İstanbul
07 Temmuz, 2024, Pazar
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

Ulusoy: Hepsi bizi kendilerine benzetmeye çalışıyor!


Ulusoy: Hepsi bizi kendilerine benzetmeye çalışıyor!
Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini görevini Sefa Ulusoy ile birlikte yürüten Veliyettin Hürrem Ulusoy ”Alevilik en tehlikeli dönemini yaşıyor”, dedi.

Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini görevini Sefa Ulusoy ile birlikte yürüten Veliyettin Hürrem Ulusoy, günümüzde Aleviliğin karşılaştığı sorunlara ilişkin açıklamada bulundu.

Alevi inanç toplumunun taklitçilik yaptığını belirten Ulusoy, Alevilere ”esastan uzaklaşıp şekilciliğe doğru hızla bir gidiş var” uyarısında bulundu.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Gülen Cemaati, İran ve Avrupa’da Katolik kilisesinin Alevileri asimile etmekle ilgili planları olduğunu belirten Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Ulusoy, ”Bunların hepsi bizi kendilerine benzetmeye çalışıyor”, dedi.

Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy’un açıklamasında ilgili bölüm şöyle:

Alevilik en tehlikeli dönemini yaşıyor. Çünkü birincisi bugün biz inancımızı uyguluyoruz dersek yanlış olur, aslında biz taklitçilik yapıyoruz. Giderek esastan uzaklaştık, şekilciliğe doğru hızla bir gidiş var. Bu bizim için çok büyük bir tehlike. İkincisi, birtakım kişiler bizi asimile etmek istiyor. Diyanet başta geliyor, sonra Gülen cemaati, İran, Avrupa’da Katolik kilisesi. Bunların hepsi bizi kendilerine benzetmeye çalışıyor.

* * *

Milliyet Gazetesi’nden Devrim Sevimay’ın 2009 yılında Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy’la yaptığı “Muharrem sohbeti”ni önemine ve güncelliğine binaen kısmen kısaltarak yeniden yayınlıyoruz.

– Ehlibeyt’i nasıl anlatırsınız?

Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin… Ehl-i Beyt deyince bu çekirdek beş kişiyi ve onlardan gelenleri anlarız. Zaten kelime anlamı “ev halkı” demek. Peygamberimiz vedasında “Sizlere Kuranı ve bir de Ehl-i Beytimi emanet ediyorum” der. Ehl-i Beyt Alevi Bektaşiler için çok önemlidir. Ehl-i Beytsiz bir Alevilik olmaz.

– “Yol”dan ne anlamalıyız?

Tarik-i nazenin” denir; yani herkesin nefsine hakim olamayacağı, zor, nazik bir yol manasında kullanılır. Dolayısıyla “yol” da tarikat demektir. Allah’a ulaşmanın şeklidir. Hacı Bektaş Veli bunu şöyle ifade eder: “Dört kapı, kırk makam.” Yani dört kapıdan, kırk makamdan geçeceksin, Allah’a ancak ondan sonra ulaşırsın, demek.

– Bu “yol” İslam içi midir, İslam dışı mı?

Bu çok saçma bir tartışma konusudur, çünkü biz “on iki imamları” andığımızda onlar kimdir? Peygamber kimdir? Hacı Bektaş Veli kimdir? Bunların hepsi İslam. O halde kimse Alevilik İslam’ın dışında diyemez. Bunu dediğiniz zaman siz Alevi Bektaşiliğe sadece dışarıdan bakmışsınız demektir. Bugün Alevilerin yüzde 99.9’u da İslam’ın içinde olduğunu bilir, “Elhamdülillah Müslümanız, Aleviyiz, Bektaşiyiz” derler. “Allah Muhammed Ali” diye bir üçleme vardır.

– Peki “Mezhep” denebilir mi?

Mezhebi biz kabul etmiyoruz, çünkü birincisi Hz. Ali’nin de bir mezhebi yok, Peygamberimizin de bir mezhebi yok, İmam Caferi’nin de yok. İkincisi, mezhep İslam’ın farklı yorumlanmasıdır. Biz ise diyoruz ki “Biz özden ayrılmıyoruz. İslam neyse biz ondan devam ediyoruz.” Bizim kılavuzumuz kim? Hz. Ali ve on iki imamlar, yani peygamberin sülalesi. Demek ki biz hiçbir yola sapmadık. Biz dosdoğru, o yoldayız, ama oysa mezhepler farklı farklı. Deniyor ki “Dört mezhep hak”; eğer gerçekten haksa o zaman birinin yaptığı öbüründe yasak olmaz. Ama mezheplerde birisinde haram olan, diğerinde helal oluyor.

– Nasıl tanımlamak gerekiyor o zaman?

Alevilik, Aleviliktir; Aleviliği tarif etmeye kalktığınızda muhakkak bir yerleri eksik kalır. Aslında zaten inançlar tarif edilmez, ancak yaşanır. Bir inancı ne kadar yaşarsan o kadar alırsın. Ama ille de bir şey diyeceksek, o zaman Alevi Bektaşilik için “İslam’ın Bâtınî tarzda bir yorumudur” diyebiliriz.

 – Hz. Hüseyin mi, Hz. Ali mi? Hangisi daha önce gelir sizin için?

Bunu söylemek bizim haddimize değildir, her ikisi de çok yücedir. Ancak şöyle bir fark vardır: Hz. Ali dediğinizde bizde herkes büyük bir saygı duyar, ama Hz. Hüseyin dediğinizde insanların gözleri dolar. O bir sembol. Tarihte yaşadığımız bütün Kerbelaların sembolü… Çocukluğumuzdan beri hep bu Hüseyin sevgiyle yetişiriz, ama bırakın çocukluğu genlerimize dahi işlemiş bir sevgidir.

– Aleviyle Bektaşi’nin farkı nedir?

Alevilik belli bir dönemden geçmiş, geçerken yıpranmış, erozyona uğruyor. Ta ki Hacı Bektaş Veli dönemine kadar. Hacı Bektaş ne yapıyor? Esastan ayrılmayıp, günün sosyal ekonomik şartlarını da dikkate alarak Bektaşiliği kuruyor. Ama bunun temelinde Alevilik var. O nedenle Alevilikle Bektaşilik birbirinden farklı şeyler değil, tam tersine etle tırnaktır.

– Aksi düşünenler yok mu?

İçimizde “Ben Bektaşiyim, Alevi değilim” diyenler var; onlar daha çok Babagan kolundan çıkar. “Ben Bektaşi değilim, sadece Aleviyim” diyenler de Dedegan kolunun bir kısmından çıkabilir.

– Çelebiler?

Biz Çelebiler Alevilerle Bektaşilerin ayrı olmadığını bilen, sentezcilerizdir. Zaten tarih boyunca aile olarak görevimiz Hz. Ali’yle Hacı Bektaş Veli’nin aslında aynı zatlar olduğunu anlatmaktır.

– Peki Alevi-Şii farkı nedir?

On iki imamcılık dışında hiçbir ortak tarafımız yoktur. Kadın haklarına farklı bakarız. Onlar dört kapıdan şeriat kapısına önem verir, biz ise daha çok tarikat ve hakikat kapılarına. Onlar Muharrem yasında kendilerine acı çektirirler, biz de ise hiçbir canlıya acı çektirmek yoktur.

– Alevi Bektaşi’likle Şamanlığın alâkası ne kadardır?

Semah Şamanizme dayanır. Dilek tutup çalılara iplik bağlamak, eşiklere niyaz etmek Şamanlık’tan gelir. Zaten her inançta bir öncekinin etkisi vardır. Ancak Şamanizm’in de Alevilik üzerindeki etkisi artık teferruatta kalmıştır, bizde öz İslam’dır.

 – Ne demek “bel evladı”?

Hacı Bektaş Veli’yle Kadıncık Ana’nın ve diğer dede ocakların soyundan gelenlere denir.

– Peki “yol evladı” ne demek?

Babagan kolundan gelenler, Hacı Bektaş Veli’nin evlenmediğine inanırlar; “mücerret”, yani evlenmemiş derler. Onlara göre bel evlatları yerine yol evlatları, yani “Yola inananlar” vardır.

– Bu iki “evlatlar” arasında rekabet var mıdır?

Babagan kolu ve Çelebi kolu arasında tarihte bir rekabet oluşmuş, ama bugün böyle bir şey yok.

– Taa 1530’larda mı?

Evet, çıkan köylü isyanı sırasında Hacı Bektaş Veli’nin torunu ve Hacı Bektaş dergahının postnişini olan Kalender Çelebi öldürülüyor. Kanuni hemen Sersem Ali Baba’yı postnişin olarak atıyor. Alevi Bektaşi tarihinde ilk “böl-parçala-yönet” politikası da o zaman başlıyor. Alevi-Bektaşi toplumunun parçalanmasının başlangıcıdır bu tarihtir.

– Kaça parçalanıyorlar?

Üç ana kol oluşuyor: Babagan kolu, yani Sersem Ali Baba’nın postnişin olarak atanmasından sonra başlayan ve “Hacı Bektaş Veli mücerrettir” iddiasında bulunanlar. Dedegan kolu, yani Hacı Bektaş Dergahından uzakta olan ocaklar ya da dergahın kontrolünde olup kendi ocaklarını öne çıkarmak ve bu kontrolden kurtulmak için, “Hacı Bektaş Veli mücerrettir” düşüncesini destekleyenler. Üçüncüsü de kadim olan ve Hacı Bektaş Veli döneminden bugüne kadar gelen Çelebi kolu.

– Babaganlar için “otoriteye daha yakın” denir; doğru mu?

Doğru, amaşu gerçeği de unutmayalım: Babagan kolu okumuş yazmış bir toplumdur. Daha çok Arnavutlar içersinde taraf bulmuştur. Devlette görev yapmış, çok güzel eserler vermişlerdir. Edip Harabi onlardandır.

– Dedeganların en ünlüsü İzzettin Doğan, Çelebilerin en ünlüsü de sizsiniz; Doğan’ı rakip olarak görüyor musunuz?

Rakip olarak görmüyorum, saygı duyduğum bir insandır, ama dedelerin maaş alması gibi birtakım düşüncelerine ortak değilim.

– Babaganların ünlüleri kimler?

Mustafa dedebaba, Teoman dedebaba, Haydar Ercan dedebaba var. Toplumları üzerinde çok etkilidirler. Hepsi de saygı duyduğumuz insanlardır.

– “Baba” diye kime derler?

Baba iki yerde kullanılır. Bizim Çelebi kolunda dedeye vekalet eden kişilere denir. Babagan kolunda ise bir makamdır, yol hizmetlerinde belli bir seviyeye ulaşmış insanlara “dedebaba” tarafından verilen bir sıfattır.

– “Pir” kime denir?

Pir, o yolu kurandır. Bizde tek pir Hacı Bektaş Veli ve Hz. Ali’dir. Fakat bazı yörelerde “Benim pirim bilmem kim, benim mürşidim bilmem kim” diye konuşulur. Bu çok yanlıştır.

– “Mürşit” kimdir?

Benim gibi postnişinlere “mürşit” deniyor, ama bana göre biz sadece o görevi karınca kararınca yürütmeye çalışan insanlarız. Bence mürşit sadece Hz. Ali ve Hacı Bektaş Veli’dir.

– Postnişin?

Belli bir ocağın temsilcisi, yani o ocağın dergahının en üst makamında oturan kişiye denir. Genellikle babadan oğla geçer, ama başka şartları da vardır. En yaşlısı, geçmişi en temiz ve taliplerin en sevdiği kişi olması gerekir. Yani taliplerin kabul etmesi, belki görünmeyen bir seçim diyebiliriz.

– Bir postnişine nasıl hitap etmek gerekir?

Bize “Dede” denmez; “Efendim” ya da “Mürşidim” diyenler var; ama ben mümkün olsa hiçbirini kullanmayı tercih etmiyorum.

 – Hacı Bektaş’ı ziyaret edenler “hacı” mı oluyor?

Hayır, öyle bir sıfat yok, ama haccın küçük bir örneği Hacı Bektaş’ta da vardır. Mesela Çilehane’ye Arafat denilirdi, şimdi unutuldu. Oradaki çeşmenin adı “zemzem suyu”dur. Vilayetname’de geçen “Beştaşlar olayı”ndaki kadı taşlanır Hacı Bektaş’ta da… Ama bunları yapan “hacı”dır, yapmayan değildir, diye de bir şey yoktur.

– “Vilayetname” nedir?

Hacı Bektaş Veli’den sonra yazılmış eseri. Ancak halk Hacı Bektaş Veli’yi normal insan kalıplarına sığdıramamış, ona olağanüstü özellikler yüklemiş. O yüzden içinde çeşitli olaylar ve kerametler vardır.

– Alevi Bektaşiler için bir kutsiyeti var mı?

Var tabii, bizim en önemli kitaplarımızdandır, çünkü ders verici özelliği ağırlıktadır. İçindeki olayların zamana uygun olmadığını biz biliriz, fakat asıl maksadının yolu tarif etmek olduğunu da biliriz. Eğer bu gözle okursanız size yolunuzu çok güzel tarif eder.

– Peki, bu çok okunan bir şey midir Aleviler arasında?

Hem de çok; içindeki hikayeleri seve seve birbirlerine anlatırlar. Çok güzel bir metindir. Mesela Vilayetname’de domuzun da Allah tarafından yaratılmış bir canlı olduğu, onun da bu havadan bu sudan yararlanma hakkı bulunduğu anlatılan bir olay vardır.

 – Gülbenk ne demek?

Tamamen Alevi Bektaşilere ait olan, Türkçe dualar. Halk tarafından yüzyıllar boyu söylenilir. Çok da güzeldir, mesela dara dururken okunanlardan birisini söyleyeyim mi?

– Tabii, ama bu arada “Dara durmak” ne demek?

Ceme gelen talipler yanlarında mutlaka bir şey getirirler. Biri bir elma, biri bir ekmek… Onlara da “lokma” denir. Talip, böyle iki eli ayakları mühürlenmiş gibi, bir elinde de lokması, önce gider dedenin karşısında durur. Buna “dara durmak” denir. İşte orada dede şöyle bir gülbenk okur: “Lokmalar kabul, muratlar hasıl ola, Allah Muhammed Ali kabul eyleye, imam Hasan Şah Hüseyin, hünkar Hacı Bektaş Veli defterine kayıt ola… Nuri Nebi Kerem Ali pirimiz, hünkarımız Hacı Bektaş Veli… Dil bizden, nefes hünkardan ola” der, onlar niyaz ederler…

– “Niyaz”?

Yani elini göğsüne, sonra ağzına götürerek selam verirler. Ondan sonra da lokmacıya lokmalarını teslim edip, yerlerine otururlar.

– Kaç tane vardır böyle gülbenk?

Yüzlerce…

– İkrar neye denir?

Bir dedenin önünde “Ben bu yola gideceğim” diye söz vermektir. Ona tam teslim olmak, ne olursa olsun onun yolundan dönmemektir.

– Sadıklar diye kime denir?

İkrar vermiş kişilere; Alevi Bektaşi yoluna sadık kalanlara. Alevilerin hepsi bu anlamda “sadık” değildir. Sadık olmak için “yol ehli” olmak, ikrar vermiş olmak, insanlara faydalı, herkesin övünçle bahsettiği bir kimse olmak gerekir. Ama hiyerarşik bir makam değildir.

– Talipler?

Talipler daha genel bir ifadedir; Alevi Bektaşilerin hepsine, halk tabakasına talipler denebilir. Bir tek dede çocuklarına talip denmez, ama aslında onlar da bu yola taliptir.

– Taliplerin “Yunması yıkanması”ndan kasıt nedir?

Ruhun yıkanmasıdır. O da “görgü cemi”nde olur.

– “Görgü cemi?”

Görgü cemi yılda bir kez, özellikle kış aylarında yapılır. Görgüde talip gelip dedenin önünde söz verir, “Bir yıl içinde ben hiç kimsenin gönlünü kırmadım, üzerimde hiçbir kul hakkı yoktur” diye. Dede, dönüp cemdeki topluma sorar “Bu kişi hakkında bir şikâyetiniz var mı?” Hiç kimse şikâyet etmezse dede bir daha sorar talibe “Seni senden soruyorum, var mı ağlattığın bir insan, kırdığın bir gönül?” Tersi bir yanıt gelmediyse dede “Ya Allah ya Muhammed ya Ali” diye elini sırtında dolaştırıp, talibi görgüden geçirmiş olur. İşte bunun adı “yunmak yıkanmak”tır.

– Ya gerçeği söylemezse talip?

Söyler, çünkü orada Allah’ın huzurundadır ve özünü Hakka bağlayıp öyle durur. Ama yine de saklamaya kalkarsa zaten ceme katılanlardan biri çıkıp onun yerine söyler. Bu da bizim için o talibe yapılacak en büyük iyiliktir. Talip şayet hâlâ gerçeği saklıyorsa, günahı kendi boynunadır. Dede orada “Sakladığın senin, söylediğin meydanındır” der.

– Sınavdan geçemezse?..

Kabahati çok büyük değilse dedenin o topluluk önünde yapacağı telkinleri dinler, ama büyükse “düşkün” ilan edilir. Yani dışlanır, onunla sohbet edilmez, selamı alınmaz, yardım edilmez vs. Bir yıl sonra yine görgü cemine çıkar; cezası ya devam eder ya da biter.

 – “Cemde gönülleri bir etmek”; o nasıl oluyor?

İşte cemlerin asıl amacı odur. Gönüller bir olmayınca Allah’a ulaşılmaz.

– Peki gönüllerin bir edildiğini nasıl anlarsınız?

Onu yaşamak lazım, ben şimdi nasıl anlatayım… (Gözleri doluyor Postnişinin…) Yani şimdi siz cem birlendikten (bittikten) sonra evinize giderken böyle huzur içersindeyseniz, bulutların üzerinde, böyle sonsuz güzel duygular hissediyorsanız ceminiz yerini bulmuş demektir. Yok, dede orada konuşurken “Yarın ben ne iş yapacaktım” diye kafanız başka yerde idiyse bunları anlamazsınız bile. O yüzden zaten bin kişi, iki bin kişi yapılan cemlere biz karşıyız.

– Cemin gerçek bir cem olması için şartları nedir?

1- Herkes birbirini tanımak zorunda.

2- Cem başlamadan evvel birbirine gönlü kırık kimsenin kalmaması lazım.

3- Cemde eşikte duranla döşekte oturan birdir. O kapıdan girdiğiniz anda cinsiyet yoktur, yaş yoktur, rütbe yoktur, hepsi dışarıda kalmıştır. Yani kırklar cemi gibi…

– Peki “Hadi bugün cem yapalım” diye cem yapılır mı, yoksa onun da bir şartı var mıdır?

Birkaç çeşidi vardır. Mesela birisinin bir kurbanı vardır veya bahardır veya sevinilmesi gereken bir olay yaşanmıştır, yapılır. Ya da sevilen bir baba veya dede gelir, yapılır. Bir de her kış mevsimi, işin gücün olmadığı bir dönemde yapılan cemler olur. Onların da görgü cemi, birlik cemi gibi adları vardır.

 – “Aşk olsun/Aşkın cemal olsun” lafı ne zaman söylenir?

Daha çok demlenirken söylenir. Özellikle Isparta yöresindeki cemlerde hâlâ mutlaka dem olur. Demi de sadece sakiler dağıtır. Saki herkesin ayarını bilir, ona göre kimine az, kimine çok dağıtır. İşte orada demi alana saki veya diğer canlar “aşk olsun” derler. Dem alan canlar da “Aşkın cemal olsun” diye cevap verirler.

– Musahiplik ne demek?

Belki de Alevi Bektaşiliği bugüne kadar taşıyan en önemli müessesedir. Anlamı, kardeşliktir. Hz. Ali’yle Peygamberimizin musahipliğinden kaynaklanır. Babagan kolunda pek yoktur, ama Dedegan kolunda çok kuvvetli bir şekilde uygulanır. Buradaki kardeşlik soy kardeşliğinden bile çok daha fazla önemlidir. Namustan gayrı her şey ortaktır. Şu kadarını söyleyeyim; eğer musahiplerden biri suç işlerse diğeri de ceza alır.

– Peki nasıl musahip olunur?

Musahibini bulanlar birlikte dedenin karşısına geçip ikrar verirler. Ama çok zor bir iştir, o yüzden dedenin eğer şüphesi olursa “Siz bir sene sonra gelin” der.

– Kirveden ileri bir şey?

Çok ileri… Mesela amca çocukları evlenir, ama musahip çocukları birbiriyle evlenemezler. Çünkü kardeşten ileridir musahiplik.

 – Ebuzer Gaffari kimdir; ne kadar önemlidir Alevi Bektaşilikte?

İslam’ı seçen ilk beş kişiden biri. Peygamber’in ashabından. Ancak Peygamber’in ölümünden sonra ashap üçe bölünüyor; kararsız olanlar, Muaviye’yi seçenler ve bir de Ehlibeyt’in arkasından gidenler. İşte Ebuzer Gaffari de Ehlibeyt’in arkasından gidenlerden birisidir. Sürgünde ölmeyi göze alıyor, ama Peygamber ve Ehlibeyt sevgisinden asla taviz vermiyor.

Aslında Ebuzer Gaffari ilk solcu Müslüman. Çünkü ashabın pek çoğuna valilikler, makamlar, hizmetçiler verilmesine karşın Ebuzer hiçbirini almıyor, normal hayatı nasılsa aynı şekilde devam ettiriyor ve hep paylaşıyor.

– Ebuzer’in Alevi Bektaşilik üzerinde hala etkisi var mıdır?

Tabii, Ebuzer Ali’ye “Eyvallah” diyenlerdendir. Bizim cemlerimizde hâlâ yaşar. 17 kemerbestten biridir. Semah’ın piri sayılır. Biz de onun çizgisinden hiç uzaklaşmamışızdır. Çünkü bizde de aşk inişli yokuşlu olmaz, aynı Ebuzer’inki gibi dümdüz gider.

 – Alevi nüfusu hakkında sizce sağlıklı bir şey söylemek mümkün mü?

Bize göre 25 milyondan aşağı değiliz, ama bu rakamı hiçbir araştırmada bulamazsınız, çünkü halen daha mahalle baskısı var.

– Dedeleri kim atıyor, kim kontrol ediyor?

Dedelerin yıllık görgüsünü Hacı Bektaş Veli Dergahı yapar. Eğer dede yola karşı suç işlemişse görevden alınır ve cezasını çekse bile bir daha dedelik görevi yapamaz.

– Talip, dedeyi sorgulayabilir mi?

Dedeyi dara kaldırıp hesap sorabilir, dede toplum ve dara kaldıran talibi ikna edebilir ise niyazlaşılır ve herkes yerine oturur, ancak bir dedeyi talip dardan indiremez, ancak başka bir dede indirebilir.

– Dedenin cem yapmak dışında diğer işleri nelerdir?

Dini liderliği dışındaki görevleri bundan hiç aşağıya değildir. Mesela devletin halka vermek zorunda olduğu hizmetlerin çoğunu biz Osmanlı döneminde dedelerden almışızdır. Sırasında doktor sırasında öğretmen olurlar. Dedeler bu yolu bu güne kadar getiren büyük insanlar.

– Hakullah nedir?

Dede birtakım görevler yapar, dini hizmetler verir, bunlardın karşılığında da talip ona kendi rızalığı ile bir şeyler sunar. Buna Hakullah denir. Ama talip dedeye bir şey vermek zorunda değildir ve dede de bir talepte bulunamaz.

– Size kaç dede bağlı?

Rakamlar yanımda değil, ama 200’ün üstündedir.

– Sanki özellikle son iki yıldır örgütlerden size yönelim arttı gibi izliyoruz, doğru mu?

Evet, zaten Hacı Bektaş Dergâhına bağlı Alevi Bektaşi topluluğunda en önemli yer bizim Hacı Bektaş Veli Dergâhıdır.

– Sizce bunun sebebi ne; acaba yeniden inanç mı daha ön plana çıkıyor?

Bence 1980’lerden bu yana birtakım araştırmalar, yayınlar, tartışmalar eskiye göre o kadar arttı ki insanlar da Hacı Bektaş Dergâhının farkına vardı. Alevi Bektaşi dergahının önemi su yüzüne çıktı. Tarihe tekrar dönüş başladı.

– Ne zaman kopuldu o noktadan sizce?

Ta 16. asırda, demin anlattığım Kalender Çelebi isyanından sonra kopmalar başladı.

– Sonrası nasıl geldi?

Sonraki en iyi dönemini 1919-1923 arası yaşandı. Ama 1923’ten sonra kraldan çok kralcılar yüzünden baskılar yeniden arttı. 60’lı yıllara kadar epey zahmet çekildi. 1960’tan sonra gittikçe özgürlüğe kavuştuğumuz bir dönem başladı. 1980’lı yıllardan sonra artık kendimizi epeyce toparladık, örgütlenmeye başladık.

– Peki Alevilik şu anda hangi çağını yaşıyor sizce?

Öldürmekle bitmeyeceğimiz anlaşıldı, cana yönelik tehditler önceki yüzyıllara göre çok azaldı, örgütlenmeler başladı, ama aslında Alevilik en tehlikeli dönemini yaşıyor. Çünkü birincisi bugün biz inancımızı uyguluyoruz dersek yanlış olur, aslında biz taklitçilik yapıyoruz. Giderek esastan uzaklaştık, şekilciliğe doğru hızla bir gidiş var. Bu bizim için çok büyük bir tehlike. İkincisi, birtakım kişiler bizi asimile etmek istiyor. Diyanet başta geliyor, sonra Gülen cemaati, İran, Avrupa’da Katolik kilisesi. Bunların hepsi bizi kendilerine benzetmeye çalışıyor. Üçüncüsü de, bize aslında “Gelin bir masanın etrafında söyleyin, ne istiyorsunuz” dense biz karar vermekte epey zorlanırız, çünkü birlik yok.

– Sizce Aleviler bu dış tehditlerin farkında mı?

Farkında olan da var, olmayan da, ama farkında olanların sayısı o kadar da fazla değil.

– Yani yavaş yavaş Alevilikten kendi rızasıyla mı vazgeçiyor insanlar?

Etki altında kalanlar “Esas şimdiye kadar yanlış yapmışız” gibi bir kanaate varıyorlar. Bu da işte bizim en büyük sorunumuz.

VELİYETTİN HÜRREM ULUSOY KİMDİR?

Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın Postnişini Veliyettin Ulusoy, 11 Şubat 1942 doğumlu.

Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’e destek veren ve Milli Meclis’in ilk başkanvekili Cemalettin Çelebi’nin torunu.

Liseyi bitirdiği 1962 yılında Almanya’ya gitti. Staatliche Fachhochschule Konstanz’da mimarlık okudu.

Bir süre burada çalıştıktan sonra 1974’te yurda döndü.

Hacıbektaş Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’nden emekli oldu.

Osmanlı’nın kuruluşundan bu yana önemli bir yeri olan Hacı Bektaş Dergahı, Mustafa Kemal’in de “Cumhuriyet”i ilk kez telaffuz ettiği yer olarak biliniyor.

Ulusoylar hakkında biri Fransız, diğeri ODTÜ’den iki araştırmacının akademik çalışması bulunuyor.

(Kaynak Milliyet Gazetesi, 05.01.2009)

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Facebook Yorum

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!