ALLAH “MÜHEYMİN/GÖZETEN”DİR! (2)
22 Şubat 2025, Cumartesi 23:40Şöyle düşünelim: Acı yaşayan biri her gün oturup o acısını düşünürse, hasta olur ve sonunda da ölüp gider!
Bir millet de öyledir! Şayet bir millet geçmişteki bir kaybının acısını sürekli düşünüp durursa, o millette de yok olup gider!
Dolayısıyla geleceği, ister geçmişin bir devamı olarak ele alalım ister geçmişten bir kopuş olarak kabul edelim, sürekli yeni bir hikâyeye ihtiyaç vardır. Bizler, hangi kelimeleri dolaşıma sokarsak, yeni bir dil ve yeni bir gelecek yaratma potansiyeline sahip oluruz!
Şayet “akıl” kelimesine düşman iseniz ve o kavramdan hoşlanmıyorsanız, demek ki geleceğiniz ipotek altındadır ve çok tehlikelidir! Şayet yenilik ve modernlik kelimelerine de düşmansanız, yine aynı durumdasınız!
“Modern” kelimesini felsefeye sokan adam Hegel’dir! Şöyle der: “İnsan, geleceğe açık bir varlık mıdır değil midir? Çünkü gelecek risk içerir! Yani insanın; “mevcudu geride bırakır isem, acaba onun yerine ikame edeceğim şey daha iyi durmuş olur mu?” endişesi, onu yerinde sabitler ve bu da tehlikeli bir şeydir!”
Bazıları (ister dinci ister dindar fark etmez), akıl denildiği zaman bunu tehlikeli kabul ederler. Hatta “akıl” diyen adamı bir kenara iteklerler!
Oysaki, bizim geleneğimiz, ister Zekeriya er- Razi’nin “el- Tıbbi’r-Ruhani” isimli kitabındaki söylediği gibi ya da Gazali’nin “Müşkilatü’l-Envar” isimli eserinde dediği gibi, her ikisi de akıl ile ilgili aynı cümleyi şöyle ifade etmiştir: “Akıl, Allah’ın yeryüzündeki terazisidir!”
Yani aklın kullanılmaması, yeryüzünde teraziyi kullanmama talebidir!
Yenilik ve modernliğe açık olmak da önemlidir! Yeni olan ile eski olanı karşılaştırdığınızda, bizim geleneğimiz eski olanı öne çıkarır! O halde, siz bu düşünceyle geleceği ne kadar kurtarabilirsiniz ya da geleceği ne kadar kurabilirsiniz?
Böyle bir bakışla, gerçekten bir gelecek kurma kabiliyet ve kapasiteniz olur mu? Çünkü bizim geleneğimize göre eski olan yeni olandan iyidir! Oysaki, öyle değildir.
Hz. Peygamber (sav)’in şöyle bir hadisi vardır:
-“Çağların en hayırlısı benim yaşadığım çağdır, sonra onu takip eden, sonra onu takip eden çağdır!”
Yani, gittikçe bir “dekadans”, bir çöküş ve aşağıya doğru bir iniş olur!
Şimdi şayet, bu bir tarih tezi okumasıysa, o taktirde gelecek kötürüm oluyordur!
Oysa biz dedik ki, Hz. Peygamber’in (sav), öz olarak insanlıkla buluşturduğu şey, her şeyin özüdür, formu değildir!
Yani peygamberler adaletin, millet olmanın, merhametin, hemgamlığın, insan ve toplum olmanın özünü getirmişlerdir, bunun adı da “hidayettir!”
Daha açıkçası bir incir çekirdeğinin özü hidayettir! Onun yöneleceği şey ise, incir ağacı, ağacın dalları, budakları, yaprakları, yağı, kokusu ve aromasıdır!
Peygamberler, çekirdek olan insanlığı her şeyle buluştururlar, çünkü insanlık bir hidayet kitabıdır! Yani peygamberler sizi o yola (insanlığa) sokarlar, fakat elinizden tutup yolun sonuna kadar sizi götürmezler! Sizi yalnızca o yola sokarlar! Doğru rota burasıdır derler! Tıpkı incir ağacının ne anlama geldiğini onun çekirdeğine kodlaması gibi kodlarlar!
Dolayısıyla, diyebiliriz ki; Hz. Peygamber (sav)’in asrı, bütün bu çekirdek ve özleri insanlarla buluşturması yönünden asırların en hayırlısıdır! Yani peygamberimiz gelmiş ve o değerlerin çekirdeklerini bizlerle buluşturmuştur! İşte bu hayırdan daha büyük hayır olamaz!
Fakat onların farklı coğrafyalarda ve farklı formlarda tekâmül etmesi, (gelişmesi), Hz. Peygamberin kendi döneminde bile mümkün olmayabilir! Ki, çoğu konu da öyledir zaten! Diğer bir ifadeyle, adaleti öz olarak getirip bizimle buluşturan Hz. Peygamberdir. Fakat diyebiliriz ki, onun en üst formunu o dönemin insanları dahi icra edememişlerdir!
Örneğin, Peygamber (sav) Mekke’den getirdiği şahısları Medineliler ile, insanlık tarihinde eşi ve benzeri olmayan bir şekilde “kardeş” ilan ediyor! Yine Peygamber Medine’ye geliyor! Gelişinin ikinci yılında bir sözleşme metni hazırlıyor. Medine pazarını düzenliyor! “Pazara getirilmeyen bir malın dışarıda pazarlığı yapılamaz” diyerek, bir malın kayıt altına alınması fikrini her kese aşılamış oluyor!
Medine pazarının düzenlenmesi gerçekten ilginç bir şeydir! Pazar yerinde Müslümanlar nerede duracak, gayri Müslimler nerede yerlerini alacak, içki içmek onlarda helal olduğu için, onu satabilmeleri için seslerini yükseltmeden satacak! (Yani burada içki var diye bağıramazlardı!) Çünkü, Pazar yeri düzenlemesi kamusal alan düzenlemesidir! Kamusal alan da Müslümanlara göre düzenlenmelidir! Çünkü bölge, onların bölgesidir!
Hz. Peygamber (sav)’in döneminde gerçekleşmeyen adalet vs.nin formunu bugün gerçekleştirmek kolay mı? İşte insanı mutlu edebilecek şey budur! Yani peygamberin getirdiği öz değerleri formatlamaktır! Saadet ve mutluluk ancak böyle elde edilir! Yoksa hala bile cariye ve köle diye tasnif ettiğiniz bir toplumda hangi eşitlikten bahsedebilirsiniz!
Öyle bir toplum, sınıflı bir toplumdur. Hiyerarşik bir toplumdur. Toplumun böyle olması yeni bir olay değildir! Gidin Eflatun’un dönemine orada da aynısı vardır! En tepedekiler yöneticilerdir, onların altındakiler askerler-komutanlardır, onların altındakiler de esnaflardır ve esnafların altında da hiç anmadığınız köleler yer almıştır!
Orta çağın bu hiyerarşik/sınıflı toplumu hakkında modern dönem diyor ki, bundan sonra dünyada artık hiyerarşi yoktur, eşitlik vardır. Bundan sonra rıza ve sözleşme vardır. Bundan sonra her kesin sözlü rızasını alacağım!
Şayet insanın olduğu yerde rıza yoksa, ister senin çocuğun olsun, ister eşin ve şayet böyle bir rıza kültürü gelişmemişse, o aile ve mahallede “despotizm” oluşur!
Sonrasında ise seçip devletin başına koyduğun adam despotluk yapar! Aslında o seçilen adam ile seçen adamın da bir farkı yoktur! Çünkü şayet kültür bunu üretiyorsa, birbirimizden bir farkımız olmamış oluyor!
Bir dini düşünce, bir yerde bir arıza varsa, o arızayı gidermek için vardır! Şayet bir arızayı giderme amacı yoksa, bir peygamber niye gelsin ki? Arıza ise, “rıza” kültürü olmayan bir yerde başlıyor!
Peki Hz. Peygamber (sav): “Benim çağım en hayırlı çağdır”sözünü niçin söylemiş? Acaba bunun çağı neden en hayırlı çağ olmuş?
Çünkü peygamber, insanların yabancı oldukları terimleri getirip onların kültürünün içerisine koymuştur! 23 yıllık bir zaman dilimi içerisinde bunu bir yaşam haline getirmeye çalışmıştır.
Ne kadar bunu başarmıştır? Tabii ki, bizler bir kriter geliştirip peygamberin başarısını elbette ölçemeyiz! Çünkü Peygamberin kendisi bile diyor ki: “Ortada bir başarı varsa, bu Allah’ın başarısıdır!” (Hud: 88)
Dolayısıyla, şayet o başarıyı ölçersek, sanki Rabbin başarısını ölçmüş gibi oluruz. Çünkü “Ve Rabbini yücelt!” (Müddessir: 3) diye Allah ona emretmiştir!
Çünkü Allah ona; “yapıp ettiğin her şeyin arkasında Allah vardır, sen kendinden bir şey yapmıyorsun! Zira hedefi sana gösteren Allah’tır! Yaptıklarını kendi başarın olarak insanlara satma” demiştir!
Aslında başarıyı başkalarıyla paylaşmak insanı büyütür!
Bundan dolayıdır ki Allah’ın Hz. Peygamber’e öğrettiği ilk şey; “bunu ben başardım diye insanlara bunu pazarlama” sözüdür!
Günümüzde de öyledir!
Bugün her şeyde “ben, ben, ben” diyen bir insana, “tamam sen, sen, sen” der ve çekip gidersiniz!
Bu, iletişim ahlakıyla alakalı bir şeydir!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum