Ünlü Bulgar yazar Paraşkev Paruşev; “Atatürk bitmeyen bir konudur. Atatürk hakkında bunca kitap yazılmıştır, başkasına ne lüzum var diyenler yanlış olurlar. Bu konuda dramatik hadiseler, büyük askerî kabiliyetler, kehanete varan uzağı görürlüğün yanı sıra çok zengin bir insan dünyası, elde edilenle yetinmeyen ve hep ileriye gitmek isteyen sonsuz bir çalışma gücü, sönmeyen bir ihtiras var. Zengin bir insan ruhu var.
Türk halkının bu büyük evlâdına karşı sevgi ve saygı neye dayanmakta, nereden doğmaktadır? Senelerce önce Atatürk üstüne araştırmalar yaparken ve daha sonra kitabımı yazarken hep bu sualle karşı karşıya geldim.
Çünkü insan Atatürk’ün hayat ve dâvasına daldıkça, derinleştikçe bu büyük adamın yeni yeni yanlarını keşfetmiş oluyor. Zannımca Atatürk bütün yanlarıyla tam araştırılmış, değerlendirilmiş değil.
Dünyamız birçok ünlü siyaset adamı tanımakta, hayatları üstüne yazılar yazılmaktadır. Birinin askerî kabiliyetinden hayran olmakta, başkasının politik alanda maharetinden saygı ile konuşulmakta, üçüncü birinin devrimci gücünden saygı ile bahsetmekteyiz.
Fakat bunlar arasında aynı zamanda saygı, sevgi ve hayranlıkla anılan simalar azdır.” 2. der
Atatürk, Başkomutan olarak, cephelerde savaşın çirkin yüzünü görmüş “yurtta sulh cihanda sulh” öngörüsünü bütün cihana karşı, dile getiren erdemli bir insandır.
Bu meziyeti idrak eden Ulus, Atatürk’e “er eri tanır” derken, Atatürk’ün kendisi ile güreşe davet ettiği bir askerin ona verdiği cevapta; “yedi düvel sizin sırtınızı yere getiremedi, ben mi? Getireceğim”, sözlerindeki duygu, düşünce ve inancı bir kurtarıcı arayan vatan ve hürriyet şairimiz:
Namık Kemal;
“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mu? Kurtaracak bahtı kara maderini.”
Mustafa Kemal;
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”
... diyerek şiir diliyle cevap verir.
Namık Kemal memleketin düşman işgaliyle inlediğini, bir kurtarıcı çıkarak memleketi bu kara günlerden kurtarması umudunu dile getirince...
Mustafa Kemal, ne olursa olsun, memleket düşman işgalinde bile olsa, ümitsizliğe yer olmadığını, bu milletin içinden bir kurtarıcı çıkaracağını haykırmış ve ilk olarak “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” ni kurmuştur.
Günümüzde bu duygu, düşünce ve inancı Türk Ordusu dağlara, taşlara “önce vatan” diye nakşeder.
Çünkü, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Namık Kemal’e ve Ziya Paşalara değin vatan kavramı yoktu. Bizim güzel Türkiye’miz Türklerin vatanı değil, Osmanlı hanedanının mülküydü.
Bizde “mülkü” değil de “vatan” sözcüğünü ilk kullanan ve bunu topluma benimseten Bektaşilerdir. Bugün bizim vatan şairi diye andığımız hem Namık Kemal hem de onun yoldaşı Ziya Paşa ve hatta Mithat Paşa Bektaşi’dir.
Namık Kemal, “vatan, vatan!” diye haykırdığı ve vatan savunmasının kutsallığını anlatan “Vatan yahut Silistre” adlı tiyatro eserini yazdığı için Magosa’ya sürülmüştür ve “Vatan mahzun, ben mahzun” diye diye Hakk’a yürümüştür.
“Aydınlatıcımız Hz. Muhammed bir hadisinde, “hubb-i vatan min-el iman” (vatan sevgisi inancın olmazsa olmaz koşuludur) diye buyurmuştur.”3.
Arap tarihçi Cahiz; “Vatan sevgisi bütün insanlara has, insana vergi bir histir. Fakat bu his Türklerde başka kavimlerden daha fazladır.”4. Der.
“Namık Kemal “vatan ve hürriyet şairi” diye tanıtılır.
Daha önce vatan yalnızca insanın nereli olduğunu (“memleketini”) anlatırdı.
Namık Kemal’le birlikte bu kavram kişinin uyruğu olduğu devletin bütün ülkesini kapsadığı gibi, duygusal bir anlam da yükleniyordu.
Vatan basit bir toprak parçası değil, sevilen uğrunda fedakârlıklar yapılacak, hatta ölünecek bir topraktır. Namık Kemal buna “ittihad-ı anasır” (unsurların birliği) denirdi.”5. der.
Mustafa Kemal Atatürk’te ise bunun özü “yurt” idi. Yurt insanoğlunun yaradılış mayasının, yoğrulduğu, kendisine can verildiği, çıngısı eksik olmayan “ocak” tır.
Ocak içerisinde közü barındıran bir ruh idi ki, Atatürk Ulus’a seslenirken bunu “Yurttaşlarım” diye vurgular.
Bu söz “er” kişilerin söyleyeceği erdemli sözlerdir. “Yiğidi öldür, ancak hakkını yeme” deyimi sanki Mustafa Kemal için söylenmiştir.
Mustafa Kemal’in “Yeryüzünde en hayran olduğu kimse şüphesiz ki Hz. Muhammed’dir. O’nun devlet kurmadaki şefliğine hayrandı. Hiç yoktan devlet kurmak. Kendi yaptığı iş de bu bakımdan ona benzemiyor mu?”6.
Vatan işgal altında iken yedi düvele karşı başlatılan kurtuluş savaşında Mustafa Kemal Paşa tarihe geçen ünlü emrinde: “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz.” buyurur.
Or. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in deyimiyle: “Bizce büyük adamların kusuru değil, kemalleri, ortaya konur. Bundan gafil gibi davrananlara bu ruh hâletlerinin bozukluğundan dolayı acınır.”7. der.
İşte yurt, vatan ve vatandaş kavramının anlamı budur, vatan sevgisi ise Gazi Mustafa Kemal’in “yurtta barış, dünyada barış” kemallî deyişinde ifade ettiği gibi tek taraflı bir ifade olmayıp, evrensel bir ifadedir, bu ifadeyi gönül gözü ile gören, duyan, düşünen ve anlayan yurttaşlara aşk olsun.
*****
1- Ramazan Şeşen, “Harran Tarihi”, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, Ankara, 1993, s.9; * Diyarbakır Ergani de “bakır” madenleri, Tunceli’de de günümüzde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda “tunç” madenlerinin varlığı bilinmektedir. Bu itibarla bu iki ilin adının aynı zamanda yer altı zenginlikleri ile adlandırılmaları doğaldır, zannederim.
2- Paraşkev Paruşev, “Atatürk Demokrat Diktatör”, E Yayınları, İstanbul, 1973, s. Önsöz.
3- Şakir Keçeli, “Uluslaşma Sürecimizde Bektaşi Aleviler ve Atatürk”, Kaynak Yayınları: 835, İstanbul, 2016, s.83-195; Atatürk’ün; yurttaşlarım hitabını, İsmet İnönü; vatandaşlarım olarak okur, Menderes ise bunu siyaseten kamplaşma aracı olarak “vatan cephesi” olarak kullanır. Gazi Mustafa Kemal Paşa ulusa seslenişte “Yurttaşlarım” deyimini kullanır. Bunu anlamamış veya hiç duymamış gibi bazıları ise Atatürk’ün adını anmaktan imtina ederek, onun “yurttaş” kavramını, günümüzde “eşit yurttaşlık” diye bir sloganla farkında olmadan ifade etmektedirler. Bazı Alevi-Bektaşi dede ve babaları ise; Hacı Bektaş-ı Velî’nin: “iline, beline ve diline sahip ol” düsturunu, sadece zâhirî anlamı ile izah ederek, yukarıda sözcük olarak dillendirdiğimiz bâtınî anlamını izaha çalışmamaları günümüzde talipler arasında anlaşmazlıklara yol açmaktadır.
4- M. Çağatay Uluçay, “İlk Müslüman Türk Devletleri”, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1977, s.107
5- Sina Akşin, “Kısa Türkiye Tarihi”, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015, s.36
6- Selâhaddin Çiller, “Atatürk İçin Diyorlar ki”, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1978, s.30.
7- H. Hicran Göze, “Yahyâ Kemal ve Atatürk”, Boğaziçi Yayınları A.Ş., İstanbul, Tarihsiz, s.10
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum