İstanbul
06 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ATATÜRK: ŞAİR, MÜZİK VE MEHTER TAKIMI GÖRÜŞÜ

10 Haziran 2024, Pazartesi 14:41

“Atatürk’ün Harbiye sıralarında, daha sonra çeşitli görevlerdeyken şiirler yazdığını hepimiz biliriz. Ama bu şiirleri basılı görmek pek çoğumuza nasip olmamıştır.

Hüseyin Karakan’ın “Atatürk Şiirleri Antolojisi”nde bu şiirlerden ikisini buluyoruz. Antolojide Mustafa Kemal bu şiirleri Sofya’da Ateşemiliterken yazmış. Güzel bir buluş. Şiirlerden biri çeviri öteki telif. Şiirlerden bir iki parça:

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır

Tuna ezelden Türk diyarıdır

Bilinen tarihler söylememiş bunu,

Kalkıyor örtüler, örülen doğacak

Dinleyin sesini doğan tarihin

Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak

Yalan tarihi gömüp doğru tarihe gidin

Bir Fransız şairinden yaptığı çeviride de şöyle diyor: Hayat kısadır, biraz hayal, biraz aşk ve Allahaısmarladık.”

Bu küçük şiir Atatürk’ü daha iyi anlamamıza rehber olacak özellikler taşıyor.

Kısa hayatına sığdırdığı inanılmaz şeyleri gerçekleştirecek kişi, ancak Atatürk olabilirdi. Şair Atatürk, devrimci Atatürk’ün bir öncüsü, bir müjdecisi, “Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak” ve “Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin” mısraları şair ve devrimci Atatürk’ün daha o günden içinde saklı duran cevheri canlı bir biçimde duyuruyor.”

“Uydurma yakıştırma savlar vardır. Örneğin bir türkücümüzün “Atatürk döneminde halk ozanlarının ellerinden sazları alınıp kırılmıştı.” Diye konuşması gibi…

Atatürk, müziğimizin ilkellikten, tek seslilikten kurtarılmasını isteyen bir kişiydi. Ama halkın sazını yasaklamadı, sazları toplatmadı, tam tersine halk ezgilerinin derlenip toparlanması için uzmanları görevlendirdi.

“Bir gün, Gaziantep gecesiydi. Halkevinin salonunda toplanılmıştı. Kılıç Ali rahmetli “Paşam size bir ozan takdim edeceğim” dedi. Ozan geldi, yaşlıca bir adam. Elinde cüra derler zannederim, tek telli bir şey ve ucunda püskül. Diz çöktü oturdu. Sesi sazının da kendisinin de yarı işitilir yarı işitilmez bir vaziyette bir şeyler söyledi. Atatürk derhal eliyle işaret etti. “Biraz susar mısınız?” dedi ve söyledi: “Arkadaşlar bu ozanın elindeki saz bizim dedelerimiz saydığımız Hititlerin anıtlarında örneğini gördüğümüz sazdır. Bu bir ocakbaşı müziğidir ve ocakbaşı şarkısıdır. Hayır dedi, böyle değil, bize volümü çok geniş ve çok büyük bir müzik lâzım. Halk bunu dinlediği zaman da heyecanlanmalı, kendisinin ruhunu o melodilerde bulmalı. Biz bunları istiyoruz. Şimdi bu melodileri bizim müzisyenlerimiz alacaklar ve onlar opera yapacaklar, ondan sonra senfoniler yapacaklar ve onları büyük bir zevkle dinleyeceğiz dedi. Aradan bir süre geçti. Benim kafam bununla meşgul oldu. Dedim., acaba bizim bu sazlarla volümü geniş bir şey yapabilir miyiz, yapamaz mıyız? Hulusi bey isminde folklorla uğraşan bir arkadaşımız vardı. On iki tane, telleri bilmiyorum, beş mi altı mı saz bulmuş ve türkülerini söyleyecek bir ekip kurmuş. Kendisi de başa geçmiş orkestra şefi olaraktan, Atatürk Halkevi’nde, ben de yanında oturuyorum. Perde açılır, bunlar çalmaya başlarlar. Atatürk bana bir yarım döndü. “Çocuğum dedi, çocuğum, bu işlerle uğraşmayın demedim mi ben size. Bunu adamlarına bırakın.” Der.

İşte güvenilir bir tanığın sözleri, gözlemleri, Atatürk buyruk vererek Anadolu ozanlarının tek telli sazlarını ellerinden alıp kırdırmış değildir. Böyle bir sav baştanbaşa yalandır. O günleri yaşamış Vedat Nedim Tör’e, Ruhi Su’ya, daha başkalarına da sordum, böyle bir şey olmadı dediler.”1

“Orta Asya Türk kültür harekâtını ve yayılımını yalnız Türk askerinin zaferine bağlamak hiç de doğru değildir. Orta Asya sathında yerleşik bir medeniyet kuran Türk cemiyeti ve Türk boyları, kendileri ile beraber getirdikleri millî gelenek ve örf kaidelerine bağlı kalmışlardır.

Orta Asya’nın Türk kopuzu adeta sihirli bir zafer cazibesini haiz bir müzik aleti olarak telakki edilmiş. Türklerce hem fütuhatta hem sâkin hayatta, aynı rağbertle kullanılmıştır. Devri için kopuzu duymayan bir millet bulunmadığı gibi, Türk dili ile temasa gelmemiş bir Orta Asyalı da rastlanmamıştır. Bu, bilhassa İslâm ordusuna katılmış milletler için daha kesin ve daha belirli idi. Başlangıçta İslâmiyeti yeni bir din olarak kabul eden Türkler, daha sonraları gösterdikleri yararlılıklar karşılığı olarak Türk dilinin öğrenilmesini, âdeta dinî bir vecibe haline getirmişlerdir. İşte bu dil öğretimi vecibesini üzerine alanların başı bu mutfağında dikkatle üzerinde durulan Kaşgarlı Mahmut olmuştur.”2

İşte bu askeri sahadaki fütuhatında bu dehanın askerin dimağında da Türk müziği kültür ve edebiyatının destanlaşmış sözleri vardır. Bir uzman, Eurovision şarkı yarışmasında bunu şöyle dile getirir:

“Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla beraber savaşan Osmanlı askerleri bir zafer kazanınca Almanlar milli marşlarını topluca okurlar. Sıra Osmanlı askerlerine gelince onlar da biraz düşündükten sonra, Itri bestesi olan tekbiri hep bir ağızdan söylerler. Alman askerlerin milli marş niyetine okunan bu tekbiri çok beğendiği kaydedilmektedir.

‘Polemikler bir tarafa, gelenek ve etkisi açısından bakıldığında aslında Mehteran gibi milli bir değerimiz vardı (ve turistik bir öğe olarak hala var); belki, milli marş tartışmalarında bundan istifade edilebilirdi. Bir uzman, Eurovision Şarkı Yarışmalarına katılan Türk yarışmacılara çok iddialı bir şekilde mehter tarzında besteleyin kesinlikle başarılı olacaksınız tavsiyelerinde bulunmuştu’”3.       

Anadolu halkının bağlamasını ve müziğini “milli gelenek”, “milli kültür” olarak nitelendiren Atatürk, bağlama için de şöyle der:

Beyler, şu gördüğünüz küçük sazın bağrında bir milletin kültürü dile geliyor. Bir milletin kültür ve sanat hareketlerini ve seviyesini, medeni dünyanın kendisine ayak uydurmaya mecbur olduğumuzu unutmamalıyız Bu küçük sazın bağrından kopan nağmeleri, bu istikamette geliştirmeye ve değerlendirmeye ehemmiyet ve kıymet verilmelidir.” *

“Atatürk’ün, halk türkülerine ve özellikle, doğup büyüdüğü yer olan Rumeli’nin halk türkülerine” * büyük tutkusu vardı. Özellikle, Bilal Oğlan, Manastır Türküsü ve Yemen Türküsü (Yemen Ağıtı)’nü büyük bir coşkuyla söyler, defalarca dinler ve tekrarlardı. Yemen türküsü, diğer Anadolu türkülerinde olduğu gibi, konusunu yaşanmış sosyal bir gerçekten aldığından, Atatürk’ü duygulandırır, “yeni Türkiye’nin ve yeni Türk halkının artık kendi yaşam ve gönencini düşünmesi gerektiğini” savunur ve bu savı da sözlerine konu olurdu:

“Ulusa anlattım ki, bütün Müslümanları içine alan bir devlet kurmak göreviyle yükümlü imiş gibi görülen bir halifenin görevini yapabilmesi için, Türkiye devleti ve onun bir avuç insanı halifenin buyruğuna verilemez. Ulus bunu kabul etmez!

Ulusumuz, yüzyıllarca bu boş görüşlere dayanılarak, sağa sola koşturuldu. Ama ne oldu? Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu çocuklarının sayısını biliyormusunuz?”4.

Osmanlı ilk devir padişahlarından Orhan Gazi’nin ocağın kuruluşu, İkinci Beyazd’ın bu yola kabul ediliş töreninde inançsal açıdan yola bağlılığı ve Yeniçeri ocağı, IV. Murad’ın nazarında ise mehter takımının önemi konusunda, ünlü seyyah Evliya Çelebi şu bilgileri verir:      

“Yine meşhur seyyah Evliya Çelebi, Sultan IV. Murad devrinde büyük bir ordu alayını anlatır. Ve bu arada mimarbaşı ile hassa mehterbaşı arasında geçen bir münakaşayı şöyle nakleder: ‘Mimarların mı, Mehterlerin mi evvel geçmesi gerektiğine bir karar verilemez. Mimarbaşı ile Mehterbaşı Sultan Murad’ın huzuruna çıkarlar.

Mimarbaşı: “Padişahım! Biz Habib-i Neccar köçekleriyiz. Mehterler pirsiz esnaf olup Cemşid sanatını tutmuş bir alay deccal kavmidir. Biz padişahlarımıza saraylar, selâtin camileri, türbeler bina ederiz. Kal’alar fethinde kal’aları tamir ederiz. Köprüler yaparız. İslam ordusunda lüzumumuz hizmetimiz vardır. Elbet mehterlerden evvel geçeriz!” der.

Bunun üzerine mehterbaşı da şu iddiada bulunur: “Padişahım! Hangi bir tarafa gitseniz mehabet, şevket, salâbet ve şöhretiniz için. Dosta ve düşmana karşı tabl. Kudüm, nefir döverek gitmeniz lazımdır. Cenk meydanlarında gazileri cenge salmak için kûslara biz tokmak çalarız ve askeri şevke getirip biz kaldırırız.

Padişahımız, bir şeye üzülse huzurunda on iki makam, yirmi dört şube, yirmi dört usul, kırk sekiz terkip musikî faslı edip padişahımızı neş’elendiririz. Eski hükema ‘Saz ve söz ve hanande, âdemin gönlüne sefa verir.’ Demişler.

Biz de ruha gıda verir esnafız. Mimarbaşının esnafı Rum ve Ermeni ve çingenelerdir; löküncüler ve suyolcudurlar; lağımcılar ve necisciler dahi vardır. Biz bu esnafı üzerimize geçirmeyiz padişahım! Bahusus ki nerde Resullahın (a.s.m.) alemi olsa, orada Tabl-i Al-i Osman bulunmak gerektir. Bunun üzerine Sultan IV. Murad mehterlerin mimarlardan evvel geçmesini irade eder.”5

“İsmail Hakkı Kavalalı, Atatürk’ün Selanik Askeri rüştiyesi’nden arkadaşıdır. Atatürk’ün Sofya’da askeri ateşe olarak bulunduğu sırada börk serpuşlu yeniçeri kıyafeti ile çektirdiği fotoğrafın hikâyesi şöyle anlatılır:

“Harp Okulu’ndan sonra onu Sofya’da yarbay rütbesi ile ateşemiliter olarak gördüm. Ben o zamanlar Bulgar Saraybosnası’nda (Meclisinde) milletvekili idim Dört arkadaşımla Bulgaristan’daki Türkleri temsil ediyorduk. Kendisiyle hemen her zaman konuşur, dertleşirdik. Bir gün gene Mustafa Kemal’le birlikteydik.

Bulgarların düzenlediği bir kostümlü baloya, yabancı devlet temsilcilerini de milli giysiyle davet eder bir mektup geldi. Hiç unutmam, birdenbire gözleri parladı, bana döndü ve İsmail sen Bulgar treninde parasız gezebiliyorsun. İstanbul’a git.

Bana bir yeniçeri ağası kostümü getir’ dedi. Bir de Enver Paşa’ya hitap eder bir mektup yazdı. İstanbul’a geldim, dediği kostümü aldım ve döndüm. Baloya birlikte gittik. Bu giysiyle bütün bakışları kendine çekiyordu…”6.

Alman İmparatoriçe Auğustina olan Kayzer, Mehter’in nağmeyi kıyafet ve hareketle tamamlayan cenk havalarını dinledikten sonra, mihmandarı, Hassa alayında ihtisas yapmış erkân-ı harb Binbaşı Pertev Bey’e* döner: ‘Şimdi sizin bilhassa meydan harplerindeki zafer sırlarınızdan birisini çözmüş bulunuyorum. Bu nağmeler, eldeki silah kadar şeceat ve kahramanlığın teminatı oluyor” der. Bundan önceki mehterbaşı merhum Ahmet Şen’e; mehterle birlikte nereleri gezdiğini sorduğumuzda, Amerika’dan başka bütün dünyayı gezdiklerini ifade etti. Bu gezdikleri ülkeleri şöyle sıraladı: “Bütün Afrika, Fas, Tunus, Cezayir ve Libya, Uzakdoğu memleketleri ve bu arada Japonya, bütün İslam dünyası, Belçika, Almanya, İsviçre ve bütün Avrupa…”

Ahmet Bey, İsviçre devlet büyüklerinin söyledikleri şu sözleri hiç unutamadığını söyledi: “Kaytan bıyıklı yeniçeri İsviçre’yi fethetti. Müzikleri hâlâ kulaklarımızda çınlıyor…”

Mehterbaşı Ahmet Bey, Pakistan’da gördükleri alakanın ise çok muhteşem olduğunu anlattı: “1974’de Pakistan’da yapılan İslam Zirve toplantısına biz de iştirak etmiştik” diyen Ahmet Bey, orada hayatının en heyecanlı günlerini yaşadığını söyledi. O heyecanlı günü şöyle anlattı: Mehterbaşı Cemal Bey rahatsızlanmıştı. Onun yerine mehterbaşı olarak ben çıktım. Bütün İslam dünyasının liderleri vardı. Binlerce insan coşkun tezhürat yapıyordu. Heyecan son haddine varmıştı. Bu kadar duyarak çaldığımızı hatırlamıyorum. Merasimlerden sonra Albayımız: ‘Ben mehteri yirmi senedir dinlemiştim. Bu kadar muhteşem görmedim.’ Diyordu.

Çalınan marşlardan sonra sıra gülbanka geldi. Ben kendimden geçmiştim. ‘Ya Rabbi, mahcup eyleme!’ diye içimden bir dua mırıldandım ve geriye döndüm. Tam arkamda bir metre mesafede, Başbakanları Zülfikâr Ali Butto vardı. İçimden ‘Bismillah’ dedim ve başladım okumaya: Duadan sonra baktım. Butto ağlıyor. Bu hatıralarımı ölünceye kadar unutamam” Pakistan’da gördüğümüz alakayı hiçbir yerde görmedik. ‘Allah Türk milletini payidar kılsın.’ Diye dua ediyorlardı.”7.

*****

1- Oktay Akbal, “Atatürkçülük Savaşı”, Uygarlık Yayınları”, İstanbul, 1981, s.20-148-149-150; * Ocakbaşı Ahi Yaren Sohbeti ve muhabbet olsa gerek.

2- Ahmet Caferoğlu, “Kâşgarlı Mahmut”, Milli eğitim Bakanlığı Yayınları: 3185, İstanbul, 1999, s.9-10

3- Doç. Dr. Mahmut Öztürk, “Anadolu’ya Vurulan Mühür İstiklal Marşı”, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2017, s.36

4- Ogün Atilla Budak, “Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları:2392, Sanat-Müzik Eserleri, Ankara, 2000, s.168-169; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.133; * Sadi Yaver Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, s.83; * Ahmet Adnan Saygun, Atatürk ve Musikî, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları, 2, Ankara, 1987, s.10; * Söylev (Nutuk” s.235.

5- Necmeddin Şahiner, “Mehter ve Marşları”, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1987, s.19-36-13; *Bu “ceddin dede, neslin baba” marşı dizelerinin Teslim Abdal’a ait olduğu yönünde görüşler vardır; “Orta Asya’nın Türk kopuzu adeta sihirli bir zafer cazibesini haiz bir müzik aleti olarak telakki edilmiş, Türklerce hem fütuhatta hem sakin hayatta, aynı rağbetle kullanılmıştır.” (Ahmet Caferoğlu, “Kaşğarlı Mahmut” , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1999, s.9)   

6- Feridun Emecen, “Börklü Serpuşlu Bir Yeniçeri Ağası”, Tarih Dergisi, Sayı.5, Haziran, 2009, s.30

7- Necmeddin Şahiner, “Avrupa’yı Titreten Musikî Mehter”, Elips Kitap, Ankara, 2007, s.9-27; “İlk defa kurulan Mehter Takımı, İstanbul’da dilden dile gezen bir çeşit milli orkestra halini almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda müteffikimiz olan Alman hükümetinin Romanya’yı istila eden kuvvetlerinin komutanı Mareşal Van Mackenzen ve kendisine Boğaziçi’ndeki yalısında bir ziyafet veren Başkumandan Vekili Enver buraya Mehter Takımı’nı da çağırmıştı.” (Alpay Kabacalı, “ Neyzen Tevfik” ,Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, 1987, s.31)

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum