İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALİ’SİZ ALEVİLİK OLUR MU?

22 Ekim 2023, Pazar 17:42

Her ulus, millet ve halkın anayasası; yaşam deneyimleri, dilleri ve inançsal kültürleri üzerine yapılandırılır.

Konuya sadece Ali penceresinden baktığımızda, bir defa yüceliğin ifadesi “âli”, kavramının bir sıfat olarak Türk dili ve edebiyatında “alı” olarak varlığı dikkatimizi çeker:

“Farsça Oğuz destanına göre; …Ali adı, eski Türkçe Al’ın Müslümanlaştırılmış bir şekli olmalıdır. Çünkü Türkmen Şeceresinin son kısmında geçecek olan Ali-ili, Orta Asya halklarının birçoklarınca Ali-ili şeklinde söylenmekte ve Rus etnograflarının birçokları da bu tanınmış Türkmen kabilesinin adını Al-ili şeklinde yazmaktadırlar. (Aristov, Zametki, s.416)

Bu meselenin münakaşasını üstat Pelliot da yapmıştır.

Üstada göre Türkler, bu eski Alı adlarını hemence, Arapça Ali’ye çevirdiler. (La Horde d’or, s.197.n) Bu çok önemli bir görüştür.

Kubilay Han’ın meşhur Beş-Balığ’lı Uyğur generali Ali-Kaya’nın adını incelerken, biz de aynı görüşü savunmuştuk. (B.Ögel, Sino-Turcica, s.131-142)… görülüyor ki mesele, o kadar basit bir şey değildir. Metinde bir ad Ali yazılmış ise, onu hemen Ali diye okuyup geçemeyiz.”1.

Bugün “Alı” adını Urfa Kısas köyü talipleri dışında telaffuzunu olduğu gibi seslendirecek kişi zor bulunur.

Örneğin, Harran ovasındaki Arap vatandaşlarımız yerel şive ile uzaktaki Ali isimli birini “Allavi” veya “Allavey” diye çağırır.

Bu da gösteriyor ki günlük konuşma dilinde bile Alevilik, “Ali” den türetme bir inançsal kavram ve sıfat.

Orta Asya’daki durum daha farklıdır.

Çünkü; “Ali eski Türklerin Gök Tengri inançlarının mirasçısı.”2. olup, “Tuttum aynayı yüzüme- Ali göründü gözüme” deyimiyle de içselleştirilmiş olduğunu görüyoruz.

Peki, bu düşünce ve inançta sadece Ali mi var? Hayır, Ali’nin öznesinde Muhammed vardır ki, Yüce Peygamber’in bu konudaki bir hadisi Urfa’da Halilürrahman Camiin kitabesine şöyle nakşedilmiştir:

Kale nebiy aleyhisselam

Ene medinetü’l- ilm.

Ve Ali babuha sene:1189. Miladi 1775”3

Ben ilim şehri Medine’yim. Bu şehrin kapısı Ali’dir.” hadisine istinaden Urfa Kısaslı Alevi-Bektaşiler, deyim yerindeyse, “Muhammed-Ali bir elmanın yarısı” gibidir, derler.  

İkrâr töreni (yola girişte) de talipler; “dizlerin üzerine eğilerek eşiği öperler. Eşik, “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısı!” hadisine dayanarak kutsal addedilir.”4.

Yüce Peygamberimiz bu söylemle kalmamış, kendisini öldürme planları yapan Ebu Cehillere karşı Mekke’den Medine’ye hicret ederken, “geceleyin yatağına Ali’yi yatırarak” yola çıkmış ve böylece İslâm’ın aydınlığı Medine’den yükselmiştir.

Sadece bu iki örnekte de görüldüğü gibi, Alevi-Bektaşiliğin kaynağı “Ali”dir ki, Ali’nin hem Abu Turab (nefsini toprak etmiş) sıfatına hem de cemde “kapı eşiği” ne niyaz etmenin anlamı budur ki, kurulan Devlet-i Ali’nin de en büyük kapısının adı Bab-ı Ali’dir.

İşte bu kaynağın, duazı ve gülbangı ise Hacı Bektaş Velî tarafından ordu ocağı için nefeslendirilmiştir.

Bunu Türk ordu ocağı’nda çağlar sonra eğitim alanında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Ali Okulu” projesi ile hayata geçirilmesini sağlar.

Urfa (Şark İş) Fesadı Hanının Kitabesi’nde ise; “Ey kapıları açan Allah’ım, bize hayır kapısını aç yıpratıcı veba, kolera ve benzeri hastalıklardan korunmak için üflediğim beş isim var: el-Mustafa ve’l-Mürteza ve’bnahuma ve’l Fatıme” (Mustafa, Mureteza (Ali) ve onun iki çocuğu (Hasan-Hüseyin ve Fatıma’dır.”5

Kısas köyünde ise bu sembol “Hamset-el Ali Aba”, beş parmakla simgeleştirilerek bir “Hacı Bektaş Taşı”na işlenmiş bir “boncuk el” bebeklerin omuzlarında “Fatma Ana’nın eli” olarak taşınır.     

1

“Urfa Dabbakhane Cami kapısının üzerinde okunamayan bir kitabe bulunmaktadır… Esas kapı batı kapısıdır. Eyvan şeklindeki bu kapının kemer taşlarında yan yana dizilmiş palmetlerden oluşan bir süsleme yer almaktadır.

Her iki palmetin yaprakları arasındaki boşluklarda ters vaziyette palmetler oluşmuştur. Kapı alınlığında ma’kılı tarzında dört defa “Ali” yazılı bir rozet bulunmaktadır.”6

Biz burada konumuz açısından bu hususların nedenlerini ve izahatını şimdilik yapmıyoruz. Ancak, Urfalı Sünni ve Alevi-Bektaşilere, yukarıdaki dört adet “Ali” rozetinin anlamı ve şehrin en eski mahallelerinden, “Nur Ali” Mahallesi ve Haşimî’ye Meydanı’nın adı konusunda sadece düşünmelerini tavsiye ediyoruz.   

Alevi-Bektaşi tarihi açısından konuya Dedelik kurumu açısından baktığımızda ise Dede Korkut’un dilinde, Ali adı Şah-ı Merdan sıfatı ile inançsallaşarak duaya dönüştüğünü görüyoruz:

Yöm vereyim;

Hanum; Ölüm vakti geldüğünde arı iymandan ayırmasun.

Ağ sakallu baban yeri uçmağ olsun;

Ağ bürçeklü anan yeri behişt olsun.

Kadir Tanrı Beyrege rahmet kılsun.

Şır-ı Merdan Hazret-i Alinün elinden ‘şaraben tahûrâ, içmek Huda erzanî kılsun.

Kadir seni nâmerde muhtaç etmesün.

Ağ alnunda beş kelime dua kılduk, kabul olsun.

Âmin âmin deyenler Didâr görsün.

Yığışdursun, dürişdürsün, günâhunuzu adı görklü Muhammed Mustafa yüzü suyuna bağışlasun.”7.

Dua içeriğinde görüldüğü gibi Tanrı, Ali ve Muhammet ismi geçiyor.

Bu nedenle Alevi-Bektaşiler Ali ve Muhammed’i; yukarıda da değindiğimiz gibi “Ali ile Muhammed’i bir kabul ederler, nedeni ise yukarıdaki hadiste belirtildiği üzere, Muhammed Medine şehri, Ali’de kapısıdır, hadisini “Muhammed Ali” sevgisi olarak simgesel olarak ifade ederler.

Bu simgesel bir ifadedir, ancak herkes şunu bilir ki, Muhammet ile Ali aynı evde yetişmiş, kervancılığa beraber gitmiş, yollarda karşılaşılan durumlarda Ali peygamberin ne şekilde davrandığını gören, bilen ve paylaşan biri, yani, sırrına vakıftır.     

Korkut Ata’nın babasının adı Reşidüttin’e ve Ebulgazi’ye göre Kara Hocadır. * Ata sözüne göre ise Karmış veya Kırmış adını taşıyor. * Bu ad Şecere-i Terakime’de de başka bir münasebetle geçiyor. *

Câm-ı Cem-âyîn’ Oğuz Hanlarından Ay Kutluğ’u anlatırken, Korkut Ata’nın bu hanın lalası olduğunu söyler. Korkut Ata’nın oğlu Örgeç Dede’yi Medine-i Münevvere’ye, Halife Hz. Osman’a göndermiştir.

Örgeç Dede, Bağdat’a vardığında Hz. Osman’ın şehit olduğunu işitip Kâbe’ye varıp tavaf ettikten sonra Rakka’da Muaviye ile Hz. Ali’nin aralarındaki ayrılığı ve savaşı görmüş ve bu savaş yatıştıktan sonra Hz. Ali’den ‘ahitnâme’ alıp gelmiştir.”8.*

Bu “ahitname” günümüzde Alevi-Bektaşi Baba ve Dedelerin Hacıbektaş postnişinlerinden aldıkları “icazetname” dir.

Böylece Türkler Orta Asya’da İslâm’ı yayma görevini “Ali” yanlısı olarak kabul etmişler ve Ali’nin Allah’ın Aslanı sıfatını da kültürlerinde var olan yiğit, cesur, kahraman sıfatlarını ihtiva eden “Alp Eren” ile özdeşleştirmişlerdir.

“Meşhur Arap müellifi Câhiz (öl. 255/869). Menâkibül-Etrâk ünvanlı eserinde (Baron V. R. Rosen tarafından lütfen bana gönderilen bir nüshayı kullandım).

İranlılar’ın memleket idâresinde,

Çinliler’in san’atta,

Yunanlılar’ın ilimde ve

Türkler’in harpte üstün olduklarını belirtmektedir.

2

Bu eser, 1903’te Van Vloten tarafından Risâlet fi Fazâili’l-Etrâk adı altında neşredildi. (Tria opuscula auctore al-Djahiz): Harley Walker tarafından İngilizceye çevrildi. (J.R.A.S. 1915, 631-697: Yukarıda verdiğimiz bilgi s. 682’dedir).”9

Buradan hareketle Abbasi Arap İmparatorluğu Türkler’den bir ordu kurarak “Samarra” şehrini onlara tahsis etmiştir. Selçuklu komutanlarını Rumeli’nin fethi için Rum’a salmışlardır.

Samarra şehrinin Alevi-Bektaşi tarihi ve ozanlarının deyişlerinde Malatyalı Topal İbrahim yaya olarak Kerbela’ya ziyarete gittiğinde bir deyişinde şöyle vurgular:

Sabah yemeğinde bindik eleğe

Şat suyu da meydan vermez feleğe

Samarra şehrinde çıktık dileğe

Arzuladı gitti Kerbelâ deyi.

“Hz. Ali, Arap coğrafyasında yaşamasına rağmen, Türk kahraman-Alp tipine yakınlığından dolayı Türk halk edebiyatında çok sık işlenmiştir. İnanç ve inancı yaşamadaki farklı anlayış ve pratiklerde olduğu gibi Türk halk edebiyatında da sanatçı-çevre kontekstinde farklı farklı yorumlanan Hz. Ali, başta kahramanlık, özelliği olmak üzere, dini yaşamdaki örnek davranış ve âlimliği bakımından, bu sahada müşterekliği sağlamıştır.”10        

Bu kahramanlık tarih, kültür ve karakter özellik olarak Alevi-Bektaşi inancında Alp ve Ali sıfatlarını kutsallaştırılır. Bilindiği üzere Alp; yiğit, cesur ve kahraman sıfatı, Ali’nin “Allah’ın Aslanı” sıfatı milli karakterde görülür.

Bu karakter özellik tarihi süreç içerisinde özünden kopmamış, Alp eren olmuş, bu inançsal boyut bununla da kalmayarak “Horasan Erenleri” nin İslami tasavvuf felsefesinin kaynağını oluşturmuştur.

“Bilindiği kadarıyla ‘Alî’, elbette ki din teriminin kendisiyle yan yana olduğu Peygamber hariç, ilk baştaki İslam’ın tek kişisidir. Sahabe arasında da bu sıfatla anılan tek kişidir.”11 *

Kim ne derse desin yukarıda Dede Korkut’un söylediği soylamalarındaki “yol gösterici”liği onun bir ‘Ata’, Türk Evliyâsı olduğunu ortaya koymaktadır.

Eğer konuya “Dede”lik açısından bakılırsa, Korkut Ata; “Dedelerin dedesidir. Onun “Ata” sıfatının da Mustafa Kemal’e Ata- Türk olarak verilmesi tesadüfi değildir, yukarıdaki duası da Alevi-Bektaşi

“Nasreddin Ocak, Hz. Ali’nin “Tanrı Sırrı” olduğunu belirterek “ilim beldesi olan Hz. Ali’ye bir seferinde “Allah’ın sırrı nerededir? Diyerek sorulur. O da “semavi kitaplardadır” der. Tekrar sorulur “Semavi kitapların sırrı nerededir?

O’da “Kur’an-ı Kerimdedir” diye yanıt verir.

Kur’an-ı Kerimin sırrı nerededir?” denilince Fatiha suresindedir der; ya Fatiha’nın sırrı nerededir denilince “Bismillahirrahmanirahimdedir der, ya besmelenin sırrı nerededir diye sorulunca “B” harfindedir, der.

Peki B’nin sırrı nerededir diye sorulunca noktasındadır.” der ve ekler: Ben de B harfinin noktasıyım der.

Hz. Muhammedsiz ne Ali ne Ehlibeyt ne de yol, erkan olur, bunu bilir. Buna candan inanırlar.

Onlara göre, Ali üstün yetenekleri olan, Muhammed dinine ilk inanan, din uğruna, Allah yolunda savaşlar veren, hakkı yenmiş, din yolunda şehit edilmiş bir masum ve mazlumdur, onların başıdır. Tanrının velisi ve aslanıdır. İmamdır. Kur’an’ın Batıni anlamlarını en iyi bilen odur.”12

İslam’ın Yüce Peygamberi Muhammed Mustafa tarafından İlim kapısı olarak vasıflandırılan; “Hz. Ali çocukluğundan itibaren Hz. Peygamber’in evinde ve terbiyesinde büyük bir mazhariyete ermiş ve hiç putlara tapmadığı için de kendisi daha sonra “Keremallahü vechehû” (Allah onu şerefli kılsın) duasıyla anılmıştır.

3

Hz. Ali’nin künyesi Ebu’l- Hasan (Hasan’ın babası) dır. Hz. Peygamber tarafından verilen bir künyesi de Ebû Türab (Toprağa bulanmış, toprak dostu) dır. Esedullah (Allah’ın Arslanı), Haydar, Emiru’l-Müminin gibi birçok lâkabı vardır. Bunların en meşhuru el-Murtazâ’dır (Razı edilmiş)”13

Türkler Anadolu’da Beylikler olarak yaşarken devlet kurunca devletlerinin adını “Devlet-i Ali” koymuşlar ve İstanbul Ayasofya camiine de dört halifenin isimleri dışında Hasan ile Hüseyin’in isim tabelalarını da astırarak “ehl-i beyt”e olan sevgi, saygı ve muhabbetlerini hep önde tutmuşlardır.

Alevi-Bektaşiler açısından, Ali sevgisi, Ali Olgusu ve Ali Sırrı, dinî ve askerî misyon yüklenmiş Horasan Erenleri ve Alevi-Bektaşi ozanları tarafından, “La feta illa Ali, la seyfa illa zülfikâr” yiğitlik, cesurluk ve kahramanlık deyimini destan ve dizelerinde zahirî ve batınî anlamda “Ali sırrı” olarak ifade edilmiştir.  

“Alevi teriminin kökeni, son yıllarda özellikle Türkiye’de tartışma konusu olmuştur. Oysa, terimin anlamı ve kökeni gayet açıktır. Alevi, ‘Ali’ye bağlı olan, Ali’yle ilgili’ anlamında bir terimdir. Durum bu kadar açık olduğu halde, birçok araştırmada Alevi teriminin kökünün yalım anlamındaki ‘alev’ olduğu gibi birtakım görüşler ortaya atılmıştır ve çok ilginçtir ki, bu görüşler bazı okurlarda etkili olmuştur.”14.

“İslam siyasi tarihinde bu terimin, ilk olarak hilafetle ilgili anlaşmazlıklar sırasında kullanılmaya başlandığını görüyoruz.

Bu esnada Hz. Ali taraftarı olup, onun ve soyunun hilafetteki haklarını savunanlara el-Alevîyye veya Şîatu Ali (Ali taraftarları): bunların karşısında olan gruplara da el-Osmâniyye denilmiştir * …

Bunlardan dolayı “Alevi” kavramına tarihsel süreç içerisinde siyasal, itikâdî ve tasavvufî olmak üzere çeşitli anlamlar yüklenmiştir. 15 * 

“Bu arada hatırlatmakta yarar gördüğümüz önemli bir husus, Ensâr içinde Hz. Ali’ye bey’at etmeyip tarafsız kalanların bulunduğudur.

Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Hz. Ali’ye Ensârdan, Hassân b. Sâbit, Ka’b b. Mâlik, Mesleme b. Muhalled, Ebû Sa’îd el-Hudrî, Muhammed b. Mesleme, En-Nu’mân b. Beşîr, Zeyd b. Sâbit, Râfi’b b. Hudeye, Feâdle b.  ‘Ubeyd ve Ka’b b. ‘Ucre bey’at etmemişti. Bazı rivayetlerde bu kişiler Osmaniyye’den gösterilir.”16

İşte bu “Osmaniyye” sözcüğünün orijini buraya dayansa gerektir.

Yabancı yazarlardan Prof. Cons Mol, bu sözcüğün Türk Devlet adı olarak “Türkçe” olmayışından ötürü içeriğinin boş olduğunu şöyle vurgular: “Resmî ideolojinin terminolojisinde Osmanlı Devleti’nin adı Devlet-i Âliyye veya Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’dir (Her zaman, her şeyden yüce ve öyle kalacak olan Osmanlı Devleti.)”17

Anadolu Devlet-i Selçukiyesi’ne Osmanlı namı verilirken, Türk milliyeti unutuldu. Türk ananeleri tekmelendi. Türk fikri istikar * edildi. Bu tahribat Osmanlı hükümetinin menşe ve gayesi edildi. O dakikalara kadar Türk olan millete, başka milliyet verilmek isteniyordu. Zaten İslâmiyet tesiratı altında muzdarip olan Türk, bu yeni tazyiklerle daha ziyade faaliyetten içtinap etmeye başladı.”18.

Günümüzde ise “Alevi” sözcüğünün “alav” ateş alevi ile ilgisini kurmak çok anlamsız ve yersiz bir iddia olarak ortadadır. Çünkü Türkler Anadolu’da Beylikler devleti döneminde kurdukları devletin adı da “Devlet-i Ali”dir.

“Bugünkü Türkmen Türkçesinde, evliya karşılığında “Övliya”, “ata (Dargan Ata)”, “Baba (Mane Baba, Yusuf Baba)”, “İşan (Ak İşan)”, “Pir (Mir Haydar Pir)”, “Şıh (Şıhı Şerep İşan)”, ve “Hoca (Alav Hoca)” kelimeleri kullanılmaktadır.

Şıh Alav” veya “Alav Hoca” adı ile bilinen makam Aşkaabat’ın Bayır obasının güneybatısındaki kırlık bir alanda yer almaktadır. Türbe, mescit, kurban kesme mahalleri, türbedar evi gibi birkaç mimari yapı topluluğundan müteşekkildir.

Ayrıca kuyular, pınar ve ağaçlar bu yapı topluluğunu tamamlayan unsurlardır. Sekiz köşeli kümbetin içinde uzunluğu dört metre ve yüksekliği bir metre olan mezar bulunmaktadır.

4

Alav Hoca, halk ananesine göre Muhammed Hanife’nin dördüncü torunu Abdurrahman Alevî olmalıdır. Dileğin kabul olması için yapılan nezirlere Türkmenlerce “Hudayyolu” denilmektedir.”19 *

Burada sözcük veya sıfat olarak geçen “alav” görüldüğü gibi Oğuz-Türkmen Türkçesinde ve Urfa Kısas köyü sakinlerince de günlük dilde kullanılan orijini “alav” olan sözcüğünden “alevi” kelimesini türetmek mümkün görülmemektedir.

Bu bilinmezliklerin ve yanlış alğılamaların asıl sebebi ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin Farsça hayranlığı ile yazı dilini değiştirmesidir.

“Arapça’da “Ali’ye mensup, Ali’ye ait” anlamına gelen “Alevi” kavramının bilim adamlarınca, “Hz. Ali’ye taraftar olma, onun yolundan gitme” anlamlarında kullanıldığı ifade edilmektedir. Bu bağlamda Alevilik genel olarak Hz. Ali’yi sevmek ve onun soyunun, yani Ehli Beyt’in yolundan gitmek anlamında tanımlanabilir. Yine kimi kaynaklara göre Alevi, Şia kavramları bizzat Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali yandaşlarını nitelemek üzere kullanılmıştır.

Yine son zamanlarda yayınlanan kimi popüler yayınlarda yer alan, “Alevi” sözcüğünün “alev” sözcüğüne dayandığı yönündeki iddialar da ancak bir zorlamadan ibaret olup, tarihi-bilimsel dayanaktan yoksundur.

Alevi” sözcüğünün etimolojik bakımdan anlamı belli olmakla birlikte, yüzyıllara yayılan sosyal ve tarihsel süreç devreye girdiğinde “Alevi” kavramına yönelik farklı değerlendirmeler dikkat çekmektedir. Zaman içerisinde “Alevi” kavramının farklı amaçlarla kullanılması ve “Alevi” kavramının etimolojik, siyasal ve tasavvufi bakımlardan sahip olduğu farklı içerik ve zaman içerisinde bu içeriğin yaşadığı değişim, ne yazık ki kavramın içeriğinden çok, araştırmacıların arzuladıkları içerik ön plana çıkarılmaktadır.

Kimilerinin de bu kavramları kendi siyasi, ideolojik amaçlarına uygun olarak kullanma yolunu seçtikleri görülmektedir.

Bektaşi” kavramının tarihsel süreç içerisindeki konumu ve “Alevi” kavramı ile olan ilişki de oldukça ilginçtir. Bu iki kavram bugün birbirlerinin yerine kullanılabildiği gibi, “Alevi-Bektaşi” diye yan yana da kullanılabilmektedir.

Melikoff’un da belirttiği gibi “… Alevilik, Bektaşilikten ayrılamaz. Çünkü, her iki deyim de aynı olguya, Türk halk İslamlığı olgusuna bağlıdır…”20.

Ancak bu konuda Alevi-Bektaşiliği bölmek için bir dernek kurma projesi ortaya atılmış. Bir dernek kuruluşunda adı “Alevi-Bektaşi Kültür Derneği” olarak isimlendirilmiş iken, son anda bir manevra ile “Bektaşi” nitelemesi çıkarılmış, sadece “Alevi Kültür Derneği” adına çevirmekle birileri yukarıda Melıkoff’un ayrılmaz dediği, Alevi-Bektaşiliği sözcük olarak da olsa, fark ettirilmeden ayırılmış, bu defa sıra “Alevi” sözcüğüne gelmiştir.

Alevi-Bektaşiler Ali’nin birçok sıfatı yanında sadece “Allah’ın Aslanı” sıfatını, Alp; yiğit, cesur, kahraman sıfatı ile özdeşleştirmiş, sevgi, barış ve kardeşlikle de Ali’nin “Abu Turab” nefsini toprak etmişlik sıfatı Alp’le örtüşmüştür.

Çünkü, “Oğuz Alpları uyuyan düşmanı öldürmezler.”21. Bu inanç Urfa Kısas köyü Alevi-Bektaşilerince de “su içene yılan dokunmaz.” Deyimiyle dile getirilir.

“Alevi kelimesi, aliye bağlı ve ondan yana olan kimse demektir. Ali’ye bağlı olmanın mânâsı zamanla derece derece değişsede.”22. Özü değişmez! Çünkü, Alevi-Bektaşi’nin hayatının her alanında Ali vardır.

Günümüzde Urfa Kısas köyü Alevi-Bektaşileri, bir hortum (tolaz) tehlikesi gördüklerinde “Ali burada, kılıcı burada”, derler, Tunceli’de ise “Hortumu andıran “potirik” denen güçlü rüzgârın harmana uğramaması için “Ali geldi, Ali geldi,”23 yakarısı ile Ali’den inayet, bekleyecek kadar yakın oldukları inançları Ali’siz değildir.

Sonuç olarak, “Ali’siz Alevilik” olmayacağı gibi, “Ali’siz Muhammed, Muhammed’siz de Ali olmaz!

Anlayana aşk olsun.                                      5

KAYNAKÇA

1- Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, “Türk Mitolojisi”, TTKB. Cilt:1, Ankara,1993, s.231- 232, dipnot: 78

2- Irene Mekıoff, “Uyur İdik Uyardılar”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1994, s.24

3- Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa Kitabeleri”, Dal Yayıncılık, Şanlıurfa, Tarihsiz, s.23

4- Erdal Küçükyalçın, “Turna’nın Kalbi Yeniçeri yoldaşlığı ve Bektaşilik”, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2013, s.124

5- Doç. Dr. Abdullah Ekinci, “Soyuttan Somuta Mecma’-ül Bahr”, Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 8, Eylül 2010, s.23-24; Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s.321;

6-Cihat Kürkçüoğlu, “Dini Mekanlar Camiler”, Editör: Prof. Dr.  Yusuf Ziya Keskin, Türkiye Diyanet Vakfı Şanlıurfa Müftülüğü Yayınları, Ankara, 2011, s119-120

7- Orhan Şaik Gökyay, “Dedem Korkudun Kitabı”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 3409, İstanbul, 2000, s.152-CXVVI-VI

8- Prof. Dr. Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı I”, TDKY.: 169, Ankara, 1997, s.115; Şecere-i Terakime, Kononov Basması, s.79; Türk Dil Kurumu Yayını, ypr. 55b

9- V.V. Barthold, “Moğol İstilasına Kadar Türkistan”, Haz: Hakkı Dursun Yıldız, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1990, s.213: Dipnot 114

10- İsmet Çetin, “Türk Halk Edebiyatında Hz. Ali”, Haz: Ahmet Yaşar Ocak, “Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2005, s.214

11- Muhammed Ali Amir Moezzi, “Şiî İnancının Kökenlerindeki “Dîn ‘Alî” Deyimi Hakkında Notlar”, Haz: Ahmet Yaşar Ocak, “Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali” Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2005, s.28

12- İsmail Özmen, “Simgeler Kenti Bektaşilik Antropolojik, Etnoğrafik ve Felsefi Bir İnceleme”, Cilt:1, Matsa Basımevi, Ankara, 2000, s.312; John Kıngsley Bırge, “Bektaşilik Tarihi” Ant Yayınları, İstanbul, 1991, s.109 

13- Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu - Prof. Dr. Avni İlhan, “Alevîlik Bektaşîlik Tartışmaları” , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 243, Ankara, 2006, s.24; Ethem Ruhi Fıglalı, “Sünnî Tarih ve İlâhiyat Geleneğinde Hz. Ali”, Haz: Ahmet Yaşar Ocak, “Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali” ,Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2005, s.103; İbn Sa’ad, et-Tabakâtu’l-Kubrâ, Beyrut 1377-80, III, 21; İbn Hacer el-Hüseynî, es-Savâiku’l-Muhrika, Kahire 1385, 120;* “Eski Türklerde “ruh”ların “insan” biçiminde tasavvuru olmadığı için, putlara da rastlanmaz.”(Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Eski Türk Dini”, Kültür Bakanlığı Yayınları:367,Ankara, 1980, s.45)

14- Hamza Aksüt, “Aleviler Türkiye-İran-Irak-Suriye-Bulgaristan”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2012, s.14; Cemşid Bender, 12 İmam ve Alevilik, s.93 vd.; aynı yazar, Kürt Tarihi ve Uygarlığı, s.46 vd; Rafael Blaga, İran Halkları El Kitabı, s.52.

15- Doç. Dr. Harun Yıldız, “Anadolu Aleviliği”, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2014, s.25; * Nâşiu’l-Ekber, Masâilu’l-İmâme, (Thk. Josef Van Ess), el-Matbaatu’l-Kâtûlikiyye, Beyrut, 1971, s.16; M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli eğitim Bakanlığı Yay., İst., 1971, I, 50.

16- Doç. Dr. Adnan Demircan, “Ali - Muaviye Kavgası”, Beyan Yayınları, İstanbul, 2002, s.114; dipnot: 200; *Bk. Tabarî, V, 451; İbnu’l-Esîr, Kâmil, III, 191, bazı küçük farklılıklarla bk. Mes’ûdî, Murûc, II, 389)

17- Ahmet Yaşar Ocak, “Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidlar (15-17. Yüzyıllar)”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları Numune Matbaacılık, İstanbul, 1998, s.84

18- Prof. Cons Mol, “Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı? Yaşamayacak Mı?”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.16-19-20

19- Doç. Dr. İsa Özkan, “Türkmenistan’daki Adak Yerleri ve Bu Yerlerle ilgili İnançlar”, İpek Yolu Uluslararası Halk edebiyatı Sempozyumu Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları: 207, Ankara, 1995, s.468-469; Özkan İsa, Yusuf Bey-Ahmet Bey (Bozoğlan) Destanı, Ankara, 1989, s.104,110, Atayev, T., “Kerametli Yerler Toslamalar Hem Hakikat”” Kerametli Yerler Hakkında Hakikat, Aşgabat 1986, s.42; Köprülü (Mehmed) Fuad, A.g.e., s.63.

20- Dr. Ali Yaman, “Alevilik-Kızılbaşlık Tarihi”, Nokta Kitap, İstanbul, 2012, s.18-19-23-24;Melıkoff, 1993, s.29   

21- Orhan Şaik Gökyay, “Dedem Korkudun Kitabı”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 3409, İstanbul, 2000, s.CCCLVII  

22- Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân, “Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 20104, Ankara, 1998, s.463

23- Yurt Ansiklopedisi Türkiye, İl İl: Dünü, bugünü, Yarını”, Anadolu Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1982-1983-1984, s.7335

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum