İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ABBASİ HALİFESİNİN DÖRT MEZHEP KARARI NE OLACAK?

05 Şubat 2024, Pazartesi 15:33

Dünya’daki ülkelere baktığımızda iç çatışmaların, yoksulluğun, geri kalmışlığın yaşandığı bölgelerin büyük çoğunluğunun İslam coğrafyası içinde olduğunu görürüz.

Bunun nedeni nedir?

İslam dini, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edileli aradan bin dört yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, fikir ayrılıklarını neden çözemiyor?

Ya da fikir ayrılıklarını zenginlik kabul edip neden barış içinde yaşayamıyor?

Din adamları bu soruna neden çözüm üretemiyorlar?

Hıristiyan ülkeleri bu sorunu çözeli yıllar olmasına rağmen, İslam ülkeleri enerjilerini neden hala iç çatışmalara harcıyorlar?

Bu makalemizde bu sorulara cevaplar bulmaya çalışacağız.

Öncelikle şunu hemen belirtmemiz gerekiyor. İslam dini meşru savunma dışında insan öldürmeyi ve dini silah zoruyla kabul ettirmeyi yasaklamıştır.

Din üzerinden insanlara yanlış bilgi verilmekte ve düşmanlıklar kışkırtılmaktadır. Araştırma yapmak isteyenlere İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’in şu ayetlerini okumalarını öneriyorum:

-Furkan suresi 68. Ayet.

-Enam suresi 151. Ayeti.

-Bakara suresi 190 ve 256. Ayetleri.

-Maide suresi 32. Ayet.

-Gaşiye suresi 21-22. Ayetleri.

-Şura suresi 48. Ayet.

-İsra Suresi 54. Ayet.

Ayetler okunduğunda görülecektir ki; meşru savunma dışında adam öldürmek, kendisine savaş açılmadığı müddetçe başka bir ülkeye saldırmak, dinin tebliği dışında, dinin silahla kabul ettirilmesi yasaklanmıştır.

O halde, Şii-Sünni çatışmalarının gerekçesi ve El KAİDE, İŞİD, BOKO HARAM gibi örgütlerin “İslam” adına cinayet işlemelerinin kaynağı nereden geliyor?

Birinci sorudan başlayalım: Şii-Sünni çatışmasının kaynağı yaklaşık bin yıl önce Miladi takvime göre 1029 yılında Abbasi halifesi Kadir Billah’ın zorla aldığı bir karara dayanmaktadır.

O karar da şudur; Dört mezhep dışındaki İslami yorumların “sapkın” ve “din dışı” kabul edilmesidir.

Bazılarının “Hak Mezhepler” dediği bu dört mezhep şunlardı; Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik ve Malikilik’ti. Aslında “hak mezhep” diye bir şeyin olmadığı, olayın Abbasi halifesinin almış olduğu bir karara dayanmasıdır.

Kabul edilen dört yorum dışında kalanlar yasaklanmış ve mensuplarına idamlara varan cezalar uygulanmıştır.

Dört mezhebe ismi verilen ekol sahipleri olan Ebu Hanife, İmam Şafii, Ahmet Bin Hanbel ve İmam Maliki kararın alındığı tarihte hayat da değillerdi.

Abbasi Halifesi bu ekol sahiplerinin temsilcilerinin desteğini almak için bu adlandırmaları yapmıştı. Almış olduğu karara da ekol temsilcilerinin imzalarını silah zoruyla almıştı.

Yasaklanan ve haklarında ceza uygulanan mezhepler arasında Şiilik de bulunuyordu.

O halde, bu sorunu çözmenin yolu nedir?

Abbasi halifesinin almış olduğu kararın yok sayılmasıdır. Yani bir kralın, bir padişahın, bir halifenin almış olduğu kararı kaldırmak bu kadar zor mu?

Halife haşa Allah’ın vekili mi?

Bir insanın inancına müdahale etme yetkisini nereden alıyor?

Kur’an bu yetkiyi Allah’ın Resulüne dahi vermezken, bir halife bu yetkiyi nereden alıyor?

Ayrıca, Abbasi halifesinin almış olduğu bu kararın İslam dini ile de hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Karar tamamen siyasi olup, kendi hanedanlığının devamı için alınmıştır.

Yapılması gereken şudur: İslam ülkelerinin Diyanet İşleri başkanları ya kendi bünyeleri içinde ya da ilahiyatçılar arasında kurullar oluşturup bu sorunu çözmesidir.

Bu kurullar, kamuoylarını konu hakkında bilgilendirmeli ve bunun böyle yapılmasının gerekliliğini anlatmalıdır. Böylece, bir barış ve hoş görü ortamı sağlanmalıdır.

Bu arada Şiilik mezhebi temsilcilerinin de Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman hakkında hakarete varan söz ve davranışlardan vaz geçmesi sağlanmalıdır.

Karşılıklı bu iletişimden sonra, Şii-Sünni çatışmalarının hemen olmasa da zaman içinde önleneceği kanaatindeyim.

Gelelim ikinci soruya.

El KAİDE, İŞİD, BOKO HARAM gibi örgütlerin eylemlerine karşı yapılacak mücadele iki açıdan ele alınmalıdır.

Birinci açı, bütün İslam ülkelerinin bu örgütlere karşı ortak fikir mücadelesi yürütmesidir. Bu örgütlerin savunduğu fikirlerin ve eylemlerinin İslam dini ile ilgisinin bulunmadığının halka anlatılmasıdır. Bu eylemlerde ısrar edenlerin “kışkırtıcı” ve “provokatör” ilan edileceklerinin açıklanmasıdır. Bu yapılırken akademik kavramlar ve çok ağdalı bir dil kullanılmamalıdır. Çok basit ve halkın anlayacağı bir dil olmalıdır. Buradaki amaç örgütlerin eleman kazanma sahasını daraltmaktır.

İkincisi: Bu örgütlerin arka planında yer alan devletlerin mali ve siyasi desteğinin kesilmesidir.

Diyeceksiniz ki; bu o kadar kolay mı? Elbette kolay değil, ancak etkileri sınırlandırılabilir.

Ya da ülkelerin birbirine karşı kullandıkları yöntemleri ortadan kaldırarak, aralarındaki sorunları görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturma ilkesi öne alınmalıdır.

Yukarıda İslam ülkelerinin sorunlarını ve iç çatışmalarını kısaca ele aldık. Bazı çözüm önerilerinde bulunduk.

Peki, İslam ülkeleri içinde bu sorunların giderilmesinde hangi ülke liderlik yapabilir?

İslam ülkelerine baktığımızda bu sorunların çözümüne katkıda bulanabilecek ülke olarak Türkiye öne çıkmaktadır.

Diğer ülkelere haksızlık etmeyelim ama, en gelişmiş, en modern ülke olarak bu görevi ancak Türkiye üstlenebilir. Liderlik için, alt yapısı en müsait olan ülke de Türkiye’dir.

Ama, önce kendi içimizdeki birlik ve beraberliği sağlamamız gerekir. Bunun için de bütün inançlara saygıyı ve hoşgörüyü hakim kılmalıyız.

Bunu yaptığımızda, diğer sorunları çözmemiz ve İslam coğrafyasına liderlik yapmamız da kolaylaşacaktır.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum