ALEVİLİK ELDEN GİDİYA!
13 Eylül 2024, Cuma 14:47Son dönemde laiklik tartışmalarına da bulaştırarak, Alevilerin din ve devlet ilişkileri konusunda Avrupa ülkelerini referans gösteren bazı yorumlar dikkatimi çekiyor.
Siyasal İslamcı kesimin neredeyse birebir aynı taleplerini yineleyen kimi “Aleviler” dinin devletten özgürleşmesini talep ettiklerini öne sürüyorlar.
Bu görüşe göre, din devlet baskısı altındadır ve özgürleşmelidir.
Laiklik ve sekülerizm tartışmalarının Avrupa’da dinin devletten değil, devletin dinden özgürleşmesi ekseninde başladığını ve halen de böyle anlaşıldığını bir yana bırakalım. Arkadaşlar bilmiyor olabilir.
DİN ELDEN GİDİYA!
Türkiye’de devletin dini baskıladığı ve “gerçek dinin” yaşanmasına izin vermediği görüşü yeni değil.
Osmanlı devletinde de, Selçuklularda da bu görüş “din elden gidiyor” fetvası eşliğinde dillendirilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da, bu görüşün sahipleri devlet düşmanlığını yine aynı söylemlerle devam ettirdiler.
Şeyh Sait’in adıyla anılan ve Menemen’de Teğmen Kubilay’ın katledilmesiyle başlayan isyanlar bu türden kalkışmalardır.
1730’da Patrona Halil, 1808’de Kabakçı Halil tarafından yönetilen isyanlar ve 31 Mart kalkışması da “din elden gidiyor” fetvası ile Osmanlı devletine karşı yönelen başkaldırılardır.
Esasen, Osmanlı’da bu tartışma Fatih Sultan Mehmet ile başlar.
Kendisi de Bayramîyye tarikatı mensubu olan 2. Mehmet, yayınladığı “Fatih Kanunnâmesi” ile tüm siyasi yetkiyi padişahlara aktararak devlet otoritesini toplum üzerindeki tek belirleyici unsur haline getirmişti.
Fatih’in devletin gücünü yerel ve dinsel iktidar odaklarıyla paylaşarak yönetme geleneğini terk etmesi, tarikatlar çevresinde büyük hoşnutsuzluk yaratmıştı.
Öyle ki, Mevlevîler, Bayramîler ve Bektaşîler dışında kalan tarikatlar fetih sonrası süreçte İstanbul’a göç etmeyi ve orada yaşamayı “dinsizlik ve kâfirlik” olarak tanımlayan fetvalar yayınladılar!
ALEVİLİK ELDEN GİDİYA!
Tüm bu gerici başkaldırıların argümanının “devletin dini yok ettiği” üzerine kurulu olması, tarihsel bir bilgi olarak hafızamızda canlı olarak yaşıyor.
Aynı gerekçelerin Alevî Bektaşîler arasında da dillendirilmesi FETÖ’nün iktidar ve medya gücünü ülkenin/devletin yapısal bozumu için kullanmaya başlaması ile paraleldir.
Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri eski genel başkanı Müslüm Doğan, PKK ile iltisakı nedeniyle kapatılan HDP Milletvekili olarak, 25 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’ye verdiği kanun teklifi ile “677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”un ortadan kaldırılmasını talep ediyordu.
Hatırlayınız, 15 Temmuz 2016, yani bu teklifin verilmesinden 1 ay 20 gün sonra FETÖ hainleri ülkemizde darbe yapmaya kalkıştı!
Tarikatları yasadışı kabul eden bu yasanın kaldırılması devletle sorunlu dinci tarikatların talebi olduğu halde, kaldırılması için yasa teklifinin Alevî kökenli bir HDP milletvekiline yaptırılması ilginçtir.
FETÖ darbesi başarılı olsaydı, 2015’te Ahmet Davutoğlu hükümetinin de Kalkınma Bakanı Doğan’ın kariyeri nasıl bir yol izleyecekti, bilmiyoruz.
Bildiğimiz, kendisinin son olarak CHP üyesi olarak siyasi faaliyet yürüttüğüdür.
Şunu tespit edelim: “Din elden gidiyor” şiarının son dönemde “Alevilik elden gidiyor” şiarına dönüştürülmesi Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana devletle savaşan gerici tarikatların en büyük başarısıdır.
Aynı şekilde, “Asimilasyon tehditi” algısı yaratarak devlet ile Alevileri karşı karşıya getiren “çabayı” da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Asimilasyon tehditi iddiası “Alevilik elden gidiyor” algısının politikleşmiş halidir.
Halbuki inanç, mümin ile yaratıcı arasında kalan bir bağ olmakla hiçbir zaman dış bir müdahaleye teslim olmaz.
Bu yönde milyonlarca örnek insanlık tarihinde mevcuttur.
Firavunlar İbranîlerin dinini değiştirebildi mi?
Bizans’ın katlettiği Hristiyanlar dinini değiştirdi mi?
Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’in elçiliğini kabul edenleri yolundan döndürebildi mi?
Özellikle son beş yüzyılda Alevî Bektaşîlerin uğradığı baskılar inançlarını bırakmalarına yol açtı mı?
Tarihsel hafıza, inançlıların zaferlerini yazar.
Bu bağlamda “asimilasyon tehditi” algısı yaratma çalışmasının politik bir manevra olduğu da ortaya çıkmaktadır.
AVRUPA DEVLETLERİNİN DİN İLE İLİŞKİSİ
Türkiye’de devletin erkinin inananlar (Alevîler) üzerinde baskı oluşturduğu iddiasıyla “dinsel özgürlük” talebinde bulunanların bir argümanı da, “laik Avrupa ülkelerindeki uygulamalar” oluyor.
Bu arkadaşlar, Avrupa ülkelerinde devletin dini finanse etmediğini ve tamamen bağımsız olduğunu iddia ediyorlar.
Halbuki gerçek nedir, Alevîlerin en yoğun yaşadığı Almanya’da inceleyelim.
Merkezi devlet ve eyaletler, iddiaların aksine, kiliselere yer yıl milyarlarca ödeme yapar.
Örneğin, merkezi hükumetin 2024 yılında Protestan ve Katolik kiliselerine yaptığı ödeme tamı tamına 618,4 milyon Avrodur!
Alman istatistik kurumunun 1949 yılından itibaren devletin kiliselere yaptığı ödemeleri gösteren grafiğini paylaşıyorum.
Demek ki, Alman devleti dini kuruluşlara ödeme yapıyormuş!
Bu noktada, ara verip, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu ve üyelerinden “dini kuruluş statüsü” alanların Alman devletinden ne kadar ödenek aldıklarını de soralım.
Bu soru şu açıdan önemli: Alman devletinin emriyle İsrail’i destekleyen bildiriye “Müslüman bir örgüt olarak” imza atan AABF, Türkiye’de Alevîlerin devletle hiçbir şekilde temas kurmaması için propaganda yaparken, kendisi Alman devletinin her emrini neden yerine getiriyor, sorusuna cevap arıyoruz.
Almanya’da kiliseler vergiler, bağışlar, kendi kaynaklarından elde ettikleri gelirler yanında merkezi ve federal hükümetlerden de destek alıyorlar. Kimse de onlara “devletin protestanı” veya “devletin katoliği” demiyor!
İNANÇ, KİŞİNİN KALBİ İLE ALLAH ARASINDAKİ YOLDUR
Yüce Yaradan, Kâf suresinin 16. Ayette der ki; “Ve andolsun ki biz insanı yarattık ve nefsi, onu ne gibi vesveselere düşürür, biliriz ve biz, ona, şah damarından daha yakınız.”
Yine Mücadele Suresinin 22. Ayetinde ise, “Allah müminlerin kalplerine imanı nakşetmiş ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir” diyor.
Bu buyruklardan anlaşılacağı üzere, Yüce Allah’ın mesajı bireyleredir. İnanç kişi ile yaratıcı arasındaki bağdır.
Bu bağı ne devlet ve ne de başka bir yapı veya kişi bozabilir.
Dolayısıyla, “din elden gidiya” çığlıklarının toplumu belirli bir menfaat üzerine yönlendirerek istismarı için kurulmuş tuzak olduğunu anlıyoruz.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Hakkı ilhan
13-09-2024 19:30Ali Rıza Bey çok iyi bir bilgilendirme yapmışsınız çok teşekkür ederim. Her yazınızı dikkatlice ve zevklen okuyorum .bir ömür boyu Başarılarınızın Devamını dilerim.