İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALEVİLİKTE MEN-AREF SIRRI

11 Ağustos 2023, Cuma 18:03

İnsanın nefsi ile savaşı, en büyük savaştır.

İnsanlığın ortaya çıkışından itibaren bilinen en büyük çelişki, insanın kendi nefsi ile yaşadığı çelişkidir.

Nefs kelimesinin çok çeşitli anlamları vardır. Ruh, can, nefes, varlık, hevâ ve heves, bedenden kaynaklanan kontrol edilemeyen arzular gibi anlamlarda kullanılan “nefs” Kur’an’da “ruh” anlamında kullanıldığı gibi (el-En‘âm 6/93) “zat ve öz varlık” mânasında da kullanılmıştır (Âl-i İmrân 3/28, 30).

Gazzâlî, ruh ile nefsi bir ve eş anlamlı olarak değerlendirir.

Ancak, beden, akıl, ruh ve nefs birliği konusunun İslâm ve diğer aydınlar arasında halen sonlandırılamamış bir tartışma konusu olduğunu dikkate alırsak, “nefs”i insanlığın temel varoluş tartışmalarının en önemli konularından birisi olarak tanımlayabiliriz.

İnsanın nefsi ile çelişkisi tarihin farklı dönemlerinde farklı şekillerde tanımlanmıştır.

Çağdaş Avrupa’da ortaya çıkarak semiren kapitalizm, binlerce yıldır insanın nefsi ile çatışmasını nefsi azgınlaştırma, kontrolden çıkarma yolunda en büyük hamledir.

Bireysel girişim özgürlüğü” olarak lanse edilen kapitalizm, özünde insanın hırsları için her şeyi yapabilme azgınlığını kışkırtır.

Kapitalizmin insanlık tarihinde yaşanan en büyük barbarlık düzeni olduğunu öne sürmek bu bakış açısıyla da doğrudur.

Nitekim, son iki yüzyılda başlatılan dünya savaşları, küresel egemenlik ve sömürü düzeni olarak “kapitalizmin son aşaması” emperyalizmin neden olduğu yıkım ve yoksulluk, son olarak 90’lardan itibaren dünyayı kan gölüne çeviren “küreselcilik” bencilliğin en yüksek derecede siyasi, ekonomik, militarist ve kültürel tezahürüdür.

Bütün bu olguları birlikte düşünerek, kapitalizmin “şeytanî” bir girişim olduğunu söylemek, yanlış olmaz.

Allah nefse, “Ey itminana ermiş nefis! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön. Böylece has kullarımın arasına sen de katıl. Cennetime gir!” diye hitap eder (el-Fecr 89/27-30).

Allah’ın “has kulları” arasına katılmanın şartı “itminana ermiş” olmaktır.

İtminan ise, kendi bilincinde olmak, kendine güven, inanmak, kararlılık gibi anlamlara karşılık gelmektedir.

İşte tam bu noktada, Hz. Muhammed’e atfedilen “Men arefe nefsehû fe-kad arefe rabbehû” (Nefsini bilen, Rabbi’ni de bilir) sözü gündeme gelir.

Her ne kadar, hem tasavvuf karşıtı “siyasal islamcılar” ve hem de İslâm düşmanı kimi kesimler bu sözün Muhammed’e ait olmadığını iddia etseler ve hatta yine “fikirbirliği içerisinde” Yunan oldukları bile tartışmalı kimi feylesoflara nispet etseler de, Müslümanlar arasında geniş kabul görmüş bu “ilke” insan-ı kamil olma çabasındaki “teslim olanın” dosdoğru yolu bulmasında çok önemli bir ilkedir.

Bu ilkeHünkâr Hacı Bektaş Velî ağzından Makalat’ta şöyle ifade edilir:

Bilesin ki Tanrıya kavuşma üç yoldan mümkün olur:

Birincisi, hayvanî davranışlardan çıkmak ve bu nefsi arıtmakla olur.

İkincisi, insanın kendi sıfatından çıkması ki bu gönlü arıtmakladır.

Ve üçüncüsü, kendi sıfatından çıkmasıdır ve bu ruhu aydınlatmaktır.

Hünkâr’ın Makalat’taki şu ifadeleri de bu görüşünü tamamlıyor:

Derviş gerekiyor ki Benliği yağmalasın ve yaksın ve kökünden çıkarsın ta ki ruh şehri imar olsun çünkü Benlik şehrini nefsani şehir diyorlar viran olmadan önce ve viran olup yeniden imar olunca ruh şehri diyorlar.

Bu iki ifadeden de anlıyoruz ki, Hacı Bektaş Velî “nefs” kavramını el-Fecr suresinde Allah’ın hitap edişi ile uyumlu ve Hz. Muhammed’in hadisi çerçevesinde anlamakta ve yorumlamaktadır.

Nitekim, Alevi erenleri de, bu görüşü sahiplenmişler ve kuşaklar boyu “men-aref sırrı” olarak aktarmışlardır.

Kendini bilmek Hakk’ı bilmektir” cümlesinde ifade olunan “men-aref sırrı” özünde insanı “vahdet-i vücut” anlayışına bağlar.

Çünkü, insanın kendini bilmek ile Hakk’ı idrak etmeyi birbirine bağlaması demek, evrensel varlığın birliğine ulaşması demektir.

19. yüzyıl Bektaşî şairlerinden Şehidî bu durumu şöyle ifade ediyor:

Noktanın esrârına mazhar düşüb aynelyakın

Men aref’den ders alub nefsin bilen Bektâşîdir

(Sadeddin Nüzhet Ergun, Bektaşi-Kızılbaş Alevi Şairleri ve Nefesleri, Cilt 3, 1956)

Hz. Ali, “ilim bir nokta idi” derken, tüm evrensel bilginin bir noktada ifade edildiğini belirtmişti.

Bu “nokta” Alevilikte de, evrenin merkezi, vahdetin kendisi, Allah’ın ilim ve irfanının toplamı olarak anlaşılır ve kabul edilir.

Dolayısı ile, Şehidî’nin şiirindeki dizeleri “Allah’ın ilmine erebilen, kendi nefsini bilerek Hakk’a erişen kişidir, Bektaşî” öğretisi olarak değerlendirmek gerekir.

Nitekim, 20. yüzyıl Alevi şairlerinden Âşık İbretî de, aynı “Alevi öğretisi”ni bir şiirinde şöyle aktarır:

Men aref remzinden dersimiz aldık

Dört kitap ilmini bir nokta bildik

Cami-i vücutta namazı kıldık

Beş değil dem be dem ibadetimiz

Âşık İbretî, “Kendini bilmek Hakk’ı bilmektir” ilkesini bir ders olarak bellediğini belirtirken, Hz. Ali’nin “ilim bir nokta”dır sözünü benimsediğini ve vahdet-i vücut anlayışı içerisinde “dem be dem” yani sonsuz tekrar içerisinde ibadetini, yani Hakk’ı bildiğini ifade ediyor.

16. yüzyıl Alevi-Bektaşî şairlerinden Viranî Abdal da şöyle diyor:

Men aref ilmine eren, âşık-ı suzan olur

Heft nefsini katleyliyen, meydanda merdan olur

Hırs ile şehvete uyan, nefsine kurban olur

Yedi tamu şiddetidir, kemrah olanlar anlamaz

(Ali Adil Atalay Vaktidolu, Virani Divanı ve Risalesi, 1998)

Büyük Alevi şairi Pir Sultan Abdal da, “men-aref sırrı” konusuna bir şiirinde farklı bir bakış açısı ile değinir.

Pir Sultan’a göre, “ölmeden önce ölmek” makamına ulaşmadan men-aref sırrına vakıf olmak mümkün değildir:

Men aref sırrını kardaş

Bildim sanma bilemedin

Ölmeden öl şu dünyada

Öldüm sanma ölemedin

Yine 16. yüzyıl Alevi şairlerinden Muhyiddin Abdal da “men-aref sırrı” ile ölmeden önce ölmek ilkesi, yani “nefsini-bencilliğini yok etmek” ilkesi ile bağ kurar:

Şaha bende olmayan
Ölmeden ün ölmeyen
Men-arefi bilmeyen
Bu yolda mattır hocam

Alevilikte “Men-aref sırrı” konusunda son olarak bir kadın şairimize yer vermek istiyorum.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nda, Hazret Avlusu’nun sol tarafındaki terasta mezarı bulunan, Şehit Feyzullah Çelebi’nin kızı olarak bilinen ve Katibî mahlasıyla da şiirleri olan Güzide Ana şöyle diyor:

Sırrı men-arefden nefsimiz bildik

Mürşid karşısında tevbeye geldik

Gönül aynasını pâk edip sildik

Taşradan görünür içimiz bizim

Elbette, bu konu bir makalede detaylarıyla anlatılamayacak derinlikte ve büyüklükte bir konudur.

Biz, bir noktadan başlangıç yaptık. İnşallah, Alevi teolojisi üzerine eğilen ve “Alevice yaşamak” çabası olanlarda bir merak uyandırdıysak ne mutlu!

Nefsini teslim edip kendi indinde Hakk’ı bilenlere selâm olsun.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Kazım Aslan
    07-09-2023 16:58

    Yüreğine kalemine sağlık hocam Hem lokal hem evrensel boyutlarıyla hem şahsi hem toplumsal yönleriyle konuyu yani nefsi ruh can ile ilişkilendirmeniz çok alışılmış bilinen hususiyet değil Resulullahın imam Hasan ve imam Hüseyin ve fatıma ana için onlar benim nefsim yani ruhum canım anlamında kullanmıştır yoksa biyolojik manada olmadığı çok nettir bize ışık tuttuğun için çok teşekkürler sağolun varolun Ali rıza bey sizi biliyor izliyorum saygı sevgi selamlar

  • yorum avatar
    Kazım Büklü
    11-08-2023 21:10

    Ali Rıza başkan nefsi çok iyi tarif etmişsin kalemine ve yüreğine sağlık �yi ki varsın

  • yorum avatar
    Hasan Güleryüz
    11-08-2023 19:34

    Nefsini köreltene Selam olsun Yüreğinize, emeğinize sağlık. Mutlu akşamlar.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum