İstanbul
22 Ekim, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

7. YÜZYILDAKİ ŞERİAT HÜKÜMLERİ BUGÜN GEÇERLİ OLUR MU?

01 Şubat 2024, Perşembe 08:53

İslam dinini çıkarları için kendilerine maske yapanlar din ile İslam Şeriatı (hukuk) hükümlerini aynılaştırarak bin dört yüzyıl önceki örfleri, adetleri ve gelenekleri topluma "Din" olarak sunmaktadırlar. Ve buradan nemalanmaya devam etmektedirler. Bu yapılar hem tutucu, hem bölücü, hem de ırkçı bir oluşum içindeler. Bu nedenle konu ülkemizin geleceği açısından çok önemlidir. 

Din; iman, itikat ve ibadetleri kapsar. Bu din tüccarları aslında Şeriat hükümlerinin din olmadığını, kanunların, örflerin, gelenek ve göreneklerin zamana ve toplumların düzenine göre değiştiğini bilmektedirler. Zira bunun böyle olduğunu İslam dinini en iyi yorumlayan Ebu Hanife'den (İMAM-I AZAM) okumuş olmamaları mümkün değildir.

Gerek Selçuklu gerek Osmanlı hanedanları kurdukları devletlere resmi mezhep olarak "HANEFİLİĞİ" seçmişlerdir.  Bu mezhebin İmamı olan Ebu Hanife, eserlerinde dini oluşturan iman ve ibadetlerin değişmeyeceğini, ancak şeriat hükümlerinin değişebileceğini yazmıştır.

İşte din tacirleri Ebu Hanife'nin bu görüşlerini gizleyerek, SUUD'ların mezhebi olan Vahabiliğin şekilci, tutucu ve bağnaz yorumunu kendilerine rehber edinmişlerdir. Bu görüşü savunanların Suudi Arabistan Krallığının sağladığı mali kaynaklardan yararlandıkları da herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bunlar aynı zamanda "dindar" görüntüsü altında siyasi alanda da kendilerine yer edinebilmektedirler.

Tarihsel bir gerçek olarak şunu da hemen belirtmeliyiz ki; İngilizler VAHABİ mezhebini 18. yüzyılda Hicaz’da kurup, bölgede etkin olan Osmanlı hakimiyetini yıkmak için kullanmışlardır. Zira, SUUD kabilesi Osmanlı'ya karşı ayaklanan aşiretlerin başını çekiyordu.

İngilizlerin birinci dünya savaşı sonunda Hicaz (Arabistan) bölgesinde kurdukları devletin yönetimine SUUD kabilesini getirmeleri ve kurdukları devlete Suudi Arabistan demeleri de buradan gelmektedir.

Yine aynı şekilde radikal aşırı "DİNCİ-SELEFİ" EL-KAİDE, İŞİD gibi örgütlerin gerek ideolojik gerek mali kaynaklarının Suudi Arabistan tarafından sağlanması da ABD-İNGİLTERE desteklidir.

Emperyalistlerin İslam coğrafyasındaki üç yüz yıl önceki planları devam etmektedir. Amaçları İslam ülkelerinin gelişmelerini engelleyerek, onları dar bir çembere hapsetmek ve doğal kaynaklar üzerindeki hakimiyetlerini devam ettirmektir. Bu nedenle konu gerek devletin gerek toplumun güvenliği açısından önem taşımaktadır. Şimdiden bu tür örgütlenmelere karşı gerekli önlemlerin alınmasında yarar bulunmaktadır.

Konumuzu kısaca özetledikten sonra, 7. Yüzyıldaki Şeriat hükümleri bugün, yani 21. yüzyılda geçerli olabilir mi?

Bu soruyu 7. Yüzyıldaki İslam Şeriatında yer alan bazı hükümleri ele alarak cevaplamaya çalışalım:

1-ZİNA EDEN EVLİ KADIN VE ERKEĞİN TAŞLANARAK (RECM) ÖLDÜRÜLMESİ:

7. yüzyılda İslam şeriatında yer alan bu hüküm bugünkü toplumda geçerli olabilir mi? Elbette ki mümkün değildir.

Bunun mümkün olduğunu savunanların özel yaşamları araştırıldığında şeriat hükümlerine uymadıkları, "dindar" maskesi altında çok lüks ve sefahat içinde yaşadıkları da görülecektir.

Eğer gerçekten şeriat hükümlerini kabul etmiş olsalardı işledikleri suçlardan dolayı büyük bir kısmının birçok uzuvlarını, yani kol ve bacaklarını kaybetmeleri kaçınılmaz olurdu. Hatta bir kısmının işledikleri suçlardan dolayı idama mahkum edilmekten kurtulamayacakları da aşikardır.

Yok eğer tersini savunuyorlar ise, onlara şu soruyu soralım:

--İşlediğiniz suçlardan dolayı inandığınız ve savunduğunuz şeriat hükümlerine göre yargılanmayı kabul ediyor musunuz?

Sizi temin ederim ki; hiç birisi bunu kabul etmeyecektir. Zira bu hükümler doğrultusunda yargılandıkları taktirde; birçoğu yaşama şanslarının bile tehlikeye gireceğini çok iyi bilmektedirler.

Dolayısıyla şeriat hükümlerini savunanlar takiyye (niyet ve yaptıkları farklı olan) yapmaktadırlar ve iki yüzlü bir siyaset izlemektedirler.

İslam şeriatındaki zina suçunun cezasının ağır olmasının nedeni, o dönemde çok yaygın olan fuhuşu önlemek amacını taşıyordu. Zira aile yaşamı ve ahlaki kurallar aşırı derecede yozlaşmıştı. Amaç ağır cezalar uygulayarak aileyi korumak ve ahlaki değerleri yeniden inşa etmekti.

Bugün böyle bir cezanın uygulanması söz konusu olamaz. 

2- BİRDEN FAZLA KADINLA EVLENMEK:

İslam şeriatına göre bir erkek dört kadınla evlenebilir. Peki bu hükmün bugünkü toplumda uygulanma şansı var mı? Elbette ki uygulama şansı yoktur.

En başta da şeriat hükümlerini savunan erkeklerin eşleri buna müsaade etmezler. İslam şeriatının bu hükmünün uygulandığı dönemde bütün dünyada köleci toplum düzeni hakimdi.

Yani hem erkekler hem de kadınlar para ile alınıp-satılıyordu.  Bir erkek sayısız kadınla evlenebiliyordu. İslam şeriatı bunu dört kadınla sınırlamıştı.

Yirmi birinci yüzyılda köleci bir düzene ait bir hükmü bin dört yüz yıl sonra kapitalizmin hakim olduğu bir topluma uyarlayabilir misiniz? Köleliğin kalktığı, kadın ve erkeğin eşit haklara kavuştuğu bir dünyada bunu uygulama imkanı var mıdır?

Vardır diyenlere, en başta eşleri karşı çıkıp o erkekleri kovalayacaklarından eminim.

3- HIRSIZIN ELİNİN KESİLMESİ:

Yine İslam şeriatına göre, yedinci yüzyılda hırsızlık yapanların elleri kesiliyordu. Bu cezanın amacı o dönem çok yaygın olan talan, yağma ve hırsızlık olaylarını önleme amacını taşıyordu.

Diğer taraftan da özel mülkiyetin dokunulmazlığını sağlamak ve insanları çalışıp üretmeye teşvik amacını taşıyordu. Peki bu uygulamayı bugünkü toplum düzeni kaldırır mı? Elbette ki kaldırmaz.

Bu uygulama toplumlarda travmalara neden olacağı gibi, insan haklarına ve uluslararası hukuk kurallarına da aykırı olacaktır. Hırsızlık bugün de yasak olup, cezalandırılmaktadır.

Ancak kol kesme cezası çok ağır bir hüküm olup, bugünkü dünya düzeninde uygulanma şansı bulunmamaktadır.

4- FAİZİN HARAM KILINMASI:

Yedinci yüzyıldaki faiz ile bugünkü kapitalist düzende bulunan yasal faizi birbirinden ayırmak gerekir. Zira İslam şeriatının uygulandığı dönemde uygulanan faiz değil, tefeciliktir.

Tefecilik günümüzde de yasaklanmış ve suç sayılmıştır. Yedinci yüzyılda, tefecilerin uyguladıkları faiz oranları anapara veya ana malın iki-üç mislini buluyordu. Bu nedenle borçlu olan köylülerin ve küçük esnafların bu yüksek faizden kaynaklanan borçlarını ödemesi imkansız hale geliyordu.

Tefeciler borcunu ödeyemeyen esnaf ve köylülerin hem mallarına hem kadınlarına hem kızlarına el koyabiliyorlardı. Hatta borçlu kişiyi bile köle olarak alıp, satabiliyorlardı. İşte İslam Şeriatı bunu yasaklıyordu. Yani bugün gerek devlet gerek özel bankaların kanunlar çerçevesinde uyguladıkları faizler devletin denetiminde olup, ekonomiye katkı yapmakta ve sermaye olarak kullanılmaktadır. Yani yedinci yüzyıldaki tefecilikten farklıdır.

O dönemde uygulanan yüksek faizler küçük esnafı ve köylüyü üretimden koparırken, bugün yasal olarak alınan faiz, üretimi teşvik etmeye ve artırmaya yöneliktir. Dolayısıyla aralarında çok fark vardır. SAHİH-İ BUHARİ’NİN MUHTASARI TECRİD-İ SARİH TERCEMESİ VE ŞERHİ adlı eserinde yer alan 7. Yıldaki faizi-tefeciliği anlatan bilgileri verdiğimizde konumuz daha net anlaşılacaktır. Buhari şu bilgileri vermektedir:

"...Kureyş eşrafının her biri birer BANKERDİ”

“...Ribacılık (Tefecilik) yüksek tabakanın yegane kazanç yolu idi."

“…Kureyş tefecilerine yakalanan birisinin buradan kurtulması bir tesadüfe bağlıydı.”

Bu örnekler 7. Yüzyıldaki faizi-tefeciliği kısaca özetlemektedir.

Burada faizsiz bankacılık yaptıklarını iddia edenlere de birkaç söz söylemekte yarar görüyorum. Evet bunlar görünürde faiz almıyorlar ama, "KAR PAYI" olarak aldıkları farklar nedir? Bu faiz değil midir?

Sözde fatura miktarı üzerinde kar aldıklarını iddia ediyorlar. Bu tam anlamıyla iki yüzlülüktür. Bu bal gibi faizdir. Zaten fark almamaları da mümkün değildir. Zira masraflarını, çalışanların maaşlarını, kiralarını ne ile ödeyecekler?

Zarar üzerine kurulu bir işletme ayakta kalabilir mi? Bunlar tamamen insanların dini duygularını istismar etmekten başka bir şey değildir. 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslam Şeriat hükümleri değişmez değildir. Buna Yahudi şeriatı ve Hristiyan şeriatı da dahildir. Değişmeyen iman, itikat ve inançlardır. Dini oluşturan unsurlar da bunlardır.

Hz. Muhammed de kendisine getirilen davalarda değişen şartlara göre kararlar vermiştir. Kur'an'ı Kerim'de içki ile ilgili ayetler de buna örnektir. Mekke döneminde nazil olunan NAHL suresinde içki yasaklanmazken, Medine döneminde indiği belirtilen MAİDE suresinde haram edilmiştir. Bu ayetler de Mekke ve Medine'de şartların değiştiğini göstermektedir. Dinlerin amacı toplumları ileriye götürmektir.

Aksini savunmak, İslam dininin evrenselliğini reddetmek, yedinci yüzyılla sabitlemek olur. Bu da dinin amaçlarına ters düşer. Bu nedenle, din adamlarının bugünkü görevi toplumu aydınlatmak ve daha ileriye götürmek olmalıdır. Herhangi bir partiye ya da iktidara payanda olmak değildir. 

Yani, din adamları dinin esası ve özü olan adaletten, hukuktan, insan haklarından ve özgürlüklerden yana olmalıdır. 

Sonuç olarak; bugünkü modern çağda hukuk kurallarının çok kısa sürelerde eskidiği bir dünyada yüzlerce yıl önceki hükümleri savunmak, “dünyanın dönüş hızını keseceğim” demekle aynı eş değere sahiptir. Bunu savunanlar belki toplumları kısa süreliğine meşgul etseler de eninde sonunda kurdukları barikatlarla birlikte yıkılıp gideceklerdir.

Zira İslam şeriatı da bu barikatları yıkarak gelmişti. Medeniyetler geriye değil, ileriye doğru gidilerek kurulmuştur.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum