İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALEVİLER HZ. ALİ’YE KOPMAZ İPLE BAĞLIDIR!

13 Mart 2024, Çarşamba 09:43

Alevî Bektaşî inanç toplumunda yeniden Hz. Ali düşmanlığı fitnesinin kışkırtılmaya çalışıldığı görülüyor.

Birkaç yıl önce, Alevî Bektaşî Yolu’nu bozmaya ve asimile etmeye yeminli “Avrupa plakalı” inkârcıların Hz. Ali hakkında söyledikleri yalanları bir bir teşhir edince, 180 derece dönüş yapmışlardı.

Hatta, AABK başkanı olan “zat”, kendilerinin Alevî Bektaşîler içerisinde Ali’siz Alevilik yaymaya kalkışmalarını, “Tayyip Erdoğan’ın ortaya attığı iftira”, Aleviler içerisinde kendilerine bu yönde eleştiri yöneltenleri de “Erdoğan’ın adamları” diye damgalamıştı!

Ancak, her gün bir yenisini uydurdukları yalanlarını ifşa etmemizin onları zor durumda bıraktığını ve “taktik geri çekilme” yöntemine başvurduklarını elbette, tahmin edebiliyorduk!

Sosyal medyada birkaç Hz. Ali arka fonlu resimler yayınlayınca, toplumu kandırabileceklerini ve “devran”larının süreceğini hesaplayan güçler, Alevî Bektaşî toplumunun birlik ve dirliğe yönelmesinden rahatsız olmalılar ki, Hz. Ali düşmanlığını yeniden alevlendirmek ihtiyacı hissettiler.

Esasen, bir ay kadar önce, kullandıkları tetikçi sitede Fesli Kadir’in müridi bir meczup profesörün “Aleviler Hristiyan azınlık olan Pavlikanların (Aziz Paulus taraftarı bir Hristiyan mezhebi) İslam içine girmiş kripto artıklarıdır” mealindeki makalesini yayınlayarak, hem Alevî Bektaşî düşmanlıklarını ve hem de “kripto Alevi” olarak hangi merkezlerin emirlerini yerine getirdiklerini ifşa etmiş oldular.

Fesli Kadir’in müridi meczup profesörün makalesinin tetikçi sitede yayınlanması, bu çevreleri kimlerin yönettiği konusunda elimize ciddi ve somut bir bilgi ulaştırmış oldu.

Gerçekten de, uzun süredir tahminlere ve bazı bulgulara dayanarak formüle ettiğimiz, “Alevî Bektaşîler içerisinde ikilik yaratan, birliği önleyen, toplumu bölen dayanaksız ve uydurma iddialar yayan kesimlerin Sünni mezhepçi bazı odaklar tarafından kullanıldığı” tezimizin doğruluğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Alevî Bektaşî inancına bağlı tüm yurttaşlarımız bilmeli ki, içimizde bu türden tartışmaları körükleyenlerin bizlerin birliği ve dirliği kaygısı yoktur ve hiç olmamıştır. Bu kesimler, tam tersine, bizim birliğimizin ve dirliğimizin yeminli düşmanları tarafından devşirilmiş elemanlardır.

ALEVÎ BEKTAŞÎLER NEDEN HEDEFTE?

Bilinir ki, Alevî Bektaşîler barış içinde bir arada yaşamayı ilke edinmiş, dini misyonerliği reddeden ve bu yüzden de din ve mezhep çatışmalarının dışında kalmış, Allah’a sevgi ile ulaşılacağına inanan Müslüman bir inanç topluluğudur.

Ancak, daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi, Muaviye ve oğlu Yezid’in İslâm içerisine soktuğu “fitne”nin neden olduğu ayrışma, dini halk üzerinde egemenlik ve sömürü düzeni kurup sürdürmenin “ideolojisi” haline getirdi. Dolayısıyla, tarihsel gelişme içerisinde bir yanda Hz. Peygamber’in tebliğine bağlı bir “halk İslâm’ı” ve bir de buna tamamen zıt “egemenlerin İslâm’ı” ortaya çıktı.

İşte, bugünkü olayları anlayabilmemiz için İslâm içerisindeki bu iki “akım”ı doğru anlayabilmek durumundayız.

Alevî Bektaşîlerin inançlarının manipüle edilerek birliğinin ve kimliğinin bozulmasının hedeflenmesi, doğrudan, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine büyük katkı vermesi potansiyeli olan “halk İslâm’ı”nın galebe çalmasını önlemek siyaseti ile ilgilidir.

HALK İSLÂMI NEDİR?

Muaviye’nin şiddet yoluyla Müslüman kitleleri baskı altına alması ve egemenliğini sürdürmek için din adamlarından uydurma fetvalar alarak sahte meşruiyet yaratması “egemenlerin İslâm’ı”nı ortaya çıkardı.

Bunun karşısında ise, Hz. Muhammed’in tebliğine sahip çıkan Ehl-i Beyt evlatlarının sürdürdüğü din ise, “halk İslâm’ı” oldu.

Bilinçli bir şekilde gözden kaç(ırıl)sa da, Müslüman dünyanın ezici çoğunluğu “halk İslâm’ı” tarafında durmaktadır.

Uygurlardan Balkanlara, Kuzey Afrika’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar Türkler de her zaman “halk İslâm’ı”nı benimsemiştir.

Daha yaklaşık bin yıl önce, Horasan Erenleri’nin pîri Koca Ahmet Yesevî Divan-ı Hikmet eserinde tarafını şöyle ifade etmişti:

Sıfat kalsam Ali şîr-i Hüdâ’dur,

Ki şemşîr birle kâfiri kıradur.

Ali İslâm üçün kanlar yutadur,

Ki İslâm tuğını muhkem tutadur.

Horasan Erenleri’nin Anadolu’daki sesi Yunus Emre de 200 sene sonra Yesevî’nin izinden giderek;

Ali almış sancağını eline

Çekilip giderler mahşer yerine

Hasan’ı Hüseyn’i almış yanına

Ah ümmetim deyu ağlar Muhammed

dizeleri ile, egemenlerinkinden farklı bir İslâm’dan haber verir.

Yunus Emre’den 300 yıl sonra yaşayan Niyazi Mısrî için de yer aldığı taraf tartışmaya yer vermeyecek netliktedir:

Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıyâ,

Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ,

İkisidir aslı nesli cümle âl-i Mustafâ,

Ben anın âl’ine evlâdına kurbân olayım.

Esasen, bu noktada “bizim Ali/Arabın Ali’si” safsatasına da değinmek gerekiyor.

Şâh-ı Velâyet”, “Sultân’ül-Evliyâ, “Haydar-ı Kerrâr”, “Şâh-ı Merdân” gibi sıfatlarla anılan Ali, şüpheye yer vermeyecek şekilde, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in amca oğlu, eşi Hatice ile birlikte tevhidi ilk kabul eden Ali’dir.

Alevî Bektaşî inancının ve bu inancın yarattığı edebiyat, resim ve sair sanat eserlerinin içerisinde bu hakikatten kuşku duymamıza neden olabilecek tek bir örnek dahi yoktur.

HACI BEKTAŞ VELÎ’DE HAZRETİ ALİ

Kerbelâ şehidi İmam Hüseyin’in Türk olduğu kabul edilen eşi Şehrbânû’dan M.S. 659 yılında olma oğlu Zeynelâbidîn’in (Ali Asker) oğlu Zeyd’in öldürülmesi üzerine Horasan’a “akrabalarının yanına” sığınan oğlu Yahya önce Nişabur’da, sonra da Belh şehrinde üç yıl boyunca saklanmıştı.

Yahya’nın bölgedeki faaliyetlerini engellemek üzere Emevilerin Horasan Valisi Nasr bin Seyyar tarafından üzerine gönderilen 8 bin kişilik ordu tarafından Cûzcân civarında M.S. 743 yılında katledilmesi, Horasan’da Ehl-i Beyt taraftarlarının daha da çoğalmasına neden olmuştu.

Şehitler Şahı İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da, torununun oğlu Yahya’nın ise Horasan’da katledilmesi Türkler arasında Emevi düşmanlığının yayılmasını sağlarken, Ehl-i Beyt evlatlarına da sınırsız bir sevginin oluşmasına ve taraftarlığına yol açtı.

Ebu Müslim Horasanî’nin Horasan’da topladığı çoğunluğu Türklerden oluşan askerlerle 750 yılında Emevi saltanatına son verebilmiş olması da, bölgede Ehl-i Beyt taraftarlığının etkisini gösteren bir başka olgudur.

Kezâ, M.S. 818 yılında Horasan diyârında şehit edilen İmam Rıza’nın da, “akrabalarının yanına” geldiğini ifade etmesi, Horasan’da yerleşik Türk toplulukların Ehl-i Beyt sevgisi ve taraftarlığının göstergesidir.

Sonraki süreçte Orta Asya’da meydana getirilen Türk edebiyatının en temel eserleri olan Dedem Korkut destanında, Kaşgarlı Mahmut’ın hazırladığı Divanu Lügatit Türk’de, Yusuf Has Hacib’in hazırladığı Kutadgu Bilig’de ve daha pek çok destan ve manzum eserlerde Ehl-i Beyt sevgisinin işlenmesi 1166 yılında Hakk’a yürüyen Koca Ahmet Yesevî’nin ve 1209’da doğan Hacı Bektaş Velî’nin inanç dünyasını da belirlemişti.

Üstelik, Hacı Bektaş Velî, daha sonraki süreçte ortaya çıkan Alevî Bektaşî ocaklarının başında bulunan “dede”lerin kahir ekseriyeti gibi, soyunu 7. İmam Musa Kâzım’a dayandırıyordu.

Vilâyetnâme’de bu durum Hacı Bektaş Velî’nin kendi ağzından şöyle aktarılıyor:

Horasan erenlerindenim. Aslım Muhammed soyundan; Türkistan’dan geliyorum; İbrahîm al-Sânî, diye tanınan Seyyid Muhammedin oğluyum. Seyyid Muhammed, Mûsâ el-Sânî’nin, o, İbrahim Mucâb oğludur, onun babası da İmam Musa el-Kazım’dır. Mürşidim doksan dokuz bin Türkistan Pirlerinin ulusu Sultan Koca Ahmet Yesevî’dir. Meşrebim, Muhammed Ali’dendir, nasibim Tanrı’dan.

Yine, Vilâyetnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nin kendisi için “Ben Kevser sâkisi, âlemlerin Rabbi Tanrı’nın arslanı, vilâyet padişahı, mü’minler emîri Hazreti Ali’nin sırrıyım” ifadelerini kullanması, Alevî Bektaşî Yolu’nun kurucusu Hacı Bektaş Velî’nin İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in amcaoğlu İmam Ali ile bağlantısını açıkça ortaya koyuyor.

Tüm bu bilgileri birlikte ele aldığımızda görüyoruz ki, Hz. Ali ile Alevî Bektaşîi inancı arasında kopmaz ve şüphe duyulamayacak bir bağ vardır.

Bu durumda, Alevî Bektaşî inançlılar arasında Hz. Ali hakkında gıybet ve hakaret yayanların özünde Alevi Bektaşi olmadıkları ve bu toplumu dağıtmak, yok etmek üzere görevlendirilmiş kimseler oldukları da anlaşılıyor.

İçimizde fitne çıkarmak için iftira, yalan ve hakaretlerle kışkırtmalar yapan bu gibi kimselere hoş görü göstermek, kendi yolumuza ihanet etmek, kendi varlığımıza düşmanlık yapmak anlamına gelir.

Özellikle de, yolumuzun pirleri ve mürşitlerinin bu konuda son derece hassas davranmalarını talep etmek hakkımızdır, diye düşünüyorum.

Son söz: Ali’ye düşman olanlar, Alevî Bektaşîlere de düşmandır ve İslâm’a da düşmandır. Ama, Alevî Bektaşîler Hz. Ali’ye kopmaz iple bağlıdır!

Yorumlar

  • yorum avatar
    Hayrettin Altuncevahir
    13-03-2024 10:41

    Can yazdiklarini zevkla okuyorum .kalemine saglik. Alinin dusmanligini yapanlar alevilik masekesine girmis hizir pasalardir.iziniz olursa sayfamızda yazilarinizi paylasalim

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum