İstanbul
13 Mart, 2025, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALLAH “MÜHEYMİN/GÖZETEN”DİR!

21 Şubat 2025, Cuma 23:44

Arapçada “Müheymin”; “gözeten” anlamındadır (gözetleyen değil!) Allah’ın bu sıfatı, müthiş bir sıfattır! Kuran-ı Kerimde O’nun bu sıfatı şu şekilde geçer:

-“O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’tır! Hükümrandır, münezzehtir, esenliktir, mümindir, müheymindir (gözetendir), üstündür, cebbardır ve uludur. Allah, ortak koştukları şeylerden münezzehtir!” (Haşr: 23)

Kuran’ın kendisi de müheymin (kendi içinde yer alan hakikatleri gözeten) olduğu için, biz Müslümanların da “Müheymin” (yani gerçekleri gözeten) olması gerek!

Kısacası, (bir tek Allah ismi dışında) Kuran’da geçen ve Allah’a ait olan 99 sıfatın aynısı insanlara da aktarılabilir. Nitekim İslam peygamberi’nden (sav) nakledilen: “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” hadisinin başka bir formu olan bu sıfatları, insanlar kendi üzerlerinde tecelli ettirmelidirler!

İşte dinin fenomenolojisi (görülmeyen tarafını görünür kılan şey) budur! Allah’ın sıfatlarını ancak bu şekilde görünür kılabilirsiniz! Yani aç olan birisine rızık verdiğinizde Allah’ın “Rezzak” ismini siz kendi üzerinizde tecelli ettirmiş olursunuz! Hasta birini doktora götürüp muayene ettirir ve tedavisini yaptırır iseniz, Allah’ın “şafi” ismini siz kendi üzerinizde tecelli ettirirsiniz vs.! Dolayısıyla burada, insan üzerinde iş yapan bir Allah söz konusu oluyordur! Ve yine burada insan denilen bu varlığın ne kadar da değerli olduğu bilinmektedir! Onun için diyoruz ki insan yoksa, bu hayatta bir eksiklik ve hayatın bir parçası eksik olur!

Yani insan, her şeyi kendisi için biçmelidir. Çünkü Allah’ın planında insanın yapacağı işler biçili değildir. O işlere, sizin kendiniz kendinizi atayacaksınız. “Şafi” mi olacaksınız, “razık” mı olacaksınız, “alim” vs. mi olacaksınız, bunlar bütünüyle insanların kendisine bırakılmıştır!

Bunun örneğini Hz. Musa üzerinden verebiliriz!

Hz. Musa (as) genç iken, vurup bir Mısırlı Kıpti’yi öldürmüştü. Ayetin dediğine göre Musa’nın onu öldürme nedeni, henüz ona hikmet ve ilim verilmemiş olmasıydı!

-“Olgunluk çağına ulaşınca, ona (Musa’ya) hikmet ve ilim verdik. İşte iyileri böyle mükafatlandırırız!” (Kasas: 14)

Biz bu ayetten şunu anlıyoruz; toplumun içine çıkan bir adamın, başkalarına hasar vermemesi, zararı dokunmaması, trafikte camı açıp ötekisine küfretmemesi, elinde levye ile söz düellosuna girdiği adama saldırmaması için, kendisine hikmetin ve furkan’ın öğretilmesi gerek! Hikmet ve Furkan’ın ne olduğu güzel bir dille insanlara anlatılması ve kültürümüze yedirilmesi lazım!

Şayet böyle yapar isek, kimse Musa gibi davranmış olmayacaktır!

Musa o adamı öldürdü, sonra kaçıp Medyen’e gitti. Şuayb’ın kızıyla evlendi. On yıl sonra Mısır’a geri döndüğünde ve kendisine “öldürmeyeceksin” emri (on emir) geldiğinde Rabbine; “bunu ben halka nasıl söyleyebilirim ya Rab! Ben adam öldürdüm” dedi. Yani ben bir katil olmakla birlikte, insanlara gidip nasıl “adam öldürmeyeceksiniz diyebilirim” dedi!

Evet, bir insan hata yapabilir ve hatta en büyüğünden günah da işleyebilir! Yapılması gereken şey, Kuran açısından işlediği o günahın cinsinden tövbesini yapmasıdır! Yani adam öldürmenin kendi cinsinden tövbesi, insanı yaşatmaktır!

Allah Teala Musa’ya dedi ki, mademki sen bir kişiyi öldürdün, onun tövbesi olarak bundan sonra Firavun tarafından öldürülmeyi bekleyen ne kadar insan varsa, onları ölümden kurtarıp yaşatacaksın! Musa da öyle yaptı!

Mısır’dan on binlerce İsrailoğullarını kızıl denizden geçirip Sina çölüne getirdi ve onları Firavun’un öldürmesinden kurtardı! Nitekim Kuran’da da geçtiği üzere Musa ellerini havaya kaldırdığında, elleri bembeyaz olarak parlıyordu!

Bunun, Musa’ya verilmiş bir mucize olduğunu düşünenler vardır. Fakat bize göre böyle bir düşünce hatadır. “Yed-i Beyza/Beyaz el” onun, kendi ellerine bulaştırdığı o adamın kanından on binlerce insanı ölümden kurtarmak ile yıkadığının bir işaretidir!

Kısacası Allah burada, bu Musa olayını örnek vererek bizim üzerimizden bir dünya kuruyor.

Allah’ın sıfatlarını kendi üzerimizde tecelli ettirdiğimizde, aç olan birini doyurduğumuz zaman doyuruyor, aksi taktirde o canlı acından ölüyor! Allah’a diyebiliriz ki Ya Rab! Sen “Rezzak” değil misin”?

Rezzak” olduğuna göre bunun rızkını sen versene? Bu canlı acından ölüyor!

Böyle bir sözü Allah’a söylemek ahlaksızlıktır! Çünkü bunu senden isteyen Allah’tır! Bu, bir tür Allah’a iş buyurmaktır. Ayrıca gayet açık bir şekilde Allah sana şunu söylüyor:

-“Size ne oluyor ki zayıf ve aciz erkeklerle kadınlar ve çocuklar, Rabbimiz bizi ahalisi zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla deyip dururken siz, Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 75)

Günümüzdeki Gazze gibi!

O mazlum halkı oradan çıkarmayı ve onlar için savaşmayı Allah senden istiyor!

Biz de bunu Allah’tan istiyoruz! Ve diyoruz ki; Ya Rab! Onlara niçin yardım etmiyorsun? Niçin o çocuk, kadın ve yaşlılara acımıyorsun?

Dolayısıyla, ayette çok ciddi bir iş buyuruluyor, ama biz de onu Allah’a buyuruyoruz!

Aynen Yahudilerin Hz. Musa’ya dediklerini diyoruz. Çünkü onlar Hz. Musa’ya şöyle demişlerdi:

-“(Ey Musa!) Sen ve Rabbin gidin ve savaşın, biz burada oturacağız” dediler! (Maide:24)

Oysa ki, Allah’ın kulu, Allah’ın koludur!

Allah, bu türden toplumsal meseleleri kullarının eliyle icra eder!

Kur’an-ı Kerim, cennetliklerden söz eder. Bence cennet bir simülasyondur! Evet, orada köşk, ırmak, huri vs. vardır, bunlara bir sözüm yoktur! Ve hep bunlardan söz ediyoruz!

Fakat Kuran’ın “cennetliklerin” kimler olacağından söz ettiği gibi söz etmiyoruz!

Kur’an-ı Kerim cennetliklerden söz ederken, onların kalplerindeki kini, düşmanlık ve kıskançlığı söküp attığından da söz eder! Ve ancak kalbi temiz olanların cennete girebileceklerinden bahseder.

Fakat bizler bunların hiçbirinden bahsetmeyiz!

Dolayısıyla insanların birbirlerine karşı kalplerinde oluşturdukları bu kötü hasletleri söküp atmadıkça, onların cenneti düşünmeleri, hayalden öteye bir şey değildir! Çünkü bu insanlar cennete girme şansını yerine getirmemiş oluyorlar! Dolayısıyla, simülasyon denilen şey budur! Bundan dolayıdır ki, Kuran’da şöyle buyuruluyor:

-“Ey Rabbimiz! Bizi ve iman etmekte bizden öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla ve iman edenlere karşı kalplerimizde bir kin bırakma! Kuşkusuz, sen şefkatlisin ve sürekli merhamet edensin!” (Haşr: 10)

Kuran, “bağışlama” dan söz ediyor. Peki kim bağışlanır? Tabi ki günah işleyen ve hata yapan bağışlanır! Buradan herkesin insan olduğunu unutmamak lazım!

Şayet “gelecek geçmişin bir devamıysa” ve bizler de mesela Kerbela, Sıffin, Cemel vs. gibi geçmişe gidip oralarda zihnimizi ve dilimizi zehirleyeceksek, ümmet olarak oralardan beslenmeyi ve zehirlenmeyi terk etmeliyiz. O zehirli dili düzeltmeliyiz! Yani bizleri rekabete sokan ve ötekileştiren bir dilden kurtulmalıyız!

Fakat geleceğimizi inşa etmek için de geçmişimizi olaylar üzerinden değerlendirip dersler almalıyız! Yani bir tarih, şayet o tarih içerisinde vuku bulan olaylar üzerinden okunur ise, bir anlam ifa eder, yoksa o olayları bilip ondan dersler çıkarmadan, yalnızca insanı karşısındakilere saldıran bir makine haline dönüştürür!

Dolayısıyla bir milletin hafızası, o milletin geleceğini hiçbir şekilde ipotek altına almamalı ve boş da bırakılmamalıdır!

Çünkü insan hafızasıyla vardır!

Yani bizler bir anlamda “a’raf” tayız! A’raf; “artık olmayan ile henüz gelmeyenin arasında olmak” demektir!

Yani örneğin, şayet saat şimdi 10:30 ise, saat 11:00 henüz yok demektir. 11:00 tamamıyla bir plandır!

Gerçekte 11:00 ve onun geleceği diye bir şey yoktur! Fakat 10:30 vardır ve mevcuttur!

Hasılı insan hafıza ve vücuttan oluşur! Geçmiş hafızadır ve hafıza, ister kişisel, ister toplumsal olsun; her ikisi de risklidir!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum