ATATATÜRK VE “MÜZİK ŞEHRİ URFA”
28 Kasım 2024, Perşembe 11:57Atatürk’ün 1 Kasım 1934’te TBMM’nin Dördüncü Dönem Dördüncü Toplanma Yılı’nı açarken söyledikleri, Türk devriminin müzik görüşüdür:
“Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan olan Türk musikisidir.”1. der.
“Mustafa Kemal Paşa II. Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’da kaldığı kısa süre içinde Belediye önündeki meydanı açtırarak bir park haline getirdi. Bağdat (şimdi Gazi) Caddesi’nin Belediye önünden Balıkçılarbaşı’na kadar olan bölümünü genişletti. Mardinkapı’yı yeni bir düzene sokturdu. Mardin yolunu onarttı.
Mustafa Kemal Paşa, halka gayet, iyi davranır, dertlerini dinler, yardımcı olmaya çalışırdı. Bilim adamlarına özel ilgi gösterir, onlarla sohbet etmekten, dinî konular da dahil, çeşitli konuları tartışmaktan, fikir alışverişinde bulunmaktan hoşlanırdı. O tarihlerde Lice Müftüsü bulunan Mehmet Tahir’in Paşa’ya sunduğu aşağıdaki kıta bunun ifadesidir.
II. Ordu-yı Hümâyûn Kumandanlığı
Canib-i Âlisine
“Ehl-i iltifat hasbî olur Yezdan için
Mukteza-yı şîme-i tebcildir insan için
Mazhar olmuş olduğum asâr-ı eltafın heman
Şükrü vacib oldu Pâşa’m gördüğüm ihsan için
Nefsimi tezkiyeden vâreste, âciz, Tahir’im
Pek büyük âlî huzurâ gelmişim şükran için. ”2 *
Diyarbakır Müftüsü Tahir Efendi’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün yüce huzuruna şükran ile gelişini vurgulamadaki vefakarlığı, Atatürk’ün Celal Güzelses ile ilgisi daha da dikkat çekicidir:
Diyarbakır, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük Celal Güzelses’iyle ünlü bir kent…: Gerçekten de Celal Güzelses bu ününe layık bir kişi… Sesinin güzelliğini, okuttuğu bir uzun havasıyla fark eden Mustafa Kemal, Celâl Güzelses’i huzuruna çağırır ve kendisine “Şarkın Bülbülü unvanını verir… İşte 1917 yılından bu yana bu ünlü ses, “Şarkın Bilbülü, Celâl Güzelses.” diye tanınır… Celâl Güzelses, bu ününü, yaptığı yoğun çalışmalarla da pekiştirir… Diyarbakır’ı ve Diyarbakır folklorünü yurdun en ücra köşelerine kadar tanıtma başarısını gösterir.
Güzelses’in 1917 yılında Sem’an Köşkü’nde Mustafa Kemal Paşa ile tesadüf eseri olan konuşmuşluğu, musiki hayatında tanınmış olmasının ilk basamağını oluşturur. Bir gün İstanbul Dolmabahçe sarayında ve rahmetli Atatürk’ün yüksek huzurlarında fasıl yapıyorduk. Bir aralık bana: (Celâl, söyleyeceklerimi yaz). Hitabelerinden bazı parçalarını uşşak makamında hemen besteleyip okumamı buyurdular, işe o anda duyduğum heyecanım sonsuzdur.
“Dolmabahçe sarayından tam sekiz saat devam eden fasılda, Urfa, Elazığ, Erzurum, Muş ve diğer havalardan bir çoklarını okuduktan sonra Atatürk: “Celal sen Şarkın Bülbülüsün… Plâklarına da öyle yazdır, buyurdular. O günden sonra şimdiye kadar hep bu unvanı kullanmağa başladım.”3. diyor.
“Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün 12.11. 1937 Cuma günü yurdun Güneydoğu mıntıkasına seyahat yapmak üzere Diyarbakır’a hareket buyuracakları” tebliği üzerine Diyarbakır Valisi Mithat Altıok ve Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen tarafından hazırlıklar daha 1937 Eylül ayı içerisinde başlamıştı… *
Mustafa Kemal Atatürk kendisine sunulan kahveyi locada içerken diğer taraftan da Diyarbakır Halkevi Orkestrasının verdiği konseri izliyordu:
Müzik bittiği zaman Diyarbakırlılar çılgınca bir heyecanla Mustafa Kemal Atatürk’ü ardı kesilmeyen bir alkış tufanı ile selamladılar. Atatürk yerinden yavaş yavaş kalktı ve sağ elinin soldan sağa doğru halk istikametinde yükselmesiyle binlerce ağızın çıkardığı “yaşa varol” sesleri ve alkış tufanı bir anda kesildi. Sözlerine ağır ağır başladı: “Yirmi sene sonra tekrar Diyarbakır’da bulunuyorum. Dünyanın en güzel ve en modern bir binası içinde, nefis bir müziği dinleyerek… Beşeriyetin medeni bir halkı huzurunda, bu halkın evinde: Duyduğum zevk ve saadetin ne kadar büyük olduğunu elbette takdir edersiniz. Bunu kaydetmekle bahtiyarım.” *
Konser çıkışında Diyarbakır Milletvekili Zülfü Tigrel “Paşam”, yetmişlik ihtiyar annem dahi hasta olmasına rağmen sizi görmek için sokağa çıkmak istiyor” deyince Mustafa Kemal Atatürk de “Evet, biliyorum Diyarbakırlılar yedisinden yetmişe kadar hepsi beni severler” diye cevap vermiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Halkevinde Diyarbekir yerine Diyarbakır ismini kullanması bir dil sürçmesi değildi. Nitekim 10 Aralık 1937 gün ve 7789 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu ad onanarak resmî hale geldi.”4 *
“1937 yılında ise Elazığ’ı şereflendiren Atatürk için, Halkevi salonunda yapılan, Folklorik toplantıda, Hatta Osman Bey ve rahmetli Korenin oğlu Mamo diye maruf (Mehmet Akar) tarafından söylenen havalar arasında, Divan ve Nevruz büyük bir dikkat çekmiştir.
Atatürk, bu okuyucuları yanına çağırmayıp, ikinci defa tekrarını emir ettikten sonra, onların masasına kendisi kalkıp gitmiş; Divan be Nevruz’un hususiyetleri hakkında izahat istemiş, bu bestelerin bestekârını sorup öğrenmeği arzu etmiştir. Verilen Cevap, bu bestelerin “ata yadigârı” olmasından ibarettir.
Eskidenberi dolaşan rivayete göre, bu ağır bestelerin, Artukoğulları ve Uzun Hasan’ın, Harput’taki saraylarında Mehter Takımları tarafından çalındığı, binaenaleyh Horasan Erenlerinden miras kaldığı, merkezindedir.
Bunu teyid eden emareler de var, Makamların adları ile beraber, türkülerde geçen, İsfahan, Şiraz, Şirvan gibi, Türkülerin kesâfet teşkil ettiği Yakın Asya şehir isimleri, bu rivayeti gerçekleştirmektedir.”5
Hatta, Naat okunurken, selât-ü selâm verilirken de Ağır ve yüksek havalardaki âhenge uyulmaktadır:
Anlatıldığına göre, tiz sesli Saray Hatun Camii müezzini, Perili Hafız diye maruf Hacı Süleyman, sabah ezanından evvel, Naat okurken, cemaatin sağdan soldan câmie geldiği sıralarda, birdenbire Elezber’e geçmiş ve halk manilerinden birini söyleyerek Hoyrat okumağa başlamıştır. Namaza gelmekte olan Büyük Beyzade Hacı Ali Efendi’ye yaklaşanlar:
“Perili Hafızın bu yaptığı küfürdür.” Diye, şekvâcı olmuşlar. Fakat Beyzade Hoca: “Acele etmeyin, sonunu bekleyelim” diye durup dinlemiş, müezzinin, Elezber denilen yüksek havayı bitirdikten sonra tekrar Na’te devam ettiğini görünce, Beyzade Hoca, yanındakilere dönerek: “Bu vecit halidir”, hoş görülmek gerekir, vebal değil, belki de sevap işlemiş oldu” deyip, şikâyete hak vermemiştir.”6.
Cami minaresinden gazel okumanın Urfa’da şöyle bir uygulamasına da şahit oluyoruz. “Kılo Bektaş; Cem âşıklarındandır. Bağlama çalmada usta ve de yanık bir sese sahiptir. 1945 yılında 70 yaşındayken vefat etmiştir. Kısastaki saz ve söz işinin emektarlarındandır. Ömrünün yokluk içinde geçtiği, gözünün az gördüğü bilinir.
Anlatılanlara göre: Kılo Bektaş bir gün Urfa’ya gider. Gece yarısı hareket ettiği için şafakta şehir girişindeki bahçelere ulaşır. Bahçeler arasında Hüseynî bir gazel okur. Gazeli tesadüfen Urfa’nın ünlü kabadayılarından Nezif dinler. Nezif: gazelin Urfa’daki Ulu Cami’nin minaresinden de okunmasını ister. Kılo Bektaş yok derse de Nazif’in elinden kurtulamaz gazeli okur.”7
Urfa’nın halk tarafından çok sevilip, takdir edilen ünlü Buluntu Hoca’da bir Müzik Faslında:
Şanlıurfa’nın mesire yeri olan Merkafe’de Şanlıurfa müzisyenleri oturmuş meşk yapıyorlar. O sırada oradan geçmekte olan Buluntu Hoca’yı görünce faslı kesip Hoca’ya buyur ediyorlar. Hoca yanlarına geliyor ve “devam edin” diye eliyle işaret ediyor. Müzik faslı kaldığı yerden devam ediyor. Okuyucular o ara:
“Hatice’m saçlarını dalga dalga taramış,
Tanrım bizi topraktan, onu nurdan yaratmış”
Şarkısını okumaya başlıyorlar. Bu şarkı çalınmaya başlayınca Buluntu hoca, adeta kendinden geçiyor, kalkıp Mevleviler gibi kendi ekseni etrafında dönmeye başlıyor. Cübbesi bir tarafa sarığı bir tarafa düşüyorsa da şarkı bitinceye kadar dönmeye devam ediyor. Oturup sakinleşince, bunun sebebini soruyorlar.
Buluntu Hoca ben bu şarkıyı dinlediğimde Tanrım bizi topraktan onu nurdan yaratmış cümlesinde Peygamber Efendimiz hatırıma geliyor ve dayanamayıp dönmeye başlıyorum.”4 diyor. Yukarıda Tıpkı, Urfa Ahî Yaren Sohbetlerinde okunan eserlerdeki vurgulamalar gibi Urfa Sıra Gecesinin divan açılışında:
“İhvanlar (Ahi) doldurdu yine eyvanı
Sazlarda çalınır Urfa Divanı
Türkü İbrahimî, hoyrat Şirvanî
Gamlı saz göğsünde teller iniler.”
Evet, Ozanlar, aşıklar ve şairler konuşacaktı. Urfa’ya “gelen ağlıyor, giden de ağlar” dı. Bu makus talihi yenmek için Mustafa Kemal Paşa, bu şiir şehrine şair milletvekilleri görevlendiriyordu. Bu milletvekillerinden Mehmet Emin Yurdakul: 1932 yılı Urfa’nın Kurtuluş Bayramına davet edilir. Diğer milletvekilleri ile gelir. Bayram yerinde, kürsüye çıkarak”
- “Urfalı Hemşehrilerim, sizlere Büyük Gazi Mustafa Kemal’in sevgi ve selamlarını getirdim, der.
- “Bayram yeri coşkunluklara sahne olur.
Ve Rahmetli Şair Yurdakul;
- “Ankara garında trene binmiş, hareket etmek üzere idik. O sırada Gazi Hazretleri gara girdi ve kompartman’a teşrif ettiler. Hayret içerisinde kaldım. Hemen bana nereye gittiğimi sordu, Urfa’ya olduğunu söyledim.
- “Biliyordum Hocam! Kahraman Urfalılara, Nebiler ve Veliler diyarına, saz ve söz ehli Urfalılara sevgi ve selamlarımı söyle, bunun için geldim.”8
“Urfa’ya gelmiş, görmüş veya bir müddet yaşamış yazar ve şairlerimizin Urfa’yı nesirle anlatmak yerine şiirle dile getirmişlerdir… Bunun dışında Urfa: hep özenilen, güzel hasletleriyle anılan “şiir şehir” olarak karşımıza çıkar.”9
Evet, Atatürk, bu gerçeği bilen, gönül gözü açık bir er kişi olduğu için Cumhuriyet kurulduğunda yurdumuzun iki önemli şairi Yahya Kemal Beyatlı ve Mehmet Emin Yurdakul’u Urfa Milletvekili olarak görevlendirir, kendi deyimiyle “saz ve söz ehli” dediği şehrimiz; günümüzde UNESCO tarafından “Müzik Şehri” unvanını alır.
UNESCO Müzik Şehri unvanıyla 2026 yılında düzenlenecek UNESCO Müzik Şehirleri toplantısına ev sahipliği yapmak için güçlü adaylar arasında yer alan Şanlıurfa, Türkiye'yi temsilen; Kansas City (ABD), Belfast (Kuzey İrlanda) ve Da Lat (Vietnam) gibi şehirlerle yarışacak.
*****
1- Ogün Atilla Budak, “Türk Müziğinin Kökeni-Gelişimi”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 2392, Ankara, 2000, s.152; * Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 1, s.396.
2- Dr. Mehmet Önder, “Atatürk Bildirileri”, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1174, Ankara, 1990, s.143; * 2 Ekim 1924 tarihli Hakimiyet-i Milliye, (Ankara) Gazetesi, Sonbahar Seyahatleri, s.123.
3- Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi”, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, MN Yayınları, Ankara, 1996, s.
4- Dr. Öğr. Üyesi İsmail Özer, “Türk Modernleşmesinde Halkevleri ve Diyarbakır Halkevi Örneği”, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2021, s.320-321; *Kadri Kemal Kop, Atatürk Diyarbakır’da, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1938, s.30-35; İ. M. Mayakon, “Atatürk Şark Vilayetlerinde Bir Seyahate Çıktılar”, Karacadağ, C.I, s.10-11-12; * “Diyabakır’da Bir Konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, s.861; * Reşit İskenderoğlu, “Atatürk ve Diyarbakır”, Karacadağ, C:8, s.95-96 Kasım-Aralık, 1946, s.1-2,; Behçet Kemal Çağlar, “Halkevlerinde Bariz Çalışmalar ve Beliren Değerler”, Ülkü, C.X, s.58, İlk Kanun, 1937, s.369; “Arap Ordularının 8. Yy. da Diyarbakır’ı işgali ile şehrin adını “Diyar-ı Bekir” korlar, Atatürk ise bunu Ergani Bakır madenleri yatağı nedeniyle “Diyarbakır” olarak anar.
5- Fikret Memişoğlu, “Harput Âhengi”, Matbaa Teknisyenleri Basımevi, İstanbul, 1966, s.11-12-13
6- Halil Atılgan-Mehmet Acet, “Harran’da Bir Türkmen Köyü Kısas”, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 2713, Ankara,2001, s.112; * Klo Bektaş’ın evde hoyrat söylerken rafta dizili yemek tabaklarının tek tek yere düşüren, yüksek oktav (titreşimli) bir sese sahip olduğu söylenir.
7- Abuzer Akbıyık, “Şanlıurfa Sıra Gecesi”, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2006, s.130
8- Naci İpek, “Urfa’dan ve Urfalı’dan Çizgiler”, Şanlıurfa Belediyesi: I. Kurtuluşuz 65 Yıl, 11 Nisan 1985, s.38
9- Mehmet Kurtoğlu, “Şiir Şehir Urfa”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Desen Ofset, Ankara, 2006, s.9-13
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum