İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ATATÜRK MUCİZESİ - 1

13 Ekim 2024, Pazar 12:28

Evet bu yazımızda o büyük insanın bize hediye ettiği büyük mucizeyi göremeyenler için hayatındaki küçük mucizelerden bahsederek tüme varımı sağlamayı umut ettiğimiz bir içerik ile sizler ile birlikte olacağız.  

Öncelikle sözün başında biz Bektaşiler için durum nedir net bir şekilde ortaya koyalım. Hünkar’ın "Eline, beline, diline sahip ol" herkesçe bilinir. Bilinir ancak anlaşılır mı?

Bektaşi nefeslerinde katlı anlatım yöntemine sıkça rastlanır. Katlı anlatım içeren cümlelerde bir cümlenin olduğu gibi okunduğunda açık bir anlamı olduğu gibi ikinci, üçüncü, dördüncü gibi çeşitli seviyelerde farklı anlamları da olabilir.

Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin de "Eline, beline, diline sahip ol" ilkesinin de birden fazla ve aşama aşama anlamları vardır.

Genellikle bu ilke bir kişinin eliyle yaptığı hırsızlık ve bunun gibi her türlü görünür kötülükten uzak durması, diline ile yaptığı dedikodu ve her türlü incitici sözden uzak durması, gayrı meşru ilişkilerden kaçınması gibi yorumlanır ki birincil anlamı bakımından bu yorum doğrudur.

Bektaşilikte şeriat kapısında herkes gibi "bel evladı" olan birey, tarikat kapısında yeniden bir doğuş yaşayarak yol evladı olur. Marifet kapısına gelince ise "el evladı" olur. Yani içinde yaşadığı toplumun halkın ulusun evladıdır, onlara hizmet eder.

Hünkar bu sözü ile tevriye sanatı kullanarak katlı anlatım yapmıştır.

Özellikle 13. yy Türkçesi düşünüldüğünde bu sözün bir diğer amlamı "Eline" yani vatanına, yurduna, "Diline" yani Türkçene, Beline yani soyuna sahip çık anlamını da taşır. 

Masada İngiliz veya Amerikan mandasından başka bir seçenek olmadığı bir zaman ve zeminde Atatürk Kurtuluş Savaşına liderlik ederek eline ve soyuna ve sonrasında yaptığı devrimler ile diline sahip çıkarak Hünkar’ın bu vasiyetini yerine getirmiş bir büyük insandır. Gerçek mucizesi de Cumhuriyettir.

Çok değerli bir dost bir gün “Atatürk’ün etinin kemiğinin içinde hükmünü icra eden yüce Tanrı bunu bir anlasalar…” demişti. Balyoz gibi sözler…  Bizler de bu çalışma ile bu gerçeği ilmimiz yettiğince anlatmaya karar verdik.

Atatürk ile “din” ve “inanç” konuları bir araya geldiğinde tartışmalar bitmez zira Atatürk’ü anlayabilmek için günümüzde dayatılan şablonlar ile değil tüm ön kabullerden sıyrılarak derin bir tefekkür ile beyin loplarını zorlayarak konuyu ele almak gerekir.

Edip Harabi Babaerenler bu şablonlara

Şer-i şerif inkâr olunmaz amma
Şeriat var şeriattan içeri
Tarikatsız Allah bulunmaz amma
Tarikat var Tarikattan içeri

Gördüğün şeriat şeriat değil
Gittiğin Tarikat Tarikat değil
Hakikat sandığın Hakikat değil
Hakikat var hakikatten içeri

Dizeleri ile harikulade bir gönderme yapmıştır.

Gelin Atatürk’ün pek de anlaşılamadığını düşündüğümüz konuya ilişkin görüşlerini kendisinden bir paragraf ile aktararak konuya girelim.

"Tanrı,Peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve uygar gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın kavrayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması sayesinde her kulun doğrudan doğruya, tanrısal düşüncelerle temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Peygamber, Peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır."[1]

“Size Rabbinizden basiretler (gerçekleri anlama, kavrama yetenekleri) verildi. Artık kim hakkı (iyiyi-kötüyü, eğriyi-doğruyu) görürse kendine, kim de körlük ederse kendi zararınadır. Ben, sizin üzerinizde muhafız (koruyan, kollayan) değilim.” (En’am/ 104)

Aydınlanma ve olgunlaşma … Bu sözler aşina olmayanlar için çok bir şey ifade etmeyebilir ancak biz Bektaşiler için oldukça anlamlıdır.  Bizler verdiğimiz ikrar ile bir aydınlanma yaşar bu neden ile mürşidimize aydınlatıcı deriz ve yol üzerinde sürekli gerçeği aramaya devam ederiz.  Yolda geçirdiğimiz aşamalarda da olgunlaşmayı yani tasavvuf dili ile kemâlâta ermeyi hedefleriz ve bu yolculukta gerekli aşamalar kat eden olgun insan yani insan-ı kâmil mertebesine erenlerin de sözlerinin haktan olduğuna inanırız.

“Aydınlanma ve olgunlaşma sayesinde doğrudan Tanrısal düşünceler ile temas kabiliyetine ulaşan insan” sözleri bize göre bu paragraftaki anahtar sözcüklerdir. Bu sözler genelde tasavvuf özelde Bektaşilik’te İnsan-ı Kâmil’in çok net bir tarifidir.

Peki Atatürk’ün tasavvuf ve Bektaşilik ile bir ilgisi var mıdır ki bu sözlerini böyle yoralım?

Tarihçi Mim Kemal Öke’nin Cemal Kutay’dan nakil ile yayınladığı Atatürk’ün 18 Mayıs 1911'de Abdülkerim Paşa'ya hitaben Gelibolu'dan gönderdiği mektup bu sorunun cevabını bizlere verecektir. Şakir Keçeli Babaerenler Ulusallaşma Sürecimizde Bektaşi Aleviler ve Atatürk adlı kitabında bu mektubu günümüz Türkçesi ile yayınlamıştır.

“Ey Kutublar Kutubu ;
Hz. Salis unvanı; kutublar kutubu tarafından verildiğinden, dosdoğruluk yolunu kendine meslek edinmiş olduğundan şüphe edilmeyen Fethi kardeş, Hz. Peygamber'in bir buyruğu gereği o kutsal yöne yola çıktı. Sen ki kalplerin sevgilisi, bilinen eski dedelerdensin. İlahi aşkla yönlenmiş ve Resul-i Peygamber'e bağlılığı sarsılmaz olan Fethi'yi kucaklayasın ve Hz. Peygamber'in buyruğu gereği, derin bağlılığı okunan gözlerinden öpesin. Ey sonsuz bağlılığın (kardeşliğin) derin denizlerinin örneği, nadir kahramanı! Seni gören, seni seven, senin sevgi mucizelerini gözlemleyen ünlü dedelerden Selanik meydan dedesi bu fakir Kemal, yeni bir ictihad temelinin belirlenmesi konusunda kerem sahibi kişiliğinizden niyazda bulunmaktadır.

Ali can kardeş ise orada bulunuyorsa, gözlerini benim tarafımdan öpmek borcunuz olan bir görev olmalıdır! Kerim'ciğim, seni çok göreceğim geldi. Seninle konuşmaya ihtiyacım var. Fethi can ile görüş! Bana muhakkak mektup yaz. Ali can orada ise O'nu gerçekten çok sevdiğim için O'nun da mektubunu beklerim.”[2]

Atatürk’ün 1911’de az önce seslendirdiğimiz mektubu yazdığı Abdulkerim Paşa ile Sivas’ta telgraf makinesi başında gerçekleşen ve 27 Eylül 1919 gecesi saat 23.00’de başlayıp sabah 7.30’a kadar devam ederek sekiz buçuk saat kadar süren görüşmesinde geçen bazı ifadeler de oldukça dikkat çekicidir.

Atatürk’e Hitaben Abdulkerim Paşa

“Tanrı’nın kutsal armağanı, nurla yaratılmış, amaçlarımızın kurtarıcısı, gönül aydınlatıcımızdan, buna ilişkin önemli bir şeyler konuşarak, vatanın birliğini amaç edinelim. Pek akıllı ve tedbirli kardeşim. Ne buyuruyorsunuz ruhum?” der.

Bektaşiler Hz. Hünkar’ın nurdan mahluk olduğuna inanırlar. Burada Abdulkerim Paşa Atatürk’e “Hacı Bektaş Veli gibi nurdan yaratılmışsın ve bizim mürşidimizsin” diyor. [3]

Abdulkerim Paşa’ya hitaben Atatürk ‘ün

“Acizleri, Anadolu ve Rumeli Müdaafai Hukuk Cemiyeti’nin Heyeti Temsiliyesiyle…” şeklinde hitap ettiğini görüyoruz.

Bektaşi lisanında kişi kendisini anlatırken zorunluluk olmadıkça “ben” kelimesini kullanmaz bunun yerine “fakir, fakirleri, aciz, acizleri” sözcüklerini kullanır. Atatürk de tam olarak bunu yapmıştır. Bu kullanım Atatürk’ün çoğu sır olan Bektaşi terimlerine yabancı olmadığını göstermektedir.

“Zannedersem ahval-i hazırada (yaşadığımız günlerde) bunların büyük vaziyetleri kalır ve yedullahu eyeti celilesi (yüce ayeti) de hayr ile kabul buyurmak üzere masruf buyrulmuştur (söylenmiştir)

Gene bu yazışmalarda “Yedullah Ayeti” sözü geçmektedir. Kuran’ı kerimde Yedullah Ayeti olarak bilinen bir ayet yoktur ancak “Yedullah Ayeti” sözlerini Fetih Suresi’nin 10. Ayetine istinaden Bektaşiler kullanırlar.

Bir örnek vermek gerekirse :

Cem’ine gelüp de didâr görene
Fark’a gelip hemen iman edene
“Yedullah ayetin” şerhin bilene
Hayır himmet etti Hüseyin Baba

Bektaşiliğe giriş töreninde aydınlatıcı yani mürşid yola giren can ile el ele tutşarak Fetih Suresi’nin 10. Ayetini okur. İslam’ın şekilci yorumları ise bu ayete biat ayeti adını verirler.

“O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey'atleşiyorlar. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.”

DEVAMI YARIN 

[1] Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II., 1981, s. 90

[2] Şakir Keçeli Ulusallaşma Sürecimizde Bektaşi Aleviler ve Atatürk Kaynak Yayınları 2016,  s.296

[3] Şakir Keçeli Ulusallaşma Sürecimizde Bektaşi Aleviler ve Atatürk S.296

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum