ALEVİLERİ KİMLER ZEHİRLİYOR?
25 Haziran 2024, Salı 15:00Kıymetli dostum Dr. İsmail Engin sosyal medya sayfasında Alevi Bektaşilerin durumundan şikâyet etmiş:
“nasıl mıydı?
heyecan vardı. birlikte birşeyler yapabilme gayreti vardı. bir yerel dernek kurulurken 5000 kişi açılışa gelebiliyordu. spor salonları, stadyumlar doluyordu; yetmiyor sokaklar dolup taşıyordu. herkes elinden gelen katkıyı el birliğiyle yapıyordu. ne oldu o heyecan?
insanlar birbirlerini anlamaya - tanımaya çalışıyordu.
şimdi :
sorunları anlamaya ve boyutunun büyüklüğünü algılamaya çalışmaktan ziyade
a) mobbing
b) farklılığa toleranssızlık - tahammülsüzlük
c) dijital ve sözel "şiddet" - "linç" yaygın.
"çoğulculuk" derken haklı olarak tekçiliğe karşı çıkan ama kendi doğrularını kabule zorlayan [dışlayıcı - ötekileştirici - zorba ve aslında "tekçi"] bir anlayış da var.
"ihbarcılık" "teşhir" donuna büründü.. ipin ucu kaçtı..
bu vahim bir durumdur..
sürdürülebilir bir durum da değildir…”
Dr. Engin haklı!
İçinde bulunduğumuz “atmosfer”den kimse hoşnut değil.
Atmosfer, biliyorsunuz nefes alıp vermemizi sağlıyor. Başka bir deyişle, hayatta kalmamızı sağlıyor.
Birbirine kin ve nefret hisleri besleyen, beslemekle de kalmayıp bunu her fırsatta ve her ortamda ifade eden bir “sözde aydın yönetici kitle”nin dayattığı “sözlü şiddet” mağduruyuz!
Hâlbuki, tüm dünya diyor ki, Alevilik Bektaşilik temeli hoşgörüye dayanan bir inançtır!
Acaba, dünya mı yanlış biliyor, diye soruyorum kendime!
Yoksa, birileri bizim atmosferimizi mi zehirledi?
DİN ARİSTOKRASİSİ YARATTILAR!
Kabul etmek lazım ki, artık Alevilerin inancını kapitalist sistemin metasına dönüştüren ve bu yoldan zenginleşen bir “Alevi din aristokrasisi” sınıfı oluştu!
Devletin tek kuruşluk katkısı olmadan, yani vergi gelirlerinin istismarına dayanmayan bu aristokrasi zenginliğini tamamen inançlı yurttaşların cebinden çaldığı paralarla elde etti.
Çevrenize şöyle bir bakın; hayatlarını, hatta ailelerinin hayatlarını da tüm dünyanın bildiği yöneticileri analiz ediniz.
Yoksul babanın çaycılık yaptığı “çatı”yı ele geçirmiş oğlunu şimdi milyonluk lüks içerisinde göreceksiniz!
Ot bitmeyen köyünden büyük şehire taşındığında hamal parasını bulamayan ailenin çocuğunun şimdi çocuğunu yurtdışında özel imkânlarla okutmakla kalmayıp, eşini de yanında gönderip orada da yeni ev açtığını göreceksiniz!
Hayatında tek bir gün çalışıp alnının teriyle beş para kazanmadan Kuşadası’nda yaratılan “tripleks yaşam”ı göreceksiniz!
Bu çatıcılardan diğer birisi örneğin, öğretmen emeklisi ama ayakları “dört çeker”den yere inmiyor!
Örnekler bitmez…
Hepsi gözümüzün önünde, saklı gizli yok!
Türkiye’nin her yerinde yüzlerce cemevi “bacasız fabrika” misali.
Denetim yok, şeffaflık yok!
Bırakın denetimi, birkaç ay önce, yine bir “çatıcı” İçişleri Bakanlığı’nın ilgili birimlerinin denetim kararını “hallettiğini” kendi şube başkanlarına açık açık, kürsüden söyleyebilmişti!
Lütfen, dikkat buyrun; “gelsinler denetlesinler, bizim verilmeyecek hesabımız yok”, demedi! “Denetim menetim yok, o işi halletim” dedi!
Sünni tarikat müritleri nasıl 50 milyonluk zırhlı Lincoln 4X4 için onay veriyorsa, Alevi Bektaşi “cemaat” da, cemevleri otoparklarına giren Audi 8, Volvo S90 ve sair lüks arabaları “şeyhlerinin hakkı” olarak görüyor, anlaşılan!
Aksi olsaydı, toplum içerisinde bir tepki olurdu. Ben de bu yazıyı yazmak zorunda kalmazdım.
Kanaatim odur ki, “cemevlerinin mali disipline kavuşması”, ancak yetkili birimlerin nitelikli denetimleri ile mümkün olacaktır.
Dolayısıyla, başta İçişleri Bakanlığı’nın sivil toplum ilişkilerinden sorumlu ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgili denetim birimleri olmak üzere görevlerini yaparsa, ama herşeyden ve herkesten önce bizlerin cemevlerimize gerçek anlamda sahip çıktığımızda “Alevi din aristokrasisi”ni geriletebiliriz.
Haksız kazançle elde edilen paranın içimizde yaydığı zehire önlem almak zorundayız!
NEFRET DİLİNİ OLAĞANLAŞTIRDILAR!
Ortalama ayda en az bir kez ortak bildiri/basın açıklaması yayınlayan, kerameti kendinden menkul, ama tüm Alevileri temsil iddiasında olan sözde “çatı örgütleri”nin iki bildirisini okumak, yukarıda dikkatini çektiğim “zehirlenmiş atmosfer” olgusunu anlamaya yetecektir.
Fikren ayrı düştükleri herkese hakaret, iftira ve küfürle yaklaşan bu “çatıcılar”, bayramdan önce Hacıbektaş belediyesinin davetiyle aynı masada oturdukları bir başka Alevi kurumunun yöneticisini “faşist” olmakla suçlamışlar!
Marksist terminolojide “faşist” emperyalizmin en azgın ve şiddet kullanan güçleridir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, 3. Komünist Enternasyonal Genel Sekreteri Georgi Dimitrov tarafından yapılan bu tanım, halen de sosyalist kesimler tarafından kabul edilmektedir.
Kendilerini “sosyalist” tanımlayan ve aslında birleşmesi ve birlikte mücadele vermesi gereken diğer kurum yöneticisine “faşist” diyen o meczubun bu sosyalist tanımlamayı bildiğini sanmıyorum.
Onların sosyalistlikleri de “hikâyeden” sosyalistliktir, çünkü!
“İlericilik, çağdaşlık, demokratlık, sosyalistlik vb” Alevilerin içerisine sızmış bu inkârcılerın şehvetle istismar etmeye doyamadıkları ve getirdiği rantı da iştahla yedikleri ve ne yazık ki, toplumun bir kesiminde de karşılığını bulan meta-değerlerdir.
Gerçekten sosyalist olsalardı, bizzat ABD Başkanı’nın kendi ağzından “kara gücümüz” diyerek açıkladığı terör örgütü PKK’nın Ortadoğu’da emperyalizmin militarist şiddet gücü olarak faşist tanımını sonuna kadar hak ettiğini bilirlerdi!
Yine Amerikan emperyalistlerinin küresel düşünce dünyasına müdahale olarak ortaya attıkları “post-modernizm”in kavramların kirletilmesi ve içeriğinden boşaltılmasına örgütlü olarak hizmet edenlerin de faşist tanımlamasını sonuna kadar hak ettiklerini bilirlerdi.
Heyhat!
Sadece cahil değiller!
Kalemlerinden kan damlayan bu “çatı çırakları” söylediklerinin arkasında dursalar, hiç değilse neyi konuşacağımızın çerçevesi az çok belli olur.
Ama, riyakârlıkta o kadar ileri gitmişler ki, bir anda bildirilerinde Cumhur İttifakı’nın bileşenlerine ağza alınmayacak hakaretleri sayarken, aynı anda ve yine aynı Cumhur İttifakı’nın bakanlarının, belediyelerinin ve diğer kuruluşlarının sağladığı imkânlardan nasiplenmek için çılgınca yarış içerisindeler!
İşte, gariban ve samimi Alevi Bektaşilerin atmosferini zehirleyen küfür, saygısızlık, hoşgörüsüzlük, nefret ve kindarlık, aşiretçilik, haram para, irtikap, liyâkatsızlık ve daha ne varsa, hepsi Alevi Bektaşi toplumuna “sözde” önderlik etme iddiasında bulunan çevrelerden taşan kirdir, çöptür.
Tam anlamıyla, “filler tepişirken, çimenler eziliyor”, durumu!
Birileri daha zengin olsun diye;
Birileri kendilerine, aile yakınlarına, çocuklarına “istikbâl” yaratsınlar diye;
Alevi Bektaşi toplumu hem acımasızca sömürülüyor, hem de ana ilkelerini Hacı Bektaş Velî’nin koyduğu temel değerlerinden uzaklaştırılıyor.
Bizim görevimiz elbette, uyarmak. Kime mi?
“Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” (Nâzım Hikmet)
Yani, uyarım sana, canım kardeşim!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Cihan
06-07-2024 08:46Çok haklı eleştiriler. Iste bu sebepten biz gençler cemevlerine gitmiyoruz-gidemiyoruz, çünkü samimiyetsizlik yüzlerden akıyor, zaten gideni de pek isteyen yok. Ya sistemlerine uygun biatci eleman olursun ya da aykiriysan ne işin var orada! Maalesef, yazık ki asimilasyonun aslı yine içimizde yeşeriyor