Ali Ekber Ataş yazdı: Bozkırın Tezenesi'nden ömürlük ders
KÜLTÜR SANATŞair ve yazar Ali Ekber Ataş, Neşet Ertaş'ın evreni kavrayış tarzından yola çıkarak, aydın kavramını sorguladı. İşte, o yazı:
BOZKIRIN TEZENESİ'NDEN ÖMÜRLÜK BİR DERS (*)
Kafamın içinde dönüp dolaşan ve beni hep meşgul eden soruları size de sorayım:
Aydın kime denir?
Okumuşluğu, diploması ve şehirliliğiyle sıfatları olana mı, yoksa okul görmemiş, diploması olmayıp da hayat mektebinden mezun olana mı denir?
Bu sorunun bendeki anlamını şöyle ifade edeyim. Benim için böyle, başkalarını bilemem:
Köylülüğün cehaletini, o çemberi kırıp dışarı çıktığında ancak yenebilir insan. Şehirli küstahlığını da, doğanın içinde ve tüm canlılarla barışık bir hayat sürdüren köylülüğün insancı ışığında aşabilir kişi.
Neşet Ertaş, köylülüğün bu bağlamda insancı değerleriyle okul görmeden büyümüş, Nâzım'ın "Topraktan öğrenip kitapsız bilen" Anadolu erenlerinin geleneklerinde büyüyen insanının tipik bir örneğidir.
Yani diyeceğim, köylülükle şehircilik, "bileşik kaplar" misali, hem kentsel kültürün modern, ilerici, eşitlikçi ve devrimci karakteri, hem köylülüğün erenler ve derviş geleneklerinde yarattığı yeni bir kişilik bireşimi olarak toplumda yansımasını Âşık Veysel'de, Neşet Ertaş'ta bulur. Bunu toplumsalcı bir dünya görüşünün, yerel ve ulusal öğretiminde geliştirip başarmış olana, Âşık Veyseller, Neşet Ertaşlar, bir de Enver Gökçe gibi yerelden ulusala, ulusaldan evrensele bir dönüşümün insanına biz "aydın" diyoruz.
Kendisini şöyle tanımlıyor Ertaş:
Yoksulluk içinde bir çocukluk yaşadım. Ailemin geçimini babam, düğünlerde çalgıcılık yaparak sağlardı. Ben de 5-6 yaşından itibaren onunla düğünlere gitmeye başladım. Okul yüzü görmedim, düğünler benim okulumdu. Çünkü babam sazla ilgili evde bir şey söylemezdi. Düğünlerde babamın tavrına, hareketlerine dikkat ederdim, onun saz çalma stilini çözmeye çalışırdım. (1)
56 yıl yaşadı. Yaşadığı bu hayatı, türkülere adadı. Eserlerinde ne adını ne soyadını kullandığını görmedik. Dahası, kendisini de hiçbir zaman, ne ozan ne de âşık olarak tanıttı. Halk gibi yaşadı, halkın dilini kullanarak türkülerini çalıp söyledi. Evrene, Neşet Ertaş ses dalgaları yayıp durdu 56 yıllık hayata ömür katan yaşamıyla…
Şunları diyor, kendime ders çıkardığım sözlerinde:
Ayaklar turabı gönüller hizmetçisiyiz biz. Zeki Müren'den bugüne kadar sanatçı olup da benim türkülerimi söylemeyen kalmadı. Kimseye sen 'şunu eksik yaptın' demedim. Kendini bilen bilir, kendini bilmeyenin de ben kusuruna bakmam. Bunun için bir şey söylemiyorum. Beni rahatsız eden tek şey eserlerimin aynı duygularla söylememesi ve sözlerinin eksik söylenmesi. Bir türkünün aslını dinlemek varsa ben burdayım hâlâ yaşıyorum. Benim türkülerimi herkes söyleyebilir. Tek şartım sözünü tam söylesinler, sazını tam çalsınlar ve duygusunu hissettirsinler. Bir tek bunu istiyorum. (2)
Yürüdüğü yol ne olursa olsun; ister patika, ister dere yatağı, ister çakıllarla dolu, ister şose, ister caddeler olsun, sanatçı kendisini halkıyla bütünleştirdiği sürece yaşatabilir. Halkın içinden çıkmış biri olarak Neşet Ertaş, bozkırın sesi, soluğu, neşesi, hüznü, olmuş. Yeri geldi yaralara merhem yeri geldi hüznünü türkülere dökmüş, çalıp söylemiş. Yaşadıklarını yaşamımız kıldı Neşet Ertaş.
Halkını çok sevdi halkı da onu. Öyle ki, aka birike toplana, bir çağlayana dönen bu sevgi, yukarıların da gözünü açtı. Yıllarca yurduna hasret yaşamış, yurduna döndükten sonra halkının sevgilisi olmuş bu sanatçı, devletin de gözündenkaçmadı. Kendisine 'Devlet Sanatçısı' unvanı teklif edildi. Elbet ki bütün yaşamı göz önüne alındığında, bunu çoktan hak ediyordu. Ne var ki, tarihsel süreçler de göstermiştir ki, tarihin hiçbir döneminde "Devletin Sanatçısı" olunmaz. Ancak sanatçının devleti olur.
Ona göre, sanatçı ancak yaşadığı coğrafyada ve toplumu içinde "halkının sanatçısı" olunabilirdi.
Halkın gönlünde yaşamak, halkının gözü önünde bir "sanatçısı" olmak unvanı ancak yakışabilirdi bir sanatçıya.
Dönemin, 57. Hükümetinin devlet bakanlarından Ramazan Mirzaoğlu'nun, nereden geldiyse aklına, kendine bir görev biçmiş olmalı ki Neşet Ertaş'a 'devlet sanatçısı' unvanı verilmesi için bir kararname hazırlatmış.
Devletin Sanatçılığı konusunda Ertaş şunları söylüyor:
O dönem Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Devlet Sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. Ben 'halkın sanatçısı' olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım. Bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdatlarımız adına aldım. (3)
Bir örneği var mı dünyada bilmiyorum/bilinmez, Neşet Ertaş'ı ilginç kılan bir başka özelliği de bu coğrafya insanlarının hiçbirini diğerinden üstün ya da ayrı tutmaması. Öyle ki bu nitelikli (bana göre) özelliğinin bir yansıması olacak sanırım, kendi demesiyle "Ömrü hayatında bir kez olsun oy kullanmamış" olmasıdır. Bunu nasıl başardı, niye böyle düşündü sorularından çok, onun bu özelliği, dünyaya, insana aynı pencereden ve birini diğerinden üstün görmeden bakabilmiş olmasındaki "insancı kültürü, kimliği ve kişiliğinden" kaynaklı olduğu gerçeğine götürür bizi.
Neşet Ertaş, belkide dünyada benzeri görülmemiş bu bakışı, durumunu şu sözleriyle açıklıyor:
Ömrü hayatımda bir kez bile oy kullanmadım. Gençlik zamanlarımda bir kez sandık başına gideyim dedim, 'oy vermediğim tarafları karşıma alacağımı düşünerek' yolun yarısından geri döndüm. İnsan ayrımı yapmadığım için oy kullanmıyorum. Çünkü oy verince insan ayrımı yapabileceğim düşüncesine kapılıyorum. Sağcının da solcunun da davetine giderim. Bu Neşet Ertaş'ın tarzıdır. Çünkü nereye gidersem gideyim ben kendi teklifimi söylerim. Zamanında siyasetle ilgili çok teklifler geldi ama ben istemedim. Sayın Cumhurbaşkanımızdan özür diliyorum ama beni cumhurbaşkanı seçseler bile kabul etmem. (4)
Bu bakış, bakışının yaslandığı düşünce, düşüncenin biçimleniş kaynağı insancı (humanist) dünya görüşünün bu coğrafyada temellendiğinin, ilk ortaya çıkışının da bir sanatçıda yansımasıdır. Sanatıyla var olmak, onu toplumun içinden biri olarak, toplumdan aldıklarının karşılığı olarak işini, ayrımsız, lekesiz ve tam bir tarafsızlık içinde, sanatçı tavrıyla bütünleştirebilmesi de ancak kendinden, bin yıllar önce Anadolu'ya yerleşmiş Horasan erenlerinden "el aldığını" gösterir bize, Neşet Ertaş'ın.
Horasan erenlerine özgü bir kimlik ve kişilik… Hacı Bektaşı Veli'den Taptuk Emre'ye, Yunus'tan Aşık Veysel'e, Neşet Ertaş'a uzayan köklü bir gelenek bu…
***
(*) deliler Teknesi kasım-aralık, sayı: 102, sayfa: 40-41
1- cumhuriyet.com.tr/devlet-sanaciligini-neden-reddetti-112838
2- cumhuriyet.com.tr, a.g.h.
3- cumhuriyet.com.tr, a.g.h.
4- cumhuriyet.com.tr, a.g.h.
İlginizi Çekebilir