İstanbul
06 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALEVİLİKTE MEVLİD KÜLTÜRÜ -1

24 Şubat 2024, Cumartesi 14:00

Mevlîd, İslâm edebiyatında  doğum gününde yapılan kutlama merasimlerine, bu merasimlerde okunmak üzere yazılan ve bestelenen manzum şeklindeki edebî metinlere verilen isim. Mevlîd, bunun yanında İslâm edebiyatında müstakil bir edebî türdür.

Arapça “doğma”, “doğum, doğurma, doğum yeri, doğum günü” anlamındaki “velâdet” kelimesinden türeyen “mevlîd”, zaman içinde bu türdeki eserlere verilen ortak bir isim hâline gelmiştir.

Mevlîd, Hz. Muhammed  Peygamber’in doğumu, doğum yıl dönümü, kutsal kişiliği, miracı gibi olağanüstü anlatılar ile bezenmiş, gerçeküstü olayları anlatan edebî metinlerin makam ve usûl ile okunmasıdır.

Bu törenlerde okunmak üzere yazılmış (ayetlerden alınan örnekler veya Alevilerin, gülbang, deyiş, duaz-ı imam, mersiye, güzelleme ve tabii ki, ağıtlara ait parçalar barındıran örneklerinden esinlenerek,) yazdıkları eserlerin adıdır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğumunu anlatmak için kullanılan “Mevlîd-i Nebî” Türkçemizde kısaca “Mevlîd Kandili” olarak anılır. “Peygamberimizin doğum günü” anlamında da kullanılır.

Halk arasında “mevlitolarak da söylenmekte, kandil günü doğan erkek çocuklarına “mevlüt”, kız çocuklarına ise “mevlüde” isim olarak verilmektedir.

Esasen, Resûllah’ın doğum yıl dönümünü kutlama maksadıyla başlayan mevlîd töreni gidererek Kadir, Miraç, Regaip ve Berat gecelerinde, doğum,  ölüm, evlenme, kına, nişan, sünnet, yeni alınan mal mülk, deprem veya önemli olaylar vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve toplumsal geleneğimizde yer alan önemli bir dinî-kültürel öğe olmuştur.

Okunmasında veya okutulmasında farz olmamasına rağmen, Mevlîd beğeni ve kabul görmüş ve kutsiyet atfedilmiştir .

Türk edebiyatında 63 mevlîd eseri yer alır. Bu eserlerin en meşhuru, Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda yazılmış olanıdır. Diğer mevlîdlerin hemen hepsi Süleyman Çelebi'nin mevlîdine naziredir. Yalnızca Süleyman Çelebi'den önce yaşamış olan Erzurumlu Mustafa Darir'in “Tercümetü'd Darir” adlı eseri, İbn-i İshak’ın “Siret’ün Nebi” eserinden çeviridir.

Hamdullah Hamdi’nin ve Şemseddin Sivâsî’nin yazdığı mevlîdler, başarılı örneklerdendir. Halk arasında geleneksel olarak okunan mevlîd, Süleyman Çelebi’nin yazdığı mevlîddir.

Süleyman Çelebi tarafından yazılan mevlîdin asıl adı “Vesîletü’n Necât” (Kurtuluş Vesilesi)’tır. 16 kısım ve 770 beyitten oluşur. Kasîde şeklinde yazılan eserin içinde gazel formunda yazılan bölümler de vardır. Aruz vezninin “failatun failatun failun” kalıbı kullanılmıştır; sadece “velâdet” bölümünün sonundaki on beyit “mef’ ulü-fâilâtü-mefâilü-fâilün” kalıbı ile yazılmıştır.

Süleyman Çelebi, eserini yazarken, referans aldığı eserlerin, Âşık Paşa’nın “Garibnâme”si, Erzurumlu Darir’in “Siyerü’n- Nebî”si, Eb’ul Hasan Bekrî’nin “Siyer”i ve Muhyiddîn Ibnü’l Arâbî’nin “Füsûs-u Hîkem”i olduğu tespit edilmiştir.

Edebî bir terim olarak “mevlîd”, Muhammed Peygamber’in doğumunu, hayatından kısa pasajları, mucizelerini anlatan mesnevî tarzındaki metinlerin tümüne verilen isimdir.

Musikî terimi olarak “mevlîd”, cami ve tekke musıkîsinin bir türünü ifade eder. İslâm musıkîsinde “mevlîd” okuyanlar, Farsça’dan türetilmiş “mevlidhan” tâbiri ile isimlendirilir.

Günümüze kadar gelen besteyi Bursalı Sekban isimli bir müzisyenin 17. yüzyılda bestelediği sanılmaktadır. Bir beste olmaktan ziyade, her bir makamda nasıl seslendirileceği konusunda rehber niteliğindedir. Halka mâl olmuş bir bestedir.

Mevlîd, 2010 yılında bir proje ile dünyaca ünlü besteci ve orkestra şefi Selman Ada tarafından, evrensel müzik standartlarına uygun şekilde “kantat” formunda bestelenmiş şekli ile seslendirilmiştir. (https://eksisozluk.com › mevlit-)

SÜLEYMAN ÇELEBİ KİMDİR?

Süleyman Çelebi, (D. 1351 – Ö. 1422) II. Osmanlı Sultanı, Orhan Gazi döneminde Bursa’da doğmuştur. Vezir Ahmet Paşa’nın oğludur.

Gençliğinde Bursa’da iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır.

O devirde, Çelebi ünvanı ilim adamlarına ve Mevlevî tarikatı büyüklerine verilmekteydi. Mevlevî olduğuna dair bir bilgi yoktur.

Sakin, sade, sessiz, naif, bilgili tavırlarıyla Padişah Yıldırım Bayezıd’in dikkatini çekmiş ve yapımı 1399’da tamamlanan Bursa Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır. (https://tr.wikipedia.org › wiki › Süleyman_Çelebi_)

Tek eseri olan mevlîdi 1409 yılında tamamlamıştır. Genellikle İslâm toplumunun Sünni kesimi tarafından ilgi görmektedir.

Bilindiği gibi mevlîd türü, Hz. Peygamber’in doğumu ve hayatı çevresinde gelişen dinî-edebî türlerden birisidir. Fakat mevlîd, özellikle divan edebiyatında Hz. Peygamber dışındaki şahıslar için de yazılmıştır.

Edebiyatımızda Ehl-i Beyt’ten İmam Ali için Yeminî, Caferî, Necmî Ali, Süleyman Celaleddin, Mehmet Şemseddin, Tâhurü’l Mevlevî ve Şemsettin Kubat’ın telif etmiş oldukları mevlîdler bulunmaktadır.

Ayrıca mevlîdlerin şekil ve muhteva özellikleri ile mevlîdlerdeki ortak motifler hakkında  bilgi verilmiştir. ( Gazi Ünv. Türk Kül. S..65 s.. 17.2013)

MEVLÎDİN İLK ÇIKIŞI

Mevlîd, dinî ve edebî özelliklerinin dışında İslâm toplumlarının kültürel hayatında da önemli bir uygulama/ritüel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ayin havasında yapılan yapılan mevlîd törenlerinin resmi bir mahiyet kazandığı devir, Fatımîler dönemidir.

Fatımîler her sene hicrî yılbaşı olan Muharrem, Aşure Günü, Kurban ve Ramazan bayramları, kandil geceleri, Nevruz, Mihrican, Feth-i Haliç gibi gün ve gecelerde çeşitli mevlîd geceleri tertip etmişlerdir.

Bu törenlerde devletin ileri gelenleri ve ulema davet edilir, sarayın tül ile örtülen balkonlarından birinde, bir kürsü üzerinde oturan halifenin huzurunda Kahire’nin üç hatibi tarafından vaaz edilirdi.

Fatımîler bu törenlerde Mevlîdü’n- Nebî dışında Mevlîd-i Ali, Mevlîd-i Hasan, Mevlîd-i Hüseyin, Mevlîd-i Fatıma, Mevlîd-i Halife-i Hazır (mevcut halifenin doğum günü için) adı ile toplam altı ayrı mevlîd merasimi tertip ederlerdi. Bu törenlere Mevlid-i Sitte yani “altı mevlîd” denilmektedir.

Öyle anlaşılıyor ki, Fatımîler döneminde Hz. Peygamber dışında Ehl-i Beyt üyeleri için de mevlîd merasimleri düzenlenmekteydi. Bu gelenek bizlere, Arap edebiyatında Ehl-i Beyt için de mevlîd yazıldığını göstermektedir. (Gazi Ünv.Türk Kült. Ve Hac. Bektş. Arş. Der. S.65. s.48.2003.)

Mısır’da Şii olan Fatımîler devrinde Layla’t al mevlîddal Nebî adı altında,  Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin doğum gününü kutlamak amacıyla ilk olarak Mevlîd merasimi yapılmıştır. (Curc-ı Zeydan, Tarihi Tamoddin al’ İslamiye, İst. M. 1330 Cilt 5. s. 251)

Mevlîd, Şii Fatımî icadı olup, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve oğulları Hasan ile Hüseyin’in doğum günlerini anma törenleriydi. 

Vezir al Afad (478-515) “Şii icadı olduğu için bidattır” diye, kabul etmeyip yasaklanarak mevlîdin ortadan kaldırıldığını yazmaktadır.

Aynı eser, sonraki tarihlerde Şiilerde yeniden bütün ihtişamı ile ihya edildiğini yazmaktadır. Bu tür mevlîd merasiminin Hristiyan tesirleri bulunduğu düşüncesiyle, Fatımî devri mevlîdleri tamamen unutturulmuş ve kaldırılıp yasaklanmıştır.

M.S. 1207 - 1208 civarında Selahaddin Eyyubî’nin eniştesi Al Malik Muzafaraddin Şiiliği sevmediği için Fatımî mevlîdinin unutturulması için çok çaba göstermiştir.

FATIMÎLERDEN SONRA MEVLÎD

Fatımî devrinin sona ermesi akabinde, Sünni idare de mevlîdi ihya etmiş ise de, Şiilik tesirinin mevcudiyeti çok uzun zaman devam etmiştir. (Al Makrizi Kahire 1270. C. 1.s.490).

Sonraki tarihlerde Bağdat, Musul, Cezire, Sincan, Nusaybin, İran’dan fakih ve sofular Erdebil’e gelerek Ata Beyi de teşvik ederek, mevlîdin ertesi gecesi toplantısında sofiler ve halk geceyi sema ile geçirirlerdi. (İbni Halikan Bulak 1299 - C.2.s. 550)

Unutturulan Fatımî mevlîdi, Mekke’ye, şimal-i Afrika’ya, Fas’a, İspanya’ya, oradan Hindistan’a kadar yayılmıştır.( Kroniken nşr. Wüstenfeld  C. 3. S. 438)

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk senelerinde mevlîde karşı çıkan ulamanın gerekçeleri şöyleydi:

  1. Alevî olan Şii Fatımîlerin icadıdır. Dine sokulması günah olur.

  2. İslâm dininde yeri yoktur. Bidattır.

  3. Hristiyan tesiri bulunduğu düşüncesi uyandırmaktadır. Yasaklanması gereklidir. Mahiyetinde Osmanlı ulamaları itiraz etmişlerdir.

Ancak, 3. Murat devrinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu teşrifatında yer aldığı halk nazarında gittikçe yaygınlık kazandığını kaynaklar yazmaktadır. (Yunus Koçak - Hasan Dede hayatı ve eserleri. Hasandede Belediye Kültür Yay. s. 112)

MEVLÎD, HAZRETİ ALİ VE TÜRKLER

İslamî Türk edebiyatında Hz. Muhammed’den sonra adından en çok bahsedilen isim olan Hz. Ali; bu edebiyatın kaynakları arasında yer alan Kur’ân, hadis, İslâm tarihi ve tasavvufunda da önemli bir yere sahiptir.

Hz. Ali; bilge, arif, zahit, asker, hâkim, hatip kimliğinin yanı sıra faziletleri, cesareti, yiğitliği, ilim ve irfanı sebebiyle edebiyatımızda sıkça bahsi geçen bir şahsiyet olmasının yanında, Ehl-i Beyt-i ile de Anadolu Alevî-Bektaşî topluluğunun derin bir sevgiyle bağlı olduğu inanç ve yol önderidir. 

Divan şairleri, özellikle Yedi Ulu Ozan (Pir Sultan Abdal, Şah Hatâî, Kul Himmet, Nesimî, Fuzilî, Viranî, Yeminî) birçok na’t, faziletname, cenkname, hilye ve menâkıbnâme yazmışlardır.

Hz. Ali bu şiirlerde genellikle kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan, ve velâyet timsali olarak anılmış, bu seçkin vasıflarıyla çeşitli teşbih, telmih ve mukayeselerle övülmüştür.

Hz. Ali’nin ilim sahibi olmasını, sözlerinde ve uygulamalarında ilmi üstün tutan Hz. Ali için Hz. Muhammet “Ben ilmin şehriyim, Ali ilmin kapısıdır” sözleri ile ifade etmiştir.

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra çıkan siyasal çalkantılar dört halife dönemi Hz. Ali’ye yapılan haksızlık, haince öldürülmesi, Hz. Ali’nin büyük oğlu İmam Hasan’ın zehirlenmesi 10 Ekim 680 Kerbelâ’da İmam Hüseyin ve Ehl-i Beyt’e mensup 72 kişinin hunharca katledilmesi olayları İslâmiyet içinde kırılma noktaları oluşturmuştur. 

İslâmı yeni yeni tanıyan ve Horasan bölgesinden akın akın Anadolu’ya gelen Oğuz Türkmenleri hem kendi kültürlerini, hem Hz. Muhammed’in güzel ahlâk ve Ehl-i Beyt sevgisini harmanlayarak mağdur taraf olan Hz. Ali taraftarlığını seçmişlerdir.

Kendi kültürlerinden gelen ulular meclisi dedeler meclisini Hz. Muhammed’in Miraç’ındaki toplantıyı esas alarak, Kırklar Meclisi’ni cem ibadeti olarak kabul etmişlerdir.

Alevî - Kızılbaş temel kavramları olan, ölmeden önce ölmek,  kul hakkı yememek, eline, beline, diline sahip olmak gibi kurallar dairesinde yaşayarak, Cem ibadeti öncesinde toplumun sosyolojik ve hukuksal sorunlarını çözüme kavuşturmakta, ibadet ile de haftalık toplu inanç ritüellerini yerine getirmektedirler.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum