İsmail Engin yazdı: Meryem Günana’da “Âdem Dedikleri: Ben, Ben-de midir?”
“Hat” yazıdır; “hüsnihat”sa yazı sanatı. O sanat, iki “nokta” arasındadır. Herşeyin başlangıcı ve sonuysa, o nokta. Noktalar arasında gidilen yol ve bir noktadan diğerine katedilen mesafe çizgi, yani noktanın yürümesidir. Ve bu yürüyüş “kün”le başlar; “ilim kapısı Ali”ye götürür. Oraya ulaşma çabası, insanı “kâmil”leştirir ve sonuçta “İnsan-ı Kâmil” tezahür eder.
İsmail Engin yazdı: Meryem Günana’da “Âdem Dedikleri: Ben, Ben-de midir?”
Meryem Günana, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Neslihan Yargıcı Moda Atölyesinde, moda üzerine eğitim aldı. Tekstilde ikonografiyi konu edinen çalışmalar yaptı. Prof. Meriç Hızal’dan heykel; Prof. Dr. Zeynep Sayın’dan kuram dersleri aldı
Prof. Balkan Naci İslimyeli’nin öğrencisi oldu. Işık Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Yüksek Lisans Programı’nı “Yazı – Resim Geleneğinin Alevi – Bektaşi Sanatındaki Örnekleri ve Günümüz Sanatına Yansımaları” başlıklı teziyle 2018’de tamamladı. Alevilerin – Bektaşilerin kendilerini ifade etmek için kullandıkları yazı-resim sanatının vahdet-i vücûd düşüncesi üzerine inşa edilmesi, tasavvufi sembolizm içinde ne anlam barındırdıklarını anlamaya ve anlatmaya çalıştı. Halen doktora çalışmasına devam ediyor.
“Alevi ve Bektaşi Yazı-Resim Sanatında İnsan Sureti” üzerine yoğunlaştı. Çalışmalarında düşünüldüğünün aksine “bu sanatın Hurûfîlik etkisiyle ortaya çıkmadığı”nı, “piktogram veya güzel yazı yazma / kaligrafi olmadığı”nı; “vahdet-i vücûd düşüncesinin bir tezahürü olduğu”nu belirtiyor.
Sanatçı, Türkiye’nin ilk sanal sergi salonu http://x-hall.ada.net.tr/ deki “Turkuaz Sergi Salonu”nda Aralık 2020’e “Âdem Dedikleri: Ben, Ben-de midir?” konulu sergiyle bu kez sanatseverlerle buluşuyor.
GÜNANA, SERGİSİ HAKKINDA
“Çalışmalarımın amacı; bireyin kendini vâr etme acısının dışa yansıma halidir. Bedenlerinde oluşan kesikler, derilerinin soyulmuş olması kişilerin ruhlarındaki derin izlerin dışa vurmasıdır. Keşişler, dervişler ve kendini insan kılmak isteyen kişilerin yürüdükleri manevi yolda, yaşadıkları acıları temsil eder. Tuvaller üzerinde derviş eşyalarını sembolize eden malzemeler kullanılmıştır. Bedenlerimiz ruhlarımızın aynasıdır. İçimizde yaşadığımız acı, ızdırap ve elem bedenimizde ağır izler bırakır. Bu izlerin görünür olması bizi korkutsa da hakikatle yüzleşmek aslında bir intihar girişimi, kendi olmak için kendinden vazgeçme eylemidir.” diyor.
“Hat” yazıdır; “hüsnihat”sa yazı sanatı. O sanat, iki “nokta” arasındadır. Herşeyin başlangıcı ve sonuysa, o nokta. Noktalar arasında gidilen yol ve bir noktadan diğerine katedilen mesafe çizgi, yani noktanın yürümesidir. Ve bu yürüyüş “kün”le başlar; “ilim kapısı Ali”ye götürür. Oraya ulaşma çabası, insanı “kâmil”leştirir ve sonuçta “İnsan-ı Kâmil” tezahür eder.
Frederick de Jong’un da ortaya koyduğu üzere, Bektaşilikte yazı resimle betimlenen “İnsan-ı Kâmil”, tekkelerde dini ritüellerinin gerçekleştirildiği “Meydan”ların vazgeçilmezi arasındaydı. Örnekler, birbirini tekrarlıyordu. Dervişler, yazılardan meydana gelen resimlerin tılsımlı cazibesine kendilerini kaptırdıklarında, sanat eserleri çıktı.
Ve Malik Aksel’in de değindiği gibi, yazı bu yüzden dolambaçlı bir resim oldu. Dervişlerin dünyasından çıkıp yazıya dökülen sanatta “evren” insanla temsil edildi. “Hakikat” denilen şey böyle betimlendi.
Aleviliğin – Bektaşiliğin tasavvufi boyutlarını anlamak ve “görmek” isteyenler, sanatçının buradaki yolculuğunda ortaya koyduğu ürünlerle mutlaka tanışmalıdır.
İsmail ENGİN - BERLİN
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.